çok büyük bir napolili taraftar grubu oyuncuları ve onları şampiyon yapan efsane maradona yüzünden maçta arjantin'i desteklemiştir
italyada ise roberto baggio maça yedek başlamış,ikinci yarı da oyuna girmştir. fakat maç penaltılara gider ve italya, arjantin'e penaltılarda elenir.
baggio'yu ilk onbire almayarak çok eleştirilen teknik direktor vicini gerekçe olarak baggio'nun yorgunluğundan bahseder. o maç için baggio ileride şöyle söyleyecektir; "ne yorgunluğu? daha 23 yaşındaydım ve çimleri yiyecek kadar futbola açtım".
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında güntekin onay'ın "'90 italya'yı italya'da izlemek" başlıklı yazısından;
çeyrek final eşleşmeleri de belli oldu... açıkçası hiçbir maç o kadar cazip değildi... ev sahibi italya, maçlarını roma'da oynuyordu ve irlanda ile eşleşmişti. ayrıca roma çok uzaktı... arjantin-yugoslavya, kamerun-ingiltere ve çekoslavakya-almanya maçları da para harcamaya değmezdi. çare yoktu... yarı finalleri bekleyecektik...
maradonalı arjantin, penaltılarla da olsa yugoslavya'yı elerken; italya, irlanda'yı 1-0'la geçti. bu iki takım yarı finalist olmuşlardı ve yarı final maçı napoli'de oynanacaktı. diğer yarı final ise yine torino'daydı ve ingiltere-almanya rakip olmuşlardı. kupanın en heyecanlı maçlarından biriydi ingiltere-almanya maçı... gascoigne'li, waddle'lı, lineker'lı, platt'lı ingiltere daha iyi oynamasına ve bir topu direkten dönmesine rağmen kazanamadı, maç 1-1 bitti. penaltılarla ilk finalist belli oldu: almanya.
biz ise italya-arjantin maçı için çoktan napoli'deydik... napoli'deki maç uzun yıllar akıllardan çıkmayacak bir boyut kazanmıştı. halk ikiye bölünmüştü. fanatik napoli taraftarları ve italyanlar...
şimdi diyeceksiniz ki napoli taraftarları italyan değil mi?
napoli belki nüfus olarak italya'nın üçüncü büyük şehriydi, ancak güneyli ve fakirdi... zengin ve kibirli kuzeyliler, yıllarca napolilileri adam yerine koymamış ve her fırsatta aşağılamışlardı... güneye yakın olmasına rağmen başkent romalılarda öyle... hatta napolililer kuzeylilere göre italyan bile değildi! çoğu onları, hırsız, köylü, balıkçı diye aşağılıyordu...
o yıllarda dünya futbolunun 1 numarası maradona, napoli'de oynuyordu ve mavi-beyazlı takımın tarihinde kazandığı iki şampiyonlukta da başrol oynamıştı ('87 ve '89 yılları).
hatta müthiş bücür napoli'ye uefa kupası bile kazandırmıştı. yıllarca ezilen napoli halkı için inanılmaz bir mucizeydi bu... 65 yıl boyunca bir sıra takımı olan napoli, maradona ile zengin kuzeylilerin takımlarına; juventus'a, milan'a, ınter'e, torino'ya, sampdoria'ya meydan okuyor onları yeniyordu! hatta kendilerinin en büyük düşmanı aşırı sağcıların takımı verona'yı ve nefret ettikleri, başkentin ekipleri roma ile lazio'yu da sürekli deviriyordu... tüm italya'daki napoliler maradona'yı taparcasına seviyordu... zaten italyan göçmeni bir ailenin çocuğu olan, buenos aires'in kenar mahallesi fiorita'da büyümüş maradona da onlardan biriydi.
maradona, italya-arjantin maçı öncesi medyaya işte bu olay yaratacak beyanatı verdi:
"napoli halkı! san paulo stadı'nı doldurun ve 364 gün sizi unutan, sadece bugün için hatırlayan italyanları değil gelin size büyük mutlulukları yaşatan, sizden biri olan maradona'yı destekleyin..."
işte maradona, verdiği bu beyanatla italya'yı karıştırdı. tüm ülke ayağa kalktı. çizme maradona'yı küstahlıkla suçlarken napoli kenti bile ikiye bölündü. bu tartışmalar sürerken diego'nun takımı arjantin, italya'yı penaltılarla eledi ve finale kaldı. maradona bir kez daha başarmıştı. maç öncesi yarattığı gerginlik arjantin milli takımına yaramıştı. ancak maradona, zaten napoli haricinde nefret edildiği italya'da bu açıklamasıyla kendi ipini iyice çekmiş oluyordu... (müteakip yıllarda maradona'ya, başta medya ve diğer güçler adeta savaş açtı, arjantinli yıldız için italya macerası noktalandı.)
tekrar kupaya dönüyorum... biz de mutluyduk. çünkü arjantin'i desteklemiş ve bir kez daha çıplak gözle maradona'yı izlemiştik. bu arada finalin adı da belli olmuştu: almanya-arjantin...
