eski hakem ve günümüzün televizyon şovmeni ahmet çakar, ilhan cavcav'ın ölümünden sonra söyledikleriyle beyin yaktı.
çakar, ilhan cavcav'ın ölümünde de mesaj verdiğini söyledikten sonra ölüm tarihinin önemine dikkat çekti. 22.01.17 olan ölüm tarihinde 22'nin gençlerbirliği'nin ligde şu anki puanı olduğunu, ocak ayının yani 1'in alkaraların şu anki avarajı ve 17'nin de kırmızı şimşeklerin bu sezon şu ana kadar oynadıkları maç sayısı olduğunu söyledi...
ankara rüzgârı kitabı için kendisiyle yaptığımız uzun söyleşiden sonra, meraklı gözlerle bakarak, hafif kuşkucu bir edayla, “evladım, sen kuşyemiyle mi besleniyorsun, bir şey almayacak mısın?” diye sormuştu. bu çalışmayı zevkle ve gururla yaptığımı, para istemediğimi söyleyince üstelemedi. sonra da toplantılarda falan, ankara rüzgârı her söz konusu olduğunda hep aynı şeyi tekrarladı (kendi çapında bir “ankara tava” hikâyesi gibi!) : kitabı “bilabedel” yapmış olduğumu övgüyle zikretti her seferinde.
ilhan cavcav’ın dillere destan “eli sıkılığının” bir fıkrası gibi kabul edebilirsiniz bu masum anekdotu. gerçekten, kitaptan bahsederken onu en fazla heyecanlandıran yanı buydu sanırım: “bilabedel”!
ama “bilabedel”e sevgisi kadar, o “kuşyemiyle mi besleniyorsun?” yoklamasını da hesaba katmak gerek, ilhan cavcav’ı anlamak için. “hak geçmesin” endişesi vardır orada, emeği karşılıksız bırakmama kaygısı vardır.
gençlerbirliği’ni de öyle yönetmedi mi? mümkün olduğunca “bilabedel”e yakın olanı arayarak, fakat kimsenin hakkının kalmamasını daima gözeterek…
tabii bir de o “evladım,” hitabındaki, o “bilabedel” sevincindeki samimiyet vardı. köpürüp yatışmalarında da görülen, bazen demeçlerinde gaf yapmasına yol açan, yalın samimiyet. kuru, plastik bir resmiyet figürü değil de “renkli şahsiyet” olması, bu sayedeydi.
başkan’ı “bilabedel”iyle ve onu “sahici” kılan samimiyetiyle hatırlayacağım.
manisa alaşehir’de askerlik yaparken çıktığım ilk çarşı izninde ufak kasabanın sokaklarını adımlıyordum. üçer dörder katlı evlerin arasında yürürken, solumda duran ufacık kapılı kahvehanenin minicik penceresinde yazan “gençler birliği” yazısı gözüme ilişti. şaşkınlıkla durup bir kere daha okudum. harbi harbi, “gençler birliği” yazıyordu. hemen kapıyı açıp içeriye girdim. elinde çay tepsisi ile servis yapan hafif tombul, beyaz saçlı amcanın işini bitirmesini bekledim. göz göze geldiğimizde selam verip, “pencerede niye gençler birliği yazıyor?” diye bodoslama bir giriş yaptım. adam kısa bir süre beni süzdükten sonra, “burası gençler birliği’nin kahvesi de ondan” dedi. iyice şaşırıp, “abi ben ankara'dan gelmiş, burada askerlik yapan bir gençlerbirliği taraftarıyım. nasıl gençlerbirliği’nin kahvesi burası?” diye üstelediğimde amca gayet sakin bir şekilde, “e, sen cavcav’ın gençlerbirliği’ni tutuyorsun bizimkisi alaşehir gençler birliği” diye yapıştırmıştı cevabı.
öyle ya, iki kuşak yetişecek bir süre zarfında aynı kulübün başında olursanız, yetişen kuşaklar da sizi o kulüple özdeşleştirirler.
işte bu yüzden; yıllar yılar geçse de, her kim aklında gençlerbirliği’ni getirirse, beraberinde ilhan cavcav ismini de hatırlayacak…