ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
yer leeds. 2-0 biten ilk maçtan onüç gün sonra iki ingiliz'in cenazeleri kalkacak iki gün sonra da rövanş maçı var. cenazeler büyük bir ihtimam içinde kiliseye getirildi. kilise çevresinde çok sayıda türk gazeteci. spor muhabirlerinin yanında habercilerin tümü orada. kimse sesini çıkarmıyordu. kiliseye iri kıyım tipler geliyordu. ne oldukları belli. ama tek bir sataşma yok. tek bir laf yok. polis bile toplasan beş tane.
türk gazeteciler konuşmaya korkuyorlardı. yüksek sesle konuşan hemen uyarılıyordu. önlerinden gelip geçenlere sadece bakıyorlardı. bir tanesi tam dazlak. siyah takım elbise giyiyor. kafası yara bere içinde. gazeteci ile göz göze geldi. bir şey söyleyecek söylemiyor. sadece kafasını sallıyordu.
o sırada gazetecinin telefonu çaldı. o sessizlikte kilisenin çanı gibi. hemen tuşa basıp telefonu açtı. karşıda eşi. ev yaptırıyorlardı. mutfakçı ile sorun var. eşi durumun farkında değildi...
"mutfağın rengi kestane mi olsun, meşe mi?" "kızım başlatma mutfağa. o mutfakta yemek yememi istiyorsan hemen kapat." son sözü de "meşe meşe..." oluyordu. hava öylesine gergin ki dokunsan patlayacak. gazetecilerin tümünün içinde kaçma duygusu hakim. ama kimse kendine yediremiyordu. herkes görevini yapıyordu.
içeride kilise rahibinin söylediği sözler daha önceden basılı hale getirilmişti. "biz sporu sadece spor için yapan insanlarız. hiçbir kin sporun bu duygularına gölge düşüremez. aramızdan ayrılanları tanıyoruz. onlar sadece spor için takım ruhları için mücadele eden iki insandı. ama artık aramızda ayrıldılar. onları saygıyla anıyoruz." cenaze bittiğinde herkes aynı şekilde dağılırken, gazeteciler de yavaş ama koşar adımlarla oradan uzaklaşıyorlardı...
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
bizim milletvekilleri de maçta, bir grup halinde oturmuşlar sessiz ve boynu bükük. onlar da şarkıyı dinliyordu ama bazıları hâlâ neden geldiğini bilmiyordu. maç sırasında çevrelerine sordukları sorular unutulur gibi değil. "yahu bu hagi'yi neden milli takıma almıyorlar?" "bana hakan'ı gösterin. kim o?" "taffarel hangisi?"
hele bir tanesi yanında bulunan ve o zaman cine 5'in sahibi erol aksoy ile maç boyunca galatasaray kulübü başkanı faruk süren diye konuşup durmuş. aksoy sonunda dayanamamış isyan etmiş. "yeter kardeşim. ben değilim. ben erol aksoy'um" demek zorunda kalmış.
o maç için milletvekillerine bilet vermek de bir hayli dert olmuştu. bir yönetici anap milletvekili rasim zaimoğlu'nun kendilerine "yaa siz her maça gidiyorsunuz. biz de bu maça gidelim" dediği iddia edelir. çünkü bilet bulmak çok zordur. uefa türk taraftarlara maçı yasakladığı için sadece vip biletleri vardı. bu biletler için tbmm başkanı bile devreye girdi. yönetime "ben başkanım. bütün biletleri bana verin" dedi.
maç günü ise çok komikti. takımın oteli milletvekili doluydu. takımın otobüsü kapıya gelmişti. futbolcular otobüse binerken milletvekilleri otelin merdiveninde toplandılar. futbolcular bu ânı "sanki avrupa birliği liderlerinin hatıra fotoğrafı gibiydi" diye yorumlarlar. milletvekilleri otobüs hareket ederken el sallamaya başlarlar. futbolcular da aynı şekilde karşılık verir ama otobüste yoğun bir kahkaha tufanı hakimdir.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
gazeteci foto muhabiri vedat danacı ile birlikte basın toplantısından sonra hemen takımın otobüsünün yanına gittiler. otobüs öyle bir yerde duruyor ki, tam leeds united'lı taraftarların bulunduğu barın hemen yanında. ortalıkta sadece birkaç polis vardı. onlar da motorlu eskort. otobüsün önünde bekliyorlardı. gerisi hepsi turuncu mont giyen kulübün özel güvenlik elemanları.
takım otobüsün içine binmiş bile. o sırada barda bulunan leedsliler camlardan küfüre başladılar. hepsi körkütük. allahtan kapıyı güvenlik elemanları tutmuştu.
gazeteci ile danacı tam arada kaldı. türk oldukları belliydi. otobüs'te bulunan oyuncular garip garip onlara bakıyorlardı. biraz da korku vardı. camdan onları gören futbolcular el işaretleri ile "deli misiniz siz" diyorlardı. fatih terim camdan hemen gidin buradan diye uyarıyordu.
o sıra gerginlik boyutu iyice artmıştı. polis ise hâlâ otobüsü tutuyordu. bu sırada eser özaltındere orta parmağını kullanarak leedsli taraftarlara camdan el hareketi yaptı.
o anda ortalık karıştı. otobüsü ve gazetecileri korumaya çalışan güvenlik elemanları bile ters döndü. otobüse saldırmaları an meselesiydi. bu arada gazeteci ve vedat danacı arkalı önlü tükürük yağmuruna tutuldu. arada bir tekmeler savruluyordu. camlardan sürekli "katiller arkadaşlarımızı öldürdünüz," diye bağırıyorlardı. korumalar otobüsü iyice sarmış durumdaydılar. eser hocanın olduğu camı parçalayacaklardı ama tutuyorlar kendilerini. bu arada siyahlar giymiş bir sarhoş ön cama giderek fatih terim'in önünde haç işareti çıkarıyordu. bu hareketi sürekli tekrarlıyordu ama fatih hoca sadece tebessüm ediyordu. bu arada bardaki sarhoşlar artık kapıya sarkmış durumda eğer oradan bir kurtulabilseler otobüste bulunan herkes linç olacak...
linçe bir adım kalmıştı çünkü barın kapısıyla otobüs arasında neredeyse sadece on metre vardı. gazeteci ile vedat kaçmak istiyordu ama bir olay olur diye kaçmıyorlardı çünkü orada bulunan tek türk gazeteci onlardı. olay çıksa bir tek onlar yakalayacaktı. bu yüzden tükürük duşuna yarabbi şükür diyorlardı. omuz atanlar, çarpanlar, yüzlerine küfür edenler, "öleceksiniz" diyenler hepsi orada...
işte tam o sırada az sayıdaki polis durumun öneminin farkına vardı. eskortlar hemen gaza basıp otobüsü oradan harekete ettirdiler. otobüs hızla uzaklaşırken, gazeteci ve vedat da tırıs tırıs oradan kaçıyorlardı.
bu olay bu boyutuyla ne milliyet gazetesi'nde ne de diğer basında yeraldı. çünkü finale çıkmanın verdiği mutluluk her şeyi unutturmuştu. ancak o stadın karanlık köşesinde meydana gelen bu olay neredeyse dünya futbol tarihinin en büyük faciasına neden olacaktı.
tabii ki leeds olayları orada bitmedi. bizler de bitti sanıyorduk ama bitmedi. bunu çok kısa bir süre sonra görecektik. ama takımın otobüsü oradan uzaklaşırken uzun boylu, kolları çok iri, dazlak ve çenesinin altında bir yara izi olan 20-25 yaşlarında bir genç kafilenin asla duyamayacağını bile bile bir çığlık attı. "biz asla unutmayacağız. kopenhag'ı hep hatırlayacaksınız..."
gazeteci bunun ne demek olduğunu önce anlamadı. ama kafasının bir yerine yazdı. ve o genç sarhoşun ne demek istediğini çok değil onbeş gün sonra arsenal ile yapılacak olan final maçında daha iyi anlayacaktı.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
leeds'de galatasaray tam bir koruma altındaydı. hele galatasaray ile ingiltere'ye gelen özel türk polis timi, sanki james bond filminden çıkıp gelmiş gibiydiler. aynı tip elbiseler, aynı fabrikadan çıkma güneş gözlükleri, hiç gülmeyen yüzler...
işini bilen bir ekipti. ve ingiliz polisi bile silah taşımazken özel güvenlik statüsü ile her biri silah taşıyordu. ancak hiç kimse bu silahları bir kez bile görmedi. usta oldukları her hallerinden belliydi ama ne olursa olsun biraz abartılıydı halleri. hele takımın kaldığı otelde aldıkları önlemler herkesi şaşırtmıştı. vardiya halinde nöbet tuttular, sokaklarda, otelin bahçesinde sürekli devriye gezdiler, her katta önlem aldılar. kendi özel telsizleri ile haberleştiler. maç günü otele bir çift geldi. çiftin üstü başı berbat, kılıksızdı. hemen altı okka köşeye yapıştırıverdiler ama insancıklar ingiliz polisi çıktı.
takım antrenmana geldiği zaman bir taraftar hakan şükür'e çiçek vermek istedi. polis öyle bir uçtu ki, "durrr" diye bağırdı. hakan şöyle bir irkildi. çocuk korkudan kalıverdi. polis çiçeği kapıp kontrol etti. sonra "tamam alabilirsin" dedi.