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında bağış erten'in "diego armando maradona: kadere, mucizeye, inanca ve hüsrana dair bir deneme" başlıklı yazısından;
derken efendim, ikinci olgunlaşma enstitüsü sınavı gelir: '90 dünya kupası. sanılanın aksine o bir öncekinde her şeyi tek başına yapmamıştır. tango en az iki kişilik bir danstır ve diego bunu iyi bilir. mamafih, takımdaşları/yoldaşları bir önceki kadar mahir değildir. şimdilerde zidane'ı, figo'yu takım içinde yıldız diye pohpohlayanlar, bilmezler ki, mesela co-pilot olarak halihazırdaki herhangi bir fransız (mesela petit), portekizli (mesela xavier) ya da brezilyalı (mesela ze roberto) orta saha futbolcusunu bizim 10 numara'nın yanına verseniz önce yılın çırağı olur, sonra da en iyi yardımcı oyuncu... ama eldeki kumaştan iyi birşeyler dikmek için yeterli deneyime sahiptir diego ve takımı ona göre örgütler. 'iyi top oynamıyorlar' diye arjantin'e sitemde bulunanlar bile gözlerini bizim bücürden alamazlar. bu kupayı en iyi anlatan şey bir fotoğraf karesi aslında: maradona topa basmış ileri bakıyor, karşısında altı futbolcu ise, hakkında verilecek kararın insaflılık rekoltesini artırmak için çaresiz bekleyen mahk um gibi topa gözlerini dikmiş bekliyorlar!
'90 italya'yı maradona gözlüklerinden baktığınızda iki cümle yeterlidir: 'ben size iki şampiyonluk verdim, peki italya size ne verdi'' ve ' kupamı çaldılar.'
âdettendir, saymaya birden başlanır. diego'nun sihirli dokunuşlarıyla ama biraz da düşe kalka arjantin yarı finaldedir -ki çeyrek finalde maradona bu sefer kendisine müdafaa diyen brezilya savunmasını dağıtmış ve canigga'ya 'al, ne yaparsan yap' demiş, italya'nın karşısına öyle dikilmiştir.
yine yönetmenin inandırıcılığının sorgulandığı bir rastlantı söz konusudur: maç napoli'dedir. hani maradona'nın egemenliğini ilan ettiği şehir, hani fakirlikten anası ağlarken mavi formalı adamlar sayesinde mağrur bir sırıtışla kuzey'e gıcık veren şehir, hani 'ver kurtul'cuların safra zannedip atmaya kalktığı akdeniz'le çevrili güzel şehir... velhasıl, italya'da yapılan bir kupada, italya'nın üvey evlatları napoliler manevi kardeşlerini desteklemeyi, hain babaya tercih ederler. oysa ulus-devletlerin iyiden iyiye sorgulanması için henüz erkendir! inananların duaları kabul olur, arjantin finaldedir. bücür hayalleri açısından dejavu'nun eşiğindedir. kupaya bir doksan dakika vardır. ama 'kara adamlar' (tıpkı martin mystere maceralarında olduğu gibi) her şeyin olacağına varmasını sevmezler! şaibeli bir penaltı, ali aydıngil bir enflasyonda kırmızı kartlar rüyadan uyandırır; hem maradona'yı, hem 'iyiler elbet kazanır'a inanan napolilileri, latin amerikalıları, dünyanın zincirli zincirsiz bütün ezilenlerini. yapacak hiçbir şey yoktur; futbolun lordlar kamarası demir leydi'den daha zalimdir.
kaybedilmiş final sonrası maradona'nın yüzünü hatırlayalım hep birlikte. kimseyi suçlayan bir mimik var mı o yüzde' kesinlikle yok. çaresizlik, evet sadece çaresizlik...ellerini kavuşturup tanrı'ya yalvarmaya bayılan bu küçük soğan'ın yapacak bir tek şeyi vardır bu anda: ağlamak. devam ettikçe insanı açan değil, daha beter karartan bir ağlama. boşaltan değil dolduran, sakinleştiren değil kızdıran... kupasını çalmışlardır, ağlamayıp ne yapsın... bir arkadaş o ağladığında herkes ağlar diyordu, yakın bir zamanda... hani zırt pırt devreye girmeye çalışan bu satırların yazarı var ya, o da ağlamıştı zaten, hıçkırarak... ya siz?
tribün dergi sayı 3'de yer alan ali murat atay'ın "bir gezginin futbol notları" başlıklı yazısından;
güney amerika’da bir bakarsınız, arjantin ve şili bir ufacık göl yüzünden neredeyse savaşa girer gibi olurlar, ekvador ve peru’da, belirsiz sınırlar yüzünden “gibi”yi bırakıp savaşırlarda. “acaba” derdim, “bunlar da biz ve yunanistan gibi midir?” pek yanılmışım. ‘90 dünya kupası’nı hatırlarsınız... arjantin paldır küldür yarı finale kadar gelmişti, çok kötü oynuyorlardı, kimse onların oraya kadar gelmesini beklemiyordu, kamerun’a yenilmeler falan... neyse, yarı finalde italya’da italya ile maçlarını penaltılar sonucu 4-3 alıp herkesi yanılttılar. ekvador’un başkenti quito’daydim. tüm kent bir anda hareketlendi, millet kamyonetlere falan doluşup geçitlere başladı, her yerde müzik, korna... çok güzeldi doğrusu. ne de olsa bir kez daha g. amerika 1 - avrupa 0 olmuştu. her dünya kupası’nda g. amerika gazetelerinde kupanın tarihinden, o zamana kadar yapılan maçların kaçını avrupa kaçını g. amerika kazanmıştır falan uzun uzun söz edilir. “avrupa avrupa, duy sesimizi” durumu bizden bin beterdir yani.