ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
simdi olsa tv'da kanal kanal dolaşırdım, "plağım çıktı" diye... ama dost birkaç gazetecinin yazdığı birkaç satırlık haber dışında... haaa bir de iki sütunluk ilanımızla. öteki yüzünde de bir fenerbahçe şarkısı... sözlerini ben yazmıştım. turgut dalar'ın düzenlediği şarkıyı vasfi uçaroğlu orkestra, çalımış, selahattin tansel de söylemişti. bu şarkının sözleri şöyleydi.
hoh hop hop... top top top... pas pas pas... şut şut şut... gooool. engelleri aşıyor, zaferleri taşıyor dört bir yandan yükselen... hey... tempolarla coşuyor. ya ya ya şa şa şa fenerbahçe çok yaşa paslar yerini buldu, ağlar gollerle doldu bu yıl da fenerbahçe, heeey... yine şampiyon oldu
fenerbahçe'nin "şampiyonluk şarkısı"ndan sonra bu kez galatasaraylı metin oktay için bir plak yaptık. sözler yine benimdi. taraftarı olduğu takımın, hem de ezeli rakibinden yediği golde topun ağları delip çıkması için şarkı sözü yazabilmek, bir babayiğitlikse... teşekkür ederim. çünkü bunu başardım ben... sporun, kardeşlik, centilmenlik, barış, dostluk olduğuna inandığım için... ancak galatasaray'ın ağları delen bu golle 1-0 kazandığı maçtan üç gün sonra da, mithatpaşa stadı'nda rövanşı anlattım radyoda... 1. türkiye ligi'nde fenerbahçe'nin galatasaray'ı 4-0 yenerek şampiyonluğu kazandığı maçtı. aynı tarafsızlık içinde... çünkü gönlümdeki takıma olan duygularımla üstlendiğim görevleri daima birbirinden ayırmasını bildim. yaşamım boyunca da "halit ağabey sahi sen hangi takımı tutuyorsun?" sorusuna yüzlerce, belki de binlerce kez muhatap oluşumun nedeni...
"kral metin" şarkısını şevket uğurluer besteledi ve orkestrasıyla çaldı. ne kadar ilginçtir ki, orkestrasıyla "şampiyon fenerbahçe" plağını çalan vasfi uçaroğlu galatasaraylıydı. galatasaraylı metin oktay plağını besteleyen ve çalan şevket uğurluer de fenerbahçeli...
"kral metin" plağına şu sözleri yazmıştım:
meşin topun kralı... goller goller sıralı ağlar bile delindi... metin topa vuralı metin gol... metin gol... metin gol... metin gol topu bombalar atar... kaleci boşa yatar vurdu mu kral metin... gollere goller katar... metin gol... mein gol... metin gol... metin gol... füze şutunun hızı... rengi san-kırmızı... milli maçta en başta. göğsünde ay-yıldızı... metin gol... metin gol... penaltı penaltı... metin gol... metin gooool...
sırada beşiktaş ve trabzon için şarkılar vardı. trabzonspor'un sözlerini yazmıştım bile:
karadeniz taşkındır... uşakları coşkundur... trabzon golleri... kaleleri taşkındır... geriye kaçmaz maçta... hiç durmadan saldırır... trabzon golleri... fileleri kaldırır... karşısına çıkana... çimenleri yoldurur... trabzon golleri... kaleleri doldurur...
ne yazık ki, beşiktaş'ın şarkısını yazmaya, trabzonspor'un şarkısını besteletmeye olanak bulamadan bu plak işine nokta koyduk. çünkü!.. plakların masrafını bile çıkaramamış, sermayeyi kediye yüklemiştik. o 45lik plaklardan sadece bir iki tane kaldı bende... hatıra olarak...
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
ömer madra'nın "ömür boyu süren şarkı: metin oktay" başlıklı yazısından;
evet, konumuz efsaneler.
ve ben diyorum ki, metin oktay, yalnızca türk futbolunun gelmiş geçmiş en büyük golcüsü, en büyük santrforu, en büyük futbolcusu olmakla kalmayıp, bu âlemin gelmiş geçmiş yegâne sahici efsanesidir del.
şimdi tabii "eskilerden "bombacı bekir"in "kale direğini kıran" şutları; zeki rıza'nın zarif golleri; "baba" hakki'nın sahada su sızdırmayan otoriter ve babacan kimliği; "modern futbol" döneminden de "ordinaryüs" lefter'in "bel kıran" çalımları ve tilki kurnazlığı ile sokuluşu; "signor" can bartu'nun "sihirli değnek" gibi kullandığı sol bacağı ile yaptığı "bacak araları" ve milimetrik pasları; "baba" recep'in kalecilerin dizlerinin bağını çözen tutulmaz frikikleri; ve -elbette!- "berlin panteri" turgay'ın futbol sahası üzerindeki semalarda kurduğu mutlak ve tartışma götürmez egemenliği anlatılacaktır.
olabilir. bunların hepsi de doğrudur. ama bizim konumuz efsaneler.
ve hiçbir efsane boşuna yaratılmaz; mutlaka bir maddî temeli bulunacaktır.
metin oktay şutlanyla hiç direk kırmadı belki; ama bükreş'te romanya kalesine 40 küsur metreden çektiği şutta, top direğe vurup 18 çizgisine kadar geri geldi ve bir şampiyonluk maçında fenerbahçe'ye attığı golde top kalenin ağlarını deldi. o, normal insanların kafaları hizasında seyreden topları yere paralel uçarak çaktığı volelerle gole çevirirken, klasik bir koreografi zerafetinin doruklarında gezindi; kıvrak olmasa bile amansız vücut çalımları attı; bel ve kalçasını "muleta" gibi kullanarak kusursuz "geçişler" yaptı; rakibin "onsekiz" alanı içinde her zaman bütün başlardan bir baş yukarıda gezindi durdu; futbol yaşantısının sonlarında müthiş golcülüğünü elden bırakmadan hem havadan hem de yerden "kilometrekerce" uzaklara milimetrik paslar, bir bilgisayar dakikligiyle dağıttı; nihayet, galatasarayda ve türk millî futbol takımı'nda dengeli ve sportmen kişiliğinin ağırlığını yansıtan sahici bir kaptan oldu yıllar yılı ve efsane de işte böyle doğdu.
insanlar, gurbete onbinlerle yolcu ettiler onu; sonra da dönüşünde. yeşilköy havalimanı'na renkli ampuller ve adam boyu harflerle "metin" diye yazarak karşıladılar. yeni doğan çocuklarına onun adını koymaya başladılar. (onu bir kez olsun futbol sahalarında seyretmemiş olanlar bile yaptı bunu. çocuklara adı takılan kaç devlet adamı, kaç sanatçı, kaç kahraman tanıyorsunuz?) ve insanlar, aktif spor yaşamı bittikten sonra da onu ve gollerini çocuklarına anlatmaya koyuldular.
ilginç ve biraz da garip bir olaydır bu. özel bir işyerinde, üniversitenin bir dinlenme odasında, bir lokantada ya da herhangi bir evde -yemek sonras, kahve ile birlikte-, metin'in 1955-1969 tarihleri arasında oynadığı maçlarda attığı golleri, yaptığı olağanüstü hareketleri ya da jestleri, kesin dakikaları ile birlikte birbirlerine büyük bir keyifle -yeniden, yeniden!- anlatan insanlar görürsünüz. dünyanın başka bazı yerlerinde, örneğin brezilya'da ya da macaristan'da da benzeri sahnelere rastlamak mümkündür belki, ama türkiye'de futbolu bırakmasının üzerinden 18 yıl geçmişken metin oktay şarkısının hâlâ olanca canlılığıyla söylenmesi, hayli şaşırtıcı ve bir o kadar da heyecan verici bir olgu.
anlatayım: galatasaray'a ilk geldiği sene, takım istanbulspor'a karşı 2-1 yenik durumdayken, 90. dakikada yerden 25 cm yükseklikte gelen topa uçarak vurduğu kafa ile, istanbulsporlu 11 oyuncunun "etten duvarı"nda açtığı inanılmaz gedik!
aynı yıl, beşiktaş'ın galatasaray'ı 5-4 yendiği -ve maçın sonunda her iki taraf kalecilerinin hüngür hüngür ağladığı- müthiş maçta attığı "usta işi" iki gol...
dillere destan -ve artık biraz da fazlaca çiğnenmiş bir çiklet olan- 3-1'lik "macaristan zafer"inde, olanca cüssesiyle üzerine "çöken" kaleci farago'nun altında ezilirken ayağının ucuyla "görmeden" tıngır mıngır kaleye yolladığı top... (ve yedekler arasından fırlayan recep'in onu yerde kucaklayışı.)
dünya kupası maçında norveç'e karşı millî takım'da oynarken auta gitmekte olan sert şuta uçması ve uzayda o şartlarda bir araya gelmesi mucize sayılabilecek iki cismi, topla kafasını, buluşturup gol "vektör"üne dönüştürmesi...
yine dünya kupası'nda 2-1 yenildiğimiz sscb maçında, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kalecilerinden yaşin'e attığı, ancak yaşin'e yakışır gol...
9-0 sonuçlanan galatasaray-anadolu kupa maçında, "muhteşem macarlar"ın ünlü sağiçi "altın kafa" kocsis'e nazire yaparcasına onsekiz çizgisi dışından kafayla attığı gol...
galatasaray'ın, önce bahri, sonra da ergun'un sakatlanmasına "dokuz buçuk kişi" kalmasına rağmen fenerbahçe'yi 5-0 yendiği o unutulmaz maçta 4 gol birden atması ve her golden sonra karşısında değişen "çaresiz" markajcıların sonuncusu şerefin kendisini resmen elle tutmasına aldırmayıp, onu kolunu kendi bedeninden sökerek "perdeyi kapatan'1 golü atması...
başka bir fenerbahçe maçında. turgay'ın degajmanını yakalayıp, aut çizgisine çok yakın bir noktadan çaktığı vole ile kaleci "keçi" mehmet'in kariyerine son vermesi...
ayrı maçlarda korkunç voleleriyle adalet kalecisi ömer'i ve ıstanbulspor kalecisi sabih"i neredeyse hastanelik etmesi...
karagümrük'ün kadri, zekai. aydın. yüksel gibi ünlü oyuncuları transfer ederek "başa oynadığı" yıl yapılan dramatik maçta önce onsekizin sol köşesine doğru süzülüp -zaten herkesin önceden gol olacağından neredeyse emin olduğu o klasik pozisyonda- solu çakarak diyagonalden ağlara taktığı ilk golden sonra (1 -1) sakatlanması... o dışarıdayken yenen golle galatasaray 2-1 mağlûpken, iyileşip oyuna girer girmez düşürülmesi. attığı frikikin tam "doksan"a takarak beraberliği (2-2) sağlaması. golün ardından santra noktasına yürürken, arkadan kafasına gelen topla yeniden sakatlanması. saha kenarında tedavi görürken, yanındakileri iterek yeniden oyuna girmesi ve kalecinin iyice kapattığı köşeden topu iğne deliğinden geçirir gibi geçirerek 3-2 galibiyeti sağlaması...
askerlikle ilgili bir sorun yüzünden 45 gün yattığı toptaşı cezaevi'nden apar topar alınıp doğrudan stada getirildiği başka bir karagümrük maçında, golünü attıktan sonra kondisyon yetersizliğindan bayılıp sedye ile maçı terk etmesi...
avrupa şampiyon kulüpler macında polonya şampiyonu bytom'un dünyada isim yapmış kalecisi szymkowiak'a art arda üç gol attıktan sonra, bir de korner atışı yapıp topu suat'ın kafasına tam oturtmal suretiyle 4. golün yüzde elli ortağı olması. (rivayet olunur ki, bu maçtan önce kendisine "metin'den çekiniyor musunuz?" diye soran gazetecilere ünlü szymkowiak: "metin mi? o da kim?" diye sormuş. metin de yukarıda anılan gollerini sıraladıktan sonra gidip bu kalecinin elini sıkarak: "bendeniz metin oktay!" demiştir.)
futbol hayatının son resmî maçında ankara'da şekerspor'a karşı oynayan metin, maçın ikinci yarısında kaleye yirmi beş metre mesafede kazanılan serbest atışı müthiş bir vuruşla "90"dan filelere gömmüş, ama hakemin -bugüne kadar anlaşılmayan bir sebeple- golü iptal etmesi üzerine, bir daha gerilip ilk vuruşun tıpatıp aynını yapmış, ama -milimetrik bir hata payı yüzünden olsa gerek- top, bu kez aynı "çatal"a çarparak kaleye girmemiştir. (bu olay bir rivayet olmayıp bizzat tarafımdan "canlı" olarak seyredilmiştir!)
"metinolog"lar arasında günümüzde de bütün hızıyla sürdürülen sohbetlerde teati edilen yazısız metin oktay metinlerinden birkaçı bunlar işte. onun döneminin teknolojisi, bugünle kıyaslanamayacak ölçüde geri olduğu için, bu tek kişlik senfoni orkestrasının dev konseri bir video kaset olarak günümüze gelemedi. ama -belki de daha iyisi- beyinlerin, "içgöz"lerin pelikülleri üzerine yerleştirilerek babadan oğula intikal eden bir tür miras halini aldı.
peki istatistikleri konuşturalım şimdi de. tablo görkemlidir: 15 sezonda 11 kez gol kralı oldu metin oktay. (diğer üç sezonda da 1 ya da 2 gol farkla ikinci oldu.) oynadığı tüm maçlarda rakip kalelere tam 608 gol attı! avrupa kupalarında oynadığı 20 maçta 15 gol atarak uluslararası alanda da mükemmel bir performans koydu ortaya. türkiye'de bu alanda kırıtabilecek ne kadar rekor varsa hepsini kıran oktay, özellikle 1962-1963 sezonunu inanılması güç bir rekorla kapadı: galatasaray'da 26 maçta 38 gol, millî maçlarda 3, türkiye kupası'nda 6 gol attığı gibi, avrupa şampiyon kulüpler kupasfnda oynadığı 6 maçta kaydettiği 5 golle, avrupa gol krallığına da ortak oldu! (üstelik, bu kupada galatasaray 3. turdan öteye geçememiştir!)
bu rakamlara bir de "kral"ın 1957-1968 yılları arasında yerli ve yabancı takımlara bir maçta 3 ve daha fazla sayıda gol attığı 26 maçı eklemek gerekir. (yani, bu 26 maçta 81 gol!)
ama rakamlar yanıltıcıdır. onlara bakarak tablonun bütününü göremezsiniz. örneğin, alman futbolunun büyük ismi gerd müller gerçek bir gol makinesiydi; metin oktay'dan daha yüksek sayıda gol kaydetmeyi başardığı doğrudur. bununla birlikte, müller'in -yüzde doksanı birbirinin aynı olan- gollerinden kaçta kaçını daha sonraki kuşaklar birbirine anlatır dersiniz? metin, vücudunun her yanını her an gole döndürebilme yeteneği açısından müller'le benzeşmekle birlikte, istatistiklerle gösterilemeyecek, çok daha fazla bir şeydi de.
galatasaray dergisi 2009 yılı nisan sayısında yayınlanan mehmet yüce'nin "parçalı ve çubuklu" başlıklı yazısından;
1937 ile 1950 yılları arasında sadece istanbul, ankara ve izmir şehirlerinin mahalli liglerinde ilk sıraları alan takımların katıldığı ilk deplasmanlı deneme ligi milli küme oynanmıştır. profesyonel dönemde ise deplasmanlı ulusal lig'in ilk denemesi 1959 yılında yapılır. milli lig adıyla başlayan bu türkiye futbol tarihi'nin en önemli yarışması, içinde bulunduğumuz sezon elli birinci yaşını kutlamaktadır. türk futbol tarihi'nin tüm zamanlar en uzun soluklu yarışması olan ligimizin bu ilk yılında ezeli rakipler iki maç oynamışlardır. ilk yıl iki grup haline tek devreli düzenlenen ligin kırmızı grubunu parçalı takım, beyaz grubunu ise çubuklu takım birinci olarak bitirirler. statüye göre iki maç üzerinden final müsabakaları yapacaklar, üstünlük sağlayan takım türkiye'nin ilk profesyonel dönem ligi şampiyonu olacaktır. ilk maç 10 haziran 1959 yılında mithatpaşa stadyumu'nda yapılır. gelin bu maçı ve maçtaki o meşhur golü, golü atan taçsız kral'dan dinleyelim:
"fenerbahçe ile oynayacağımız her maçın havası ayrı olurdu. 1959 yılının 10 haziran günü oynayacağımız milli lig'in ilk final maçının önemi çok büyüktü. futbol federasyonu bu kritik maça yugoslavya'dan hakem getirmişti. tansiyon yüksekti. maçtan bir gece önce çınar otelde yugoslav hakemin üç fenerbahçeli yöneticiyle birlikte yemek yediği görülünce, istanbul'da kıyamet koptu. galatasaray kulübünün telefonları ihbarlarla inliyordu: 'maç çınar otel'de masa başında satıldı... yugoslav hakem fenerbahce'yi galip getirmek için ne lazım gelirse yapacak!. . ' bunun üzerine galatasaray kulübü hakemin değiştirilmesi için federasyona başvurdu. hakem şaşırmıştı. ve ağlayıp sızlamaya başlamıştı. 'ne olur galatasaraylılar'a söyleyin böyle bir sebepten dolayı memleketime dönemem maçı namuslu bir şekilde yöneteceğim. '
yöneticilerimiz bir toplantı yaptı, hakemi kabul etti ve o yugoslav hakemle iki takım maça çıktı. 10 haziran 1959... dolmabahçe stadı yükünü almış, ezeli mücadeleyi bekliyor. sıcağa rağmen tribünler her zamanki gibi rengarenk... oyun hızlı başlamıştı. maçı mutlaka kazanmak istiyorduk. çok hırslıydık... turgay (şeren) uzun bir degaj yaptı. boş top, ceza sahasının üstüne süzülmüştü. topa kaleci özcan arkoç ile birlikte yükseldik. özcan topa uzanabilmek için adeta benim sırtıma tırmanmıştı. çok yükselmiş, bu sebepten de dengesini kaybetmişti. ikimiz birden yere düştük. özcan anlayamadığım bir şekilde kıvranmaya başladı. o anda fenerbahçe tribünleri benim özcan'a vurduğumu zannederek küfretmeye başlamıştı. o çirkin tezahüratın ilk defa muhatabı oluyordum. şaşırmıştım ve utanmıştım. suçlu olmamama rağmen utanmıştım. o sırada yanıma fenerbahçeli naci erdem ve basri dirimlili geldiler. ikisi de çok sevdiğim arkadaşlarımdı... benim kasıtlı bir hareket yapmayacağımı benden iyi bilirlerdi. ben onlarla konuşurken birden diz kapağıma bir tekme yedim. acıyla tekmeyi vurana baktım. bana vuran, kendine fenerbahçe'de yer edinmeye çalışan avni idi. o acıyla ben de avni'ye bir yumruk attım. yumruğu avni'nin suratına indirince saha karıştı. antrenörümüz george dick, eşfak aykaç, muzaffer bozok ve menajerimiz osman incili beni olaylardan sıyırıp saha dışına götürmeye çalışıyorlardı. o kargaşa arasında yöneticimiz muzaffer bozok ile osman incili yugoslav hakeme kızıyorlardı. aradan iki üç dakika geçmiş, saha boşaltılmıştı. yugoslav hakem hışımla yanıma yaklaştı ve saha dışını gösterdi. o güne kadar hiç bir hakemden bu kararı duymadığım için neye uğradığımı şaşırmıştım. hırsımdan ağlıyordum. sahadan çıkmadan önce gidip fenerbahçe tribünü önünde çakıldım. ben gidince onlar da şaşırdı. biraz önce o çirkin kelimeleri bana layık gören insanlardı onlar. durdum. birbaştan bir başa o tribünler süzdüm. sonra eğildim ve bana küfredenleri selamladım. ortalık sakinleşmişti. ben soyunma odasına gitmeye karar verirken suat (mamat), turgay ve diğer arkadaşlarım kolumdan tutup 'durü hakem kararını değiştirdi galiba' dediler. oyun duralı yedi dakika olmuştu ve yedi dakikadan sonra yugoslav hakem beni sahadan atmaktan vazgeçmişti. karar değişince fenerbahçeli futbolcular kahroldular. bundan sonra yüzbinleri ağlatan tek golü ben atacaktım. 37. sakikada ağları parçalayan bazukayı fenerbahçe kalesine ben yolluyordum. allah'ım rüya gibiydi sanki o an...
nuri bir pas atmıştı, sola doğru kaçtım. osman hızla üzerime geldi, onu atlatmak benim için zor olmadı. aut çizgisine kadar gittim sol ayağımı çizgiye dayayıp topu kepçeledim. en büyük korkum naci idi. naci erdem ekseri bu toplara çift dalardı. fakat ondan da sıyrıldım. evet, