şükrü ersoy'u viyana'daki bir lig maçında simmering'e karşı seyrettim.
maç birinci lig'den düşecekleri tahmin edilen iki takımın puan savaşıydı aslında...
şükrü'de değişiklikler gördüm. topa önündeki arkadaşlarına eliyle atması, ceza sahasında güven vermesi ve kornere zamanında çıkması... istanbul'da her korner atışından fenerbahçe'li arkadaşlarının yüreğini ağzına gettirdiği geldi aklıma, şükrü'yü seyrederken... daha çevikleşmişti, daha kuvvetlenmişti... daha büyümüştü... bir aralık simmering santraforu, santrhafı geçti, kaleye yaklaştı va bombasını attı... şükrü, çelik bir yaydan fırlarcasına ok gibi attı kendini köşeye. simmering'li taraftarlar dahi bu muhteşem kurtarışı alkışlamak için ayağa kalkmışlardı.
sükrü'de değişmeyen huylar da vardı: iki direğin arasında fıkır fıkır kaynaması ve durmadan ciklet çiğnemesi va ikide bir çoraplarını çekmesi... bunlar bir kusur sayılmayacağına göre. şükrü'nün austria’daki 4 yıllık futbol hayatının niçin başarılı geçtiği anlaşılacaktır...
iki kaleci yanyana
garip bir tesadüf, sükrü’nün takımı austria salzburg, viyana’daki maçını özcan arkoç'un mahallesi olan simmering'de oynadı va penaltıdan yediği golle 0 kaybetti. özcan oyundan evvel eski takım arkadaşına ve bir hafta sonraki rakibine - özcan'lı austria, şükrü'lü austria'yı salzburg'da bir hafta sonra 6-1 yenecekti - iyi şanslar dilemiş, yanaklarından öpmüş ve seyirciler iki türk kalecisinden o arada imza üstüne imza almışlardı. doğrusu, ikisinden çok, türk futbolu için sevinç ve gurur verici bir sahneydi. gözlerim yasardı...
şükrü avusturya’da oynayan futbolcularımızın en eskisi... 4 sene evvel molnar'ın dâveti üzerine salzburg'a gitmiş ve ancak o sene takımı ikinci kümeye düşmüştü. şükrü tam iki yıl salzburg'a kaleci olarak hizmet etti. ikinci ligin en iyi kalecisi seçildi. ve geçen sene salzburg
austria tekrar birinci lige çıkarken bütün avusturya basını bunun önce şükrü'nün başarısı olduğunu yazmak erkekliğini göstermişti.
«bizim futbolün bir değeri yok»
şükrü ile buluşmamız fenerbahçe ile galatasaray'ın bir gecede 10 gol yedikleri günlere rastlıyordu. «utandım arkadaşlarımdan» diye söze başladı milli kaleci. «biz burada köylere kadar gidip memleketimizin —propagandasını yapıyoruz. sonra bir köy takımı çıkıyor. galatasaray gibi bir takıma 5 gol atıyor. ( http://www.macanilari.com...saray-196519667001--.html) hazım edilir gibi değil.»
şükrü, futbolun gelişmesi için çim sahalar yapılmasını. türk kulüplerinin avrupa kulüpleri gibi futbol dâvâsını 8 - 10 yaşındaki çocukları ele alarak yürütmesini, genç takım lig'leri düzenlenmesini ve her profesyonel takımın avusturya'da olduğu gibi lig maçlarından evvel yedek takımlar (yâni (b) takımları) çıkarmasını şart koşuyordu... avusturya'da birinci takımları önce yedekleri ayakta tutuyordu şükrü'ye göre...
35 yaşındaki futbolcumuz bir önemli noktaya daha parmak bastı; «bizde spor işleri babadan kalma usullerle yönetilmektedir. bir antrenörün iki maçta görevinden atıldığı, kulüp yönetim kurallarının bir mağlûbiyette çekildiği tek memleket türkiyedir.»
avusturya, ya da avrupa futbolu ile türk futbolu arasındaki fark ise doğrudan doğruya sistem ve disiplinden doğmaktaydı. şükrü bir misâl olarak şunu anlattı: «burada her futbolcunun, futbolun dışında da bir işi vardır. herkes çalıştığı için antrenmanlar sabahın saat 6'sında başlar, 8'inde biter. bu hergün böyledir. söyler misiniz bana, bizde sabah altıda, tatlı uykusunu feda edip, idmana çıkacak kaç kişi vardır?»