ossie ardiles arjantin’in ‘titrek bacaklı’ orta saha oyuncusu osvaldo ardilesin final maçı ile ilgili anısı “en muhteşem maç, arjantin’de finali kazanıp dünya şampiyonu olduğumuz maçtır. maçtan sonra kupayı havaya kaldırmayı, onu öpmeyi falan söylemiyorum. onlar sembolik reaksiyonlar; asıl muhteşem an, duyguların doruğa çıktığa an, hakemin bizi dünya şampiyonu ilan edeceği, bitiş düdüğünden birkaç saniye önceki andı. o an, o düdüğün bir an önce çalınması için neler vermezdim. hakeme bakıyordum ve sadece kulağım o sese kilitlenmişti. nihayet çaldı ve muazzam bir boşalma, bir rahatlama hissettim. işte o an, kafamın içi tamamen değişti. o an, birden bire huzur vardı, tatmin vardı, mutluluk vardı, gurur vardı. arkadaşlarımı, hocamı, akrabalarımı, hiç kimseyi üzmemiş olmanın müthiş bir rahatlığı vardı. o an kafamın içi bu duygularla yoğun bir şekilde kaplanmıştı. o rahatlama kocaman ve sevilesi bir rahatlamaydı. bir daha hayatımda böyle bir an yaşamadım. o yüzden de o ânı tarif ederken altını çizerek söylediğim şudur: mutluluk ve zevk ötesi bir andı”
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında akif kurtuluş'un "'74, '78 ve dükut-der'in şanlı mücadelesi" başlıklı yazısından;
dört yılda bir yaşanan geleneksel adrenalin şenlikleri'nin 78 arjantin ayağı, dükut-der'in zirve noktasıdır. mahallede televizyonlu ev sayısı artmış, 74'de bize "ağır ağbilik" yapanların bir kısmı evlenerek aynı muhitte kalmış ve böylece yeni evler açılmıştır. bu kupada, gerek tesis, gerek malzeme açısından mahallede "iyi bir çıkış" yakalanmış, seyirci sayısında da önemli bir artış kaydedilmiştir. 74'ün tıfılları, ergen delikanlılar olarak pıskırtılmaya hazır sivilceleriyle, bazı maçlarda paf takımına ayrılan evin daha küçük odasında dükut-der imkânlarından yararlanmışlar; kimi maçlarda da biradan uzak durmaları kaydıyla, a takım'da yedek soyunmuşlardır. şu da bilinsin; önceki kupada breitner'i takımının dokusundan ayırıp ayrı bir köşeye koyacak politik refleks, bu kupada özel bir "olgunluk" örneği vermiştir. bunda bizzat arjantin'in katkısı inkâr edilmemeli. arjantin, ne kadar güzel top oynayacakolursa olsun, faşist diktatörlükle yönetilen bir ülke olduğu, başarısının faşist generallere yarayacağı tezinden hareketle, bırakın en küçük bir desteği, köstek olunması için her türlü pisliğe cevaz verilmiştir.
bu bakımdan, daha kafadan ilk grupta platininin keşfini müteakiben fransa, derneğin ilgi alanına girmiş, arjantin'in ilk turda boğulması için "hiçbir masraftan" kaçınılmamıştır. 10 haziran günü buenos aires'te italya'nın grupta "faşistlerin takımı"nı yenmesi üzerine kopan vaveyla, "gök mavililer eolan sempatiden çok, mavi beyaz çubuklulara duyulan nefretin eseridir, işte bu noktada, dernek üyelerinin hayal kırıklığı demesek bile, fransa'nın elenmesinden duyduğu şaşkınlığını da kayıtlarımıza alalım. ancak, umut sürmektedir: polonya 5 puanla; kupaya cruyffsuz gelen hollanda averajla da olsa iskoçya'nın önünde gruplarından çıkmışlardır. hollanda, ikinci turda italya'yı ve avusturya'yı "yürüyerek" geçmiş, almanya'yla berabere kalmış ve aslanlar gibi ilk dördün kapısına dayanmıştır. dernek, polonya'yı bu turda kaybetmişse de, genel kanı hollanda'nın "malı götüreceği" yolundadır.
25 haziran günü, herkesde bir bayram havası vardır. örneğin brezilya veya italya'yla oynanacak olsa, ihmal edilmeyecek ölçüde dağılacak hollanda taraftarlığı, bu kez firesiz ekran karşısında yerini almıştır. finalin arjantin'le oynananacak oluşu, üstelik anlaşılacağı üzere, futbola ziyadesiyle "siyaset" karıştırmıştır. daha doğrusu şöyle söylemeli: arjantin'in bu "ideolojik-politik" presi, en azından bizim mahallede anında cevabını bulmuştur. ayrıca, teveccühün hollanda'ya yönelmesinin çok özel bir nedeni de vardır. gerçi öyle yapmamıştır ama, arjantin'de o/nanması halinde, diktatörleri protesto amacıyla kupayı boykot edeceğini ağzını doldura doldura beyan eden tek ülke, hollanda'dır.
saha içine uygulanan "yabancı odaklı" her türden provokasyonu en iyi anlatacak şey ne bir sözdür, ne de bir işaret. pasarella'nın yüzü! başlama vuruşundan önce, van der kerkoff'un kolundaki alçı-bandaj karışımı sargıyı çıkartmak için sarfedilen mesainin komuta merkezi arjantin genelkurmayı ise, bu operasyonun saha içi 'özel tim' komutanı, tartışmasız pasarella'dır. gergin hatlar, kısılmış gözler, birbirine kenetlenmiş çeneler, gıcırdayan dişlere baktığınızda; gördüğünüz, sadece avrupa'nın bu efendi çocuklarını anında boğacak bir irade değil, aynı zamanda ve esasen, binlerce "missing"in failidir. zaten yıllar sonra milli takımlarının başına geçtiğinde uzun saçlı topçuları asker nizamına sokan da bu dallama değil miydi? ama madem yeri açıldı, bir celladın tasvirine küçük bir katkımız da, yakın yıllardaki belgeselinden olsun. tartışmalı bir yenilgiyi anlatırken, söz hakeme gelince, uzun uzun sustu, görüntüye giren uzaktaki dağlara tepelere gözü daldı ve anladı ki televizyon karşısında, biraz terbiyeli olması lazım. ama öyle de bir şey söylemeli ki, değme küfüre taş çıkartsın. fanatik river plate'li ve benzetme yerindeyse, turgut sunalp'in "taş gibi çocuklarından" biri veya belki de en önemlisi olan bu delikanlı, uygun kelimeyi buldu: "hakem mi? o bir boca'lıydı." arjantin'i pasarella'dan daha iyi anlatan özet bulunmaz ama, bir ismin, tarafımızdan derin bir himayeye ihtiyacı olduğunu belirtmeden geçmeyelim. ardiles'in yüzü! bizim hayal dünyamızda oturduğu yerde, bizim ona "yakışık" bulduğumuz koordinatlarda, o binlerce kayıbın soluğu vardır. adam, koca kupayı kızkardeşi "missing"miş gibi oynadı: suskun, mutsuz, kederli. "zafere kaçış" filmini hatırlar mısınız? hani şu nazilerin tutsaklarla yaptığı maç, filan. ardiles'in oradaki duruşu, havası, 78 dünya kupası'ndaki "pozisyonu"nun kopyasıdır. ağbisini öldürenlerle aynı takımda oynama mecburiyeti! bana, kupa başlamadan bir manşet at, deseler ne derdim: pasarella'yla esiri aynı takımda! şöyle de diyebiliriz: katil, kurbanıyla aynı takımda!
uzattık! biz şimdi finaldeyiz. ilk yarı bastıran, güzel pozisyonlar yakalayan biziz, ilk yarının bitimine az kala kempes'in ayağından golü yemiş olsak da, aslanlar gibi saldırıyoruz. ara sıra bizim tribünden cruyff'u hasretle anan iççekişler hissediliyor. rep çıkmış, yerine nanninga girmiş; bu çocuktan umutlu olmamızın önemli bir nedeni var. bir gün önce, finalde oyuna gireceğini ve bir gol atacağını söylemiş. bu, tribüne tarafımdan hatırlatılıyor. şimdi tansiyon daha da yükseldi. "haydi bastır"ın revaçta olduğu, ankaragücü tribününden yurdun dört bir köşesine dolaşıma girdiği yıllar, biz de hollanda'dan bunu esirgemiyoruz ve karşılığını da alıyoruz. nanninga'nın 80. dakikadaki golünden sonra ateşini söndürmek için gidip soğuk duş alan mı dersin, birasını başından aşağı döken, bahçeye çıkıp ağaca tırmanan mı, ev içi ben diyeyim cumhuriyetçilerin madrid sokakları, siz deyin paris'in komün günleri. sevincimizin her ikisi gibi kısa süreceğini bilmiyoruz. inanıyoruz. bu kez olacak, diyoruz. yine olmuyor. ondan sonra, zaten galiba hiçbirimizin iki yakası bir araya gelmiyor.
yıllar sonra bugün bu satırları yazarken, 78 yazının, "umut" ve "güzel günler" adına yaşanan son yaz olduğunu hatırlıyorum. "kazanacağız" umudunun başka hiçbir zaman bu kadar yakın olmadığını, kaybetmiş olsak da, bu kupadan sonra hiçbir zaman aynı zevki bulamadığımızın bilinmesini istiyorum. bundan sonraki bütün kupaların bir tür oyalanma olduğunu da itiraf ediyorum.
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında mehmet demirkol'un "(federal) almanya'yı sevmek" başlıklı yazısından;
78'de almanya'yı değil hollanda'yı seyrediyorum daha çok. maçlar garip saatlerde. saat farkından haberdar oluyorum. hollanda'nın muhteşemliğini anlıyorum. babam "onlar dünyanın en iyi takımı" demişti ya! öyleler. hollanda ile almanya arasındaki farkı çok anlamıyorum. ikisi birbirine çok yakın biliyorum. benzer adamlar olmalı. hepsi sarı kafa hem. atlas üzerinden kasaba kasaba işaretleyerek izlediğim yol, yaptığım sanal ziyaretlerden biliyorum ki, teyzemin emsdetten'deki, münster yakınlarındaki bu kasabadaki evi, hollanda sınırına bir parmak mesafede. başkentinin adını da seviyorum den haag... daha çok sevdiğim, başkentin iki isimli olması, lahey de denebiliyor buraya. pek enteresan.
ankara'da buluşuruz yani malatya'da gibi... komik. çok iyi futbol oynuyorlar. her sabah okumadığım, adeta ezberlediğim tercümanım arka sayfasındaki fotoğraflarda formalarının rengini de görüp vuruluyorum. harikalar... arjantin'i yenebilirler. arjantin kim ki! oraya henüz gitmemişim. sanal da olsa, gemi/uçak kullanamıyorum... finalde yenikler... nanninga girip hemen atıyor beraberlik golünü, rensenbrick'in topu direkten dönüyor. kupa ellerinden kayıyor, kempes'in sevimsiz arjantini'ne gidiyor. arjantin kim ki! hollanda'yı artık sevmiyorum. almanya'dan farklı olmalılar. almanya herkesi yener. bir de şunların yaptığına bak. almanya öyle mi dünyanın en iyi takımlarını yenerler, onlar muhteşem adamlar.
#44 kempes konfetilerin arasından müthiş golü buluyor arjantin vs hollanda, 1978
rekor seviyeye çıkan enflasyon oranı, hızla artan işsizlik sorunuyla bunalan arjantin'de askeri cuntanın baskısı ev sahibi oyuncuların 78'deki turnuvayı kazanmaları için büyük bir baskı oluştur muştu. ne var ki bu baskı golcü mario kempes'i olumlu yönde kamçılamış olsa gerek, çoraplarını ayak bileğine kadar giyen uzun saçlı golcü altın ayakkabı yolunda altı golü rakip ağlara bırakmıştı. en dramatik golünü de finale saklamıştı. hollanda karşısında topu ardiles'ten alan kempes, ayak parmaklarının üzerinde yürür gibi topla ilerlemiş ve meşin yuvarlağı kaleci jan jongbloed'in ardına göndererek takımına bir gol kazandırmıştı. gol sevincini kendi etrafında dönerek kutlayan oyuncu bu gol hakkında daha son raları şunları söyleyecekti: "eğer o anda kalp krizi geçirip ölseydim, bundan daha görkemli bir ölümü hayal bile edemezdim."