bağış erten ve mustafa görkem doğan'ın takımdan ayrı düz koşu kitabında yer alan "bonservisim türk varlığına armağan olsun - türkiye'de yabancı futbolcular" başlıklı yazısından;
cevad prekazi...
simoviç'ten bir sezon sonra geldi cimbom'a. şatafatıyla değil sessiz sedasız düştü yeşil sahalara. ama, bu 35.5 numara ayakkabı giyen, solak, kosovalı arnavut kısa zamanda kalitesini kanıtladı... arnavutluk sayılmasa bile, küçük ayaklı ve solak olmak avantajdır futbolda; tabii eğer bunlar aventaja çevirebilecek yeteneğiniz varsa... cevat'ın yetenekten yana eksiği yoktu; sıskacık bacaklarla füze gibi şut çeker, frikikten fol atar (köln'de monaco'ya attığı golden sonra "ağlamak istemeyen" kaç kişi vardı ki), adrese teslim orta yapar, hatta formasıyla caka bile satardı. öyle ki prekazi'nin 8 numaralı forması 10 numaralı formanın sokak aralarındaki hegomanyasını bile deldi (bu satırların yazarlarından birinini prekazi'ni giymiş olduğu sekiz numaralı bir formaya sahip bir arkadaşı var, "arkaşınınsa ona ne" demeyin; kaçınız bir efsanenin formasıyla aynı takımda top oynadınız!).
o dönemin "bir başka" topçuşuydu o. pek çok başka usta ayak gibi tekmelik takmaktan hazzetmez, hep düşük konçlarla oynar; fazla koşmaz, topu koştururdu. fifa tekmelik kullanmayı zorunlu hale getirince, önce üsule boyun eğer, ama çok geçmez, o "fazlalıkları" bir kenara fırlatır ve maçı tekmeliksiz sürdürürdü. hakemler de, böyle aksesuarların iyi futbolcuyu "bozduğunu" bildiklerinden ya da yıldızlara hürmetten ona müsamaha gösterirdi. ama ne yazık ki, taraftarın sevgilisi olmak onu önce bakırköy'e sonra altay'a gitmekten alıkoymadı. böylesi bir efsaneyi kapı dışarı koymanın faturası kime kesildi bilemiyoruz. fakat, o hep klasını korudu ve (tüm ısrarlara rağmen) fener'e gitmedi...
ilk basımı 2000 olan ahmet çakır'ın "o bir imparator" kitabından;
fatih terim'in siyasetle ilgisi kapsamında turgut özal'laa ilişkisi ve ona bakışı da ilginçtir. imparator. özal'a hayranlığını hiçbir zaman gizlemeye gerek görmemiştir. onun düşmanlarının da az olmadığının bilinciyle biraz dikkatli olmaya özen gösterse de. konunun açıldığı her yerde özal'ın ülkemize kazandırdıklarını öne çıkarır. imparator'un özal sevgisinin temelinde ankaragücü teknik direktörü olduğu dönemde gelip maçlarını izlemesi ve sonrasında da tsyd lokalinde kendisiyle konuşması gelir. koskoca başbakan'in böyle bir konuyla ilgilenmesi şaşırtıcıdır. çünkü bizim başbakanların sporla ve futbolla ilgilendiklerini görmek büyük bir olaydır. şükrü saraçoğlu'ndan bu yana futbol üzerine üstüste birkaç cümle konuşabilecek bir başbakanımız olmamıştır.
özal ise, her konudaki şaşırtıcı ilgisini ve kaçınılmaz olarak biraz yüzeysel kalsa da bilgisini bu olayda da gösterecektir.
örneğin, 1989 yılında köln'de oynanan avrupa şampiyon kulüpler kupası çeyrek final ikinci maçı öncesinde imparatorla bir konuşması onu çok etkileyecektir.
gerçi imparator o dönemde ankaragücü teknik direktörüdür ama özal, galatasaray'dan söz ederken, "sizinkiler" der ve ekler, "söyle onlara, dikkatli olsunlar!"
"hangi konuda efendim ?"
"bu mevsimde köln'de akşamlan kırağı olur, ona göre uygun kramponlarla sahaya çıksınlar."
o saatte kırağı olup olamayacağı bir yana. özal'ın pek çok konuda buna benzer pratik bilgisi ve çözüm önerileri mevcuttur.
elbette ki onun futbolumuza getirdiği özerktik, bu tur pratik çözümlerin doruğu olarak kabul edilmelidir.
ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
köln'deki duvarlar
müthiş bir fizik kavga iki lakım arasında... iki takınım defansındaki ofansif ikililer istanbul trafiği gibi kilitli.
bir tarafta tanju, prekazi, uğur bir yarım saha ayak hapsinde. öteki tarafta ferratge, weath, fofana, hoddle forvet harekeli yapmaktan ilk yarı dakikaları boyunca men...
defansların öldürücü bir pres yaptıkları hareketlerin fizik olarak, darbe olarak bıçaklaştığı bir yarı saha oyunu seyrediyoruz.
nerde televizyonda 15 gün önce bir tatlı tembellik tefrikası olan ilk galatasaray-monaco maçı. essnemeler, tatlı tembellikler ve monaco sarayı'nın bahçesinde bir burjuva pikniği halinde geçen ilk maçtan sonra, iki takımın da defansla pek açık vermediği müthiş savunmalı bir maç seyrediyoruz, futbolda borazan ve umumlardan kurulu bir haya orkestrasını yönelen yerli şefler dün akşam köln'de iki takım defansının oyununda yarattığı geçilmezliklere tanık olup bir ekip anatomisinde savunma yapmanın ne önemli bir organ olduğuna tantklık etliler.
yalnız havyarla yaşanmadığı gibi bir futbol takımı sadece hücum yiyerek beslenmez.
simoviç'in dün vücudu ile gördüğü amoros'un füzesi ilk yarının tek müthiş manzarası olarak maç saatinin içine girerken futbolda defans karakterinin en çarpıcı takadı idi.
* * *
bu olağanüstü galatasaray defansı içinden ilk başta tanju isminde bir kahraman nasıl çıkmışsa sarı-kırmızılı ilahlar bu maçın ikinci devresinin başında yıllarca anlatılacak bir bazuka prekazi'yi koydular köln arenasına.
türkiye futbolda türkiye olalı, türk takımları avrupa kupalarında iştirakçi olalı, dün gece galatasaray'ın köln'de yazdığı destanı yazmadı. alan savunmasının bu kadar zenginleştiği bu kadar hatasız bir destan şeklinde verildiği, simoviç'in bir ahtapot haline geldiği çok az galatasaray ve enternasyonal maç seyretti.
yediği şok beraberlik golünü bu büyük zaferin içinden çıkart galatasaray. sen türk futbolunda tek tarihi büyüksün artık.
şampanya kadehleri üç oldu. biri hayatlarını bir maça bu kadar veren futbolculara. ikincisi bir türk antrenörü olarak bir türk takımını avrupa kupalarında ilk defa yarı finale çıkaran mustafa'ya. üçüncüsü maçın dışındaki takım ergun görsoy'a.
58 yaşın başındayım. en mutlu gecem galatasaray ile sarmaş dolaş.