maradona, 1986 meksika dünya kupası'nda kupayı kazanan arjantin takımının kaptanıdır. arjantin finalde almanya'yla karşılaşıp yener, ama daha önce ingiltere'yle yaptığı maç daha önemlidir; çünkü iki ülkeyi karşı karşıya getiren falkland savaşının anıları çok tazedir...maradona anlatıyor:
bu maç bizim için bir final gibiydi. çünkü, bir takıma karşı değil, bir ülkeye karşı kazanmış olacaktık. maçtan önce futbolun falkland (malvinas) savaşı'yla ilgisi olmadığını söyleyip duruyorduk ama, orada birçok arjantinli çocuk ölmüştü, onları kuş yavruları gibi öldürmüşlerdi... bu bir rövanş olacaktı, sanki malvinas'ı geri alacaktık. yaptığımız röportajlarda hepimiz de bunları birbirine karıştırmamak lazım filan diyorduk, ama yalandı hepsi, düpedüz yalan! işte bunun için, sanırım attığım gol, golden öte bir şeydi. aslında iki gol atmıştım, ikisinin de zevki ayrıydı.
bazen, ilk attığım, elimle attığım gol daha çok hoşuma gidiyor. o sıralarda söyleyemediğimi şimdi söyleyebilirim artık, o dönemde golü ‘‘tanrı'nın eli’’ diye açıklamıştım. ne tanrı'sı yahu! diego'nun eliydi basbayağı!
kimse farkına varmadı: kendimi bütün gücümle fırlattım. bu kadar yükseğe nasıl zıplayabildim, bilmiyorum. sol yumruğumu ve kafamı geriye attım, kaleci shilton, peter shilton anlamadı ve arkadan gelen fenwick itiraz eden ilk kişi oldu. bir şey gördüğünden değil, zıplayarak kaleciyi nasıl aştığımı anlayamadığından. yan hakemin saha ortasına doğru koştuğunu görünce, babamın bulunduğu tribünlere doğru koştum, bağırdım. bizim ihtiyar beline kadar sarkmıştı, golü kafamla attığımdan emindi! sol yumruğumu golü kutlamak içinmiş gibi yukarda tutuyor, bir yandan da hakemlerin nerede olduğuna, birşeyden şüphelenip şüphelenmediklerine bakıyordum. hiçbiri birşey anlamamıştı. ingilizler protesto ediyorlardı, valdano da parmağını dudaklarına götürmüş, şşşşt yapıyordu bana, hastanedeki hemşire fotoğrafları gibi.
'kişi kültü'nde diego armando maradona'nın mertebesine ulaşılamaz. ona iman edenler, üç sene önce, arjantin'in rosario şehrinde "maradona tanrı'nın eli kilisesi"ni kurdular" 400 kişiyle kurulan kilisenin üye sayısı 20 bini geçti. doğduğu 1960'ı sıfır yılı sayıyor, 1960 öncesi yılları d.ö. (diego'dan önce), sonrasını d.s. diye kodluyorlar. kutsal günleri: 30 ekim, maradona'nın doğumgünü ve 22 haziran, maradona'nın 1986 dünya kupası'nda ingiltere'ye o golleri attığı gün. kilisenin ilmihalinde, ilahın ingiltere'ye elle attığı ilk gol, futbolun ölümünü temsil ediyor. ama onun bağlıları, bunun aslında, maradona'nın insanları uyanmaya ve kurtuluşa çağırmak, halkını mutlu etmek için verdiği bir kurban olduğu tefsirini getiriyorlar!
maradona kilisesi'nde imanın şartları şöyle: futbolu her şeyden fazla sevmek, diego'ya koşulsuz sevgisini beyan etmek, onu asla sadece bir takıma mahsus saymamak, arjantin milli formasına hürmet, maradona'nın mucizelerini tüm dünyaya yaymak, vaazını verdiği kutsal yerleri (oynadığı stadları) ziyaret etmek, ikinci isim olarak diego'yu almak ve erkek çocuğuna onun adını vermek. amin.
ayinlerinde, ilahlarının videolarını izliyor, onun otobiyografisini okuyor, "diegomuz" duasını zikrediyor, bu arada da biraz incil bakıyorlar. zındıklık ithamlarına, katıksız katolikler olduklarını söyleyerek karşı çıkıyorlar. "olayımız dini değil folklorik" diyorlar - ama "aklımızın tanrısı isa, kalbimizin tanrısı maradona" diye eklemeden de edemiyorlar!
kaynak: tanıl bora'nın "karhanede romantizm: futbol yazıları" adlı kitabında bulunan "çalıma kaçmak, çalımdan kaçmak" başlıklı yazısı.
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
çeyrek finalin uzatmalı, penaltılı üç maçından sonra, normal koşullarda geçen, yani doksan dakikada biten tek karşılaşması başlıyor: arjantin-ingiltere... o günlerde bu iki ülkenin hangi alanda olursa olsun, karşı karşıya gelmesi, tüm dünyada kaygı uyandırırdı, kuşkuyla izlenirdi. çünkü iki devlet hafiften hafiften bir "savaş" havasına girmişti. "falkland krizi", dünyanın her yerinde büyük yankılar yaratmış, devlet adamları böyle bir savaşın önüne geçmek için kolları sıvamışlardı. son maçlarında giderek daha büyüyen maradona ise, verdiği demeçlerle hem sahadaki, hem siyasetteki kavgayı körüklüyordu sanki... ya da, futbolun yanında politika "ofsayt"ta kalmıştı. tunuslu hakem bennaceur'un düdüğüyle arjantin-ingiltere maçı başladı. azteca stadı'nda elli bini aşkın seyirci vardı. oyun güzel futbolla dolu, fazla sertlik görülmeden, normal geçiyordu. karşılıklı ataklar ve karşılıklı kurtarışlarla ilk yarı golsüz kapanmıştı.
2. yanda maradona giderek "dev"leşiyor, adeta sahanın tek hakimi oluyordu. ayaklarında mıknatıs vardı sanki... her top onu buluyordu, ikinci yarı başlayalı beş dakika olmuştu. ingiliz kalesinde en büyük tehlike de bu dakikada doğdu: havadan gelen topa kaleci shilton çıkış yaptığı anda, maradona da "bücür" boyu ile öyle bir sıçramıştı ki... shilton aciz kalıyor, topa dokunamıyordu bile... maradona ise öyle bir dokunuyordu ki... top ağlarla kucaklaşıyordu. tribünlerin yarısı "goool" diye çılgınca coşarken, öbür yarısı da "gol değil..." diye feryat ediyordu. doğrusu bana da "elle attı" gibi gelmişti ama... bir düşündüm, kafayı vurduğunu da görmüştüm. gene maradona çözecekti bu büyük bulmacayı... ve "evet, biraz kafa, biraz el" diye itiraf edecekti. tabii 1986 dünya kupası'nın en büyük yıldızı kabul edilen arjantinli, demeci bu kadar kısa tutmayacak, daha neler neler ekleyecekti... "evet, golü sadece kafa ile atmadım. biraz el, biraz kafa... ammaaa benim elim değildi o... tanrının eli de vardı orda..."
maç bu golle bitmeyecekti, fakat ingiliz takımı bu golle bitmişti. gerçekten beş dakika sonra gene maradona, bu kez nefis bir atakla ikinci golü de ingiliz kalesine gönderecekti. kupanın yıldızı, maçtan sonraki basın toplantısında "evet, ilk golü biraz el, biraz da kafayla attım" diye itiraf ettikten sonra ekranda o gol seyredilecek ve topa elle müdahale açık açık görünecekti. ingiliz menajeri bobby robson, bu açık hatadan ötürü golün sayılamayacağını, maçın tekrar edilmesi gerektiğini öne sürmüş, ancak atı alan üsküdar'ı değil de, meksika'yı geçmişti. maradona, ikinci golü nasıl attığını da şöyle anlatmıştı: "1-0 öne geçmenin keyfi içinde topu tekrar yakalamıştım. daha doğrusu burruchaga nefis bir pasla bana aktarmış, ben de sürmeye başlamıştım. yanımdan koşan takım arkadaşım valdano'ya pas verecek gibi yaparak butcher'i geçtim. ama iyi bir çalım atmıştım ona, değil mi? sonra da fenwick'den sıyrıldım. iki defans oyuncusunun arasına girdiğimde, kaleci shilton'un kalesinden çıktığını fark ettiğim anda... kolaydı sonrası... topu kaleye yuvarlamak da iş miydi yani?"
maçın sonucu, arjantin'de halkı sokaklara dökülmüştü. meksika'da da benzeri gösterilere tanık olmultuk. finalleri seyregelen arjantinliler pek fazla değildi ama, öteki latinler de arjantin'in sevincine ortak oluyorlar, birlikte tezahürat yapıyorlardı. tabii arjantinliler, bu futbol galibiyetinin, aslında falkland savaşı'nın intikamını almak olduğunu bağıra çağıra dünyaya duyuyorlardı. falkland adalarını değilse de, ingiltere'den maçı aldık ya diyor da başka şey demiyorlardı... stad dışında yer yer birbiriyle kapışan ingiliz ve arjantinli futbolseverlere de rastlıyorduk. yumruk yumruğa kavgaları ayırmakta meksika polisi çoğu kez zorlanıyordu. haaa, bu maçın bir ilginç yanını unutuyordum. hemen ileteyim: 2-0'lık durum, arjantin futbolcularını kendinden geçirmişti, o arada fırsatı kaçırmayan lineker topu ağlara gönderiyor, durumu 2-1 yapıyordu. arjantin takımı bu gole adeta aldırmamış, sağlam bir savunma taktiğiyle saha dan galip çıkmayı bilmişti. ne var ki, o tek gol, ingiliz linekere "kupanın gol kralı" olma onurunu getirecekti.
ya ingiliz basını nasıl yorumlayacaktı bu maçı? işte size bu maçın ertesi günü çıkan ingiliz gazetelerinden başlıklar:
- "dışarıda kaldık... muhteşem maradona'nın muhteşem hilesi..." - "ne biçim el? hileye geldik... haydut maradona'nın elle attığı gol..." - "sihirbaz adama yenildik. maradona elle oynadı..." - "maradona'nın yumruğu, bizi knock-out etti..." - "maradona'lı arjantin, ınglitere'nin rüyasına son verdi..." - "arjantin kahramanının elle attığı gol, bizi yıktı..."
jorge valdano bu maçtaki 'o golle' ilgili şunu anlatır: "maçtan sonra maradona'yla konuşuyorduk. bana her çalımdan sonra kafasını kaldırp bana baktığını söyledi. asıl amacı bana pas atmakmış. ama benim dolu olduğumu görünce adamları birer birer geçmiş. yani o gol maradona'nın b planı'ymış. a planı bana pas atmakmış!"
jorge valdano aynı maç için bir de "mealen" şunu anlatır: "farkında mısınız o golün sonunda kalenin içine girip topu alan bendim. bunu bilerek yapmıştım. çünkü o muhteşem anın karesine ben de girmek istiyordum. o topu kaleden aldım ve böylece büyük bir sanatçının eserinin son sahnesine girdim. artık o golü her gösterdiklerinde, o muhteşem anın parçası olacaktım."
sorsalar, valdano sanırım şunu da söylerdi: o golün bir parçası olmak van gogh'un my bedroom'unda (yatak odam) kenardaki sehpa olmak kadar önemlidir.
ilk basımı 1996 olan simon kuper'in "futbol asla sadece futbol değildir" kitabından;
amerika'daki dünya kupası'ndan bir ay önce boston'a gelen roberto adındaki arjantinli bir gazeteci şikâyet ediyordu, "amerika da hiçbir zaman hiçbir şey ters gitmez. organizasyon kusursuz. ama ben arjantin'e daha çok benzeyen ingiltere'yi tercih ederdim."
bence birbirimize pek de benzemiyorduk. "malvinas savaşı'ndan bir yıl sonra ingiliz gazeteciler maradona'yı, dünyanın en iyi oyuncusu seçmişlerdi", dedi. "aramızdaki tek fark bu. arjantinli gazeteciler bunu asla yapmazlardı."
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
ingiliz yorumcular yaşanan hezimetten sonra özellikle maradona'nın ilk golü üzerinde odaklanmışlardı. elle oynama olduğuna ve golün iptal edilmesi gerektiği konusunda kesinlikle hiçbir şüphelen yoktu. pozisyona en yakın olan iki oyuncu shilton ve hoddle, elle oynama olduğundan emindiler ve bunu hakeme de söylemişlerdi. "arkadaşlardan bazıları pozisyonu kaçırdıklarını ve neler olup bittiğini ancak televizyonda izledikten sonra anladıklarını bana sonradan itiraf etmişlerdi" diyordu hoddle sonraları yazdığı otobiyografisi spurred to success'le (başarıya aç). "ama ben maradona'nın elinin kalkıp topa vurduğunu kendi gözlerimle görmüştüm. bunu saklamayı iyi becerdiğini kabul etmeliyim, eliyle topa vururken kafasıyla da vuruyormuş gibi yapmıştı. ama benim gözümden kaçmamıştı. ben bunun mahalle sahalarındaki pazar sabahı maçlarında yapıldığını da görmüştüm, ama-hiçbir zaman yapanların yanına kâr kalmıyordu. shilton da kendini kandırılmış gibi hissetmişti, maradona'nın o pozisyonda topu onun üzerinden ancak elini kullanarak aşırmış olabileceğinden şüphesi yoktu."
terry butcher da maradona'nın topu eliyle kaleye gönderdiğini görebilmek için televizyonda yayınlanan tekrarı izlemesi gereken oyunculardandı. sahada ise butcher'in görüş açısı, tıpkı hakemin görüş açısı gibi maradona'nın kafası tarafından engellenmişti. ama maç içinde butcher maradona'ya golü eliyle atıp atmadığını sormuştu. "sadece gülümsedi ve kafasını gösterdi" diyordu butcher.
arjantinli futbolculardan hiçbiri neler olup bittiğini görecek kadar yakında değillerdi. sonraki çılgınca gol sevinci içinde kaptanlarını sorgulamayı da düşünmemişlerdi. teknik direktörleri bilardo ise, ne gördüğünden rakip takımdaki meslektaşı kadar emin değildi. robson, maradona'nın golü eliyle attığını söyleyerek itiraz etmiş ve yıllarca da itirazını sürdürmüştü. ingiltere yedek kulübesinde de kimsenin bu konuda şüphesi yoktu. 1995'te ingiltere'de maradona üzerine yapılan bir televizyon programında robson şöyle diyordu: "eliyle attığını anında fark etmiştim, ama ilk birkaç saniye paniklememiştim. sonra herkesin, bu arada hakemle yan hakemin de orta saha çizgisine doğru koştuğunu gözlemledim. kahretsin, görmemişlerdi. sonra birden uyandım. bu, gol demek oluyordu. 1-0 yenik durumdaydık. ve hakemler de golü vermişlerdi."
top ağlarla buluştuğu anda, bilardo ayağa fırlayarak "gol" diye bağırmıştı. ona göre kendisi de, robson da ingiltere kalesinden 60 metre uzaktaydılar ve ancak futbolcuların hareketlenne bakarak neler olup bittiğini anlayabilirlerdi. bilardo, sonradan bazı oyuncularının elle oynama olabileceğini söylediklerim duymuş ve golü bir videoda tekrar izlemişti, ama pek emin değildi. "gol olduğunda elle oynama olmadığını düşünmüştüm. ama sonra tekrarını izleyince, eh biraz şüphe uyandıran bir durum vardı. öyle de denebilir yanı. ben, vardı ya da yoktu demiyorum. hakemlerin kararlarını hiçbir zaman sorgulamam."