diyarbakır’ın fenerbahçe ve galatasaray’ı olarak halk tarafından benimsenen dicle gençlik spor ve yıldız spor kulüpleri bir araya gelmiş ve bu iki kulüpten yepyeni bir kulüp doğmuştur. önce dicle gençlik kongreye gider ve adını diyarbakır-spor olarak değiştirir. bu kararın hemen ardından yıldız genç-likspor kongre kararı alır ve diyarbakırspor’a katılır. böylece diyarbakırspor’un kurulduğu ilan edilir. yeni takımın renkleri konusunda ise kurucular arasında yaşanan küçük tartışmalardan sonra, dicle’nin yeşil-beyazından yeşili, yıldız’ın sarı-kırmızısının kırmızısı seçilerek “yeşil-kırmızı” renklerinde uzlaşılır. daha sonraki yıllarda, yeşil ve kırmızının şehri simgeleyen karpuzun renkleri olduğu ileri sürülse de bu tamamen bir tesadüftür. yeşil-kırmızı’nın yanma eklenen tarihî sur resmi ile amblem de yavaş yavaş şekillenir.
kulüp amblem olarak, yeşil ile kırmızının yanma şehir surlarını, karpuz dilimini, dicle nehrini ve on gözlü köprüyü kabul eder.
kulübün ilk başkanlığına nejat cemiloğlu getirilirken, ilk yönetim kurulu, hacı abdurrahman özbek, erdoğan vursavaş, şahap bozacı, nuri akçam, bedrettin köprülü ve nazmi çakın’dan oluşur.
diğer amatör kulüpler de, profesyonel futbol liginde şehirlerini temsil edecek diyarbakırspor’a futbolcu vererek desteklerini gösterirler.
nejat cemiloğlu başkanlığındaki ilk yönetim, yıldızspor ile diclespor takımlanndan transfer edilen futbolculara 12 bin lira ücret, 250 lira da aylık öder. bunun yanı sıra diyarbakır belediyesinde futbolculara iş sözü verilir. hafta içi idman saatleri dışında belediyede çalışan futbolcular aynı zamanda memur olarak hayatlarını sürdürür. bu dönemde diyarbakırspor’un dışarıdan yapılmış yabancı bir tek transferi yoktu. bütün futbolcular yerliydi.
profesyonel hayat
diyarbakırspor, resmen kurulup türkiye liglerinde mücadele etmeye hak kazanınca, 1968-69 sezonunda yeşil sahalarda profesyonel olarak yerini alır. türkiye futbol federasyonu’nun belirlediği statü gereği, ankara, istanbul, izmir mahalli ve profesyonel lig takımlarının da katılımıyla 3. türkiye lig’i dört grup halinde oynanacak ve maçlar 60 takım arasında yapılacaktı.
diyarbakırspor türkiye 3. lig kırmızı grup’ta yer alacaktı. anadolu’nun diğer takımlarına nazaran yoksul olan diyarbakırspor’a gelir elde etmek için, eşya piyangosu, halk konserleri gibi etkinliklerle halktan destek istenir. büyük kentlerde “diyarbakırspor geceleri” düzenlenir, halktan bölge insanı ve futbolseverlerden destek istenir. halk bu çağrılara yanıt verir ve diyarbakırspor dönemin zor şartlarında ekonomik güçlüklere rağmen gönüllü ve güçlü bir takım oluşturur. takım ilk resmî maçını, kurulusundan dört ay sonra, 12 ekim 1968 günü deplasmanda tarsus idman yurdu ile oynar ve sahadan 2-0 yenik ayrılır. ilk resmî kadroda, muzaffer (kaptan), cemil, şeyhmus, kel nazmi, naci, mahmut, ceylan emin, mehmet ali (kaleci), lastik ali (yedek kaleci), eyüp, naif, boğa emin, şonk veysi i ve beton ismail vardır.
ilerlemiş yaşına rağmen bugün bile kendini yeşil sahaların içinde gören eski futbolcu şinasi ötük, her diyarbakırlı gibi futbolla çocukken sokaklarda tanıştı. boş arsalar ve toprak sahalarda kazandığı teknik becerileri zamanla "ciddi sahalara" taşıdı. diyarbakır'ın "ilk dönem profesyonel futbol tarihi"ne, en başarılı futbolcularından biri, -hatta en başarılısı diyebiliriz- olarak geçti. 1972'de antalya'da yapılan türkiye genç takımlar futbol şampiyonasında, turnuvaya katılan fatih terim, mustafa denizli, metin kurt, alparslan gibi günümüz futbol dünyasının önde gelen kramponları arasında en iyi dört oyuncudan biri olarak sıyrılır. aynı yıl, sakaryaspor'a transfer olur ve iki yıl bu takımda futbol oynar. sakarya'da oynarken sakatlanır. bir yıl süren uzun çabalar sonunda sakatlığını aşamayacağını anlar ve futbolu bırakır.
bugün ofis'te, istasyon caddesi'nde, diyarbakır'ın tam da merkezinde baharatçılık yapan şinasi ötük, diyarbakırspor'un kuruluşundan önce bölgedeki futbol mutfağını, diyarbakırspor'la birlikte dönemi ve sonrasını, nasıl futbolcu olduğunu ve hiç unutamadığı anılarını anlatıyor:
"her diyarbakırlı gibi, küçük yaşta sokak aralarında top oynayarak futbolla tanıştım. 16 yaşında lisanslı olarak top oynamaya başladım. (...) diyarbakır'da futbolun tarihi çok eskiye dayanır. 1971 "de biz amatör kümede oynarken, "bit nezih' lakaplı çok iyi bir hocamız vardı. italyanlar 4-4-2 sistemiyle oynamaya başladıkları zaman, bütün dünya ayağa kalktı. bunu, "ilk onlar icat etti" denildi. oysa çok iyi biliyorum ki, dicle spor, 50"li yıllarda, 4-4-2'yi oynuyordu. bir gün kulübe geldiğimde hoca bana; "bu 4-4-2 nedir? herkes bahsediyor," dedi. dedim ki, "bu, sizin 20 sene evvel dicle'de oynadığınız sistemdir." güldü bana. altın kafa necdet diye biri vardı. onu ileri çekerdi. yanına bir sağ ya da sol açık koyardı. böylece 4-4-2 oynatmış olurdu.
bu sistemin asıl sahipleri diyarbakıılardır. italyanlar belki bunu teknik olarak formüle etmiş olabilirler. ama 4-4-2 sistemini hocamızın o yıllarda oynattığını biliyorum. yani 4-4-2 sisteminin sahibi di-yarbakırspor"dur.
diyarbakır'da futbol oynama alışkanlığı anadolu'nun birçok yerine göre daha erken başlamıştır. fenerbahçe'nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından lefter (*), diyarbakır mardin kapı'da, şu an otel olan kervansaray'da askerliğini yapıyordu. asker olduğu için ordu içi futbol takımlarında da oynuyordu. lefter, o zamanlar kalegücü'nde futbolcuydu. diyarbakır'ın eski takımlarından ayspor ile bir maç yapacaklardı. lefter bir dönem bu takımda da forma giyecekti. ayspor'un lefterli kalegücü'nü yenecek gücü yoktu. lefter'in komutanları onun bir devre kalegücünde bir devre ayspor'da oynamasını istemişlerdi. lefter bir devre kalegücü'nde üç gol, öbür devre de ayspor'da üç gol atıyor. maç 3-3 bitiyordu.
(...)
bizim zamanımızda da bu tür şeyler vardı: şike, tehdit, itiraz felan... mesela diyarbakır'da taksim diye amatör bir kulüp vardı, biz orada oynuyorduk. siverek'e maça gittik. normalde maç 90 dakika sürüyor. normal süre bitti, üstüne 15 dakika geçti, hakem maçı bitirmiyordu, karanlık basmaya başladı. dedik, 'niye bitirmiyorsun?' hakem, 'bir gol yiyin, ondan sonra bitireyim' dedi. 'biz gol yemeyeceğiz,' dedik ve takımı dışarı çektik. ondan sonra bir baktık, bir tane 14'lü tabanca takım kaptanı arkadaşımızın başında. dedi, takımı kim dışarı çekti?' bir arkadaşı işaret ettik. dedik 'bu arkadaş.' hurra sahaya geri döndük... tekrar maça döndük!
nihayetinde gol yedik bitti maç...
yine bir gün maça gittik. bu yöre geri kalmış olduğundan genellikle evler kerpiçten, topraktan yapılır. batıdaki gibi betonarme evler yoktu o zamanlar. maç yapacağımız sahanın yanında kerpiçten bir ev vardı. bir arkadaş ısınmak için topla adamın duvarına şut çekmeye başladı, biraz sonra kerpiç duvar yıkıldı! sonra adam elinde baltayla çıktı. arkadaşı kovalıyor, 'evimi yıktın,' diye bağırıyor. adamı yakaladık, zar zor ikna ettik, para verdik, öyle maça çıktık.
1970'li yıllarda taksim kulübü olarak bismil'e maça gittik. bir orta saha oyuncumuz vardı. adı yasin'di. top sürerken birden ortadan kayboldu. 'yasin nereye gitti?' diye bakınırken meğer sahanın ortasında bir su kuyusu varmış, üstünü tahta ve kumla örtmüşler, arkadaş içine düşmüş. kuyuyu açtık, 'yasin, yasin...' cevap verdi, 'ulan boğuluyorum, kurtarın beni,' diyor. biz bu sahada oynamayacağımızı söyledik. 'vallahi başka sahamız yok,' dediler.
1968-72 yılları arasında diyarbakır'daki amatör kulüplerde futbol oynamış recep isimli bir arkadaşımız vardı. bu çocuğun lakabı 'selli ala' idi. bu çocuk, kişiliğiyle, tipiyle, saç tıraşıyla çok ilgi çekerdi. bunun kendisine özgü 300-400 seyircisi vardı. bu seyirciler, recep'in maçlarını iple çekerlerdi. recep, sol bekte oynardı. bunun oynadığı maçlarda, önün oynadığı tarafta bu seyriciler toplanır, devrede de tribün değiştirirlerdi, yani 90 dakika boyunca çocuğa yakın olur ve müdahale ederlerdi. bir gün profesyonel resmî bir maçta recep sigara yakmış, hem içiyor hem de oynuyor. o seyirciler de, 'hakem, hakem sol bek sigara içiyor,' diye çocuğu ispiyonlamalardı. hakem recep'in yanına geldi. bu da attı sigarayı, 'ben sigara migara içmiyorum,' dedi; hakem de gördü tabii ki resmî maçta sigara içtiğini, işte yıllarca bu futbolcu ile uğraştılar. sonunda recep dayanamadı. futbolu bıraktı. aradan bir sene geçti, bir gün ofis'te bir kahvede oturuyor. gençler de batman'a maça gidiyorlar. bir adamları eksikti. 'recep abi sen de gel bizimle oyna,' dediler. recep de, 'ben seyirci yüzünden futbolu bıraktım, artık oynamam,' dedi. recep daha 24-25 yaşlarındaydı. 'batman'da seni kim tanır, gel oyna bizimle,' dediler. o da ikna oldu. o zamanlar trenle gidiliyordu batman'a. malzemelerini aldı, gittiler. tam batman'da istasyonda iniyorlar, o sırada bir boyacı çocuk görüyor onu, diyor 'selli ala abi sen de mi geldin?' o da diyor vay anasını sattığım...' bunun üzerine trene binip geri gelmek istiyor ama bırakmıyorlar. maça çıkıyorlar. sahada bat-manlı seyirciler de koro halinde, 90 dakika boyunca 'selli ala, selli ala' diye tezahürat yapıyorlar.
1968 yılında ilk futbol oynadığım dağkapı taksim spor'da nevzat isimli bir stoper abimiz vardı. saha kumdu. 18 içinde de ayağının batacağı kadar kum vardı. top geldi kuma saplandı. bizim bu arkadaş ayağıyla vurdu, vurdu çıkaramadı. en sonunda eliyle kaldırdı, bir tane vurdu. hakem hemen kararını verdi: penaltı. kaptanımız, 'böyle sahanın anasını satayım, böyle sahada top mu oynanır!' dedi ve maçı terkettik.
gezdiğim birçok ilde gördüm. bir kentin profesyonel takımı ile amatör takımları arasında bir çelişki vardır. bu sadece diyarbakır'a özgü bir şey değil. bugün diyarbakır'da amatör takımlann futbolcuları, kendilerine kucak açmayan diyarbakırspor'u sevmezler. diyarbakırspor kurulduktan beri gençlere olan tavrıdır bunun nedeni. kulüp yöneticileri, gençlerle hiç ilgilenmediler. bugüne kadar hiçbir yönetim, bir amatör kulübe gidip, 'malzemeniz var mı?' ya da 'bir sorununuz var mı?' diye sormadı? bunu yapmadılar. bu eksik. bir ı kentin futbol takımı yükselmek istiyorsa, kendi alt liglerinde oynayan takımlara da el atmalı.
1970'li yıllarda diyarbakırspor genç takımı bölge finallerine katıldığı zaman diğer amatör takımlardan da oyuncu alabiliyordu. o zamanlar taksim'den sonra, ülkü spor da oynuyordum. sonradan ismini değiştirdiler. 'ülkü' ismi diyarbakırlı gençlere ters gelmeye başladığından, öz dicle ismi ile değiştirdiler. bence bu da yanlış bir olaydı. ülkü kelimesini belli bir çevreye mal etmek yanlıştır. biz diyarbakırspor genç takımıyla burada bölge şampiyonu olduk. türkiye finallerine ıstanbul'a gidecektik. bizim diyarbakırspor'da top oynayan nihat isimli çok iyi bir hocamız vardı. istanbul'da maçlar ali sami yen de oynanacağı için, çim sahada antrenman yapmamızı istedi. pirinçlik üssü'nde, amerikalıların golf oynadıkları çim sahayı bize ayarladı, iki ay boyunca o sahada antrenman yaptık. çok iyi bir insandı. akşam antrenmandan sonra bize meyvamızı, sütümüzü alıyordu. maça gideceğimiz gün diyarbakırspor yönetimi nihat hoca'yı görevden aldı. yerine rahmetli nevzat çiçek hocayı getirdi. bu, bizim arkadaşlar arasında olumsuz bir etki yarattı. moralimiz bozulmasın diye eski hocamız bizi uğurladı. biz istanbul'a geldik. sirkeci de 3. sınıf bir otelde kaldık. otelde tahtakurusu vardı. sabaha kadar yatamadık. bahri abi vardı. diyarbakırspor'da yöneticiydi. kuraları çekmeye gidiyorduk, zaten 12 takım finale kalmıştı. göztepe'nin bir genç takımı vardı. avrupa şampiyonu olmuştu. bizimkiler dahil, bütün takımlar göztepe'den çekiniyordu. kurayı çektik; göztepe, biz, konya aynı gruba düştük. herkesin morali bozuktu. ama benim iyiydi. çünkü, göztepe'de oynayan 4-5 kişiyi bir sene evvelden antalya'dan tanıyordum. o takımı izlemiştim ve o kadar güçlü olduklarını düşünmüyordum. ben herkese onları yeneceğimizi söyledim, şükrü diye bir arkadaşım vardı, benimle beraber antalya'da top oynayan, o da aynı görüşteydi. nitekim ertesi gün sahaya çıktık. bizim taraftarlanmız da vardı. santrayla birlikte biz bir gol yedik. golden sonra, 'bu kadar taraftarı üzmeyelim, biraz koşalım' dedik. on dakika içinde iki gol attık. 7-8 tane de gol kaçırdık. herkes çok şaşırdı.
maçtan sonra gazeteciler geldi. bu nasıl takım, 'göztepe'yi nasıl yenebildiniz?' diye sordular. ama maçtan sonra otelde ne bir idareci, ne bir antrenör, ne bir sporcu kalmıştı. bu, bize o günkü yönetimin ne kadar kötü olduğunu gösterir. sabaha yakın sporcular geldi. aslında konya maçını beklememiz lazımdı. göztepe konya'ya fark attı. biz konya ile maça çıkarken onlar bize 'fazla fark atmayın,' dediler. kendi kalemize bir gol attık, 1-0 mağlup olduk. averaj falan olmadığından kura çekildi, göztepe çıktı kuradan. onlar da o sene final falan oynadılar. eğer o gün bize iyi bakan hoca başımızda olsaydı, biz türkiye şampiyonu olabilirdik.
(...)
türkiye'de futbolun geçirdiği evrime baktığımız zaman federasyon başkanlarına dikkat etmemiz gerekiyor. bunların içinde iyi niyetliler de var, rant için gelenler de. bu yaşıma kadar bu ülkede iki tane federasyon başkanı gördüm. biri orhan şeref apak, diğeri şenes erzik'tir. orhan şeref, 2. ve 3. lig'i kurduğu zaman adamı yerden yere vurdular. üç büyükler, 'sen bunu nasıl yaparsın', 'biz anadolu'da ineklerle beraber mi top oynayacağız?' dediler. ama adam direndi. 'saha olmasa da tarlada oynatacağım' dedi ve bugün anadolu futbolu orhan şerefin eseridir. şenes erzik de türk futbolunu avrupa'ya taşımıştır. son gelenler 'şifreli kanal' diye bir şey çıkarttılar. şifreli kanalın anadolu kulüplerine yararı vardır, ama meseleyi diyalektik yönden düşündüğümüz zaman türk futboluna büyük zararı vardır. örneğin, parası olmayan bir genç çocuğun, daha geniş anlamda yoksul çocukların şifreli yayın izleme şansları yok. maç seyredemiyorlar. tv'deki 90 dakikalık bir maç, '90 dakikalık bir idman' gibidir. yani, kulüplere gelen paranın dışında hiçbir yaran yoktur.
son yıllarda diyarbakırspor'a dışardan bazı müdahaleler yapılıyor. diyarbakır'da kitleler spora yönlendirilmek isteniyor. ancak, kentte her zaman bir futbol sevgisi vardı. üstlerinde giyecek elbisesi olmayan 25-30 bin genç, ceplerindeki son parayı götürüp maç bileti alır. hiçbir takımın diyarbakırspor seyircisi kadar fedakâr olduğuna inanmıyorum. o maça gidişte aslında kendilerini ifade etme var. bu futbol açısından olumludur ama yaşamı başka türlü etkiler."
(*) 1930 yılında kurulan ayspor, lefter küçükandonyadis’in hayatını kaybettiği hafta çıktığı hançepekspor maçında büyük futbolcuyu unutmadı. takım maça siyah bantla çıkarken yedek futbolcular ise üstlerinde lefter küçükandonyadis’in fotoğrafı olan ve “ayspor seni unutmayacak” yazılı tişörtler giydi. karşılaşma başlamadan önce lefter için 1 dakikalık saygı duruşu yapıldı.
dip not: diyarbakırspor'un ilk resmi maçına yazdım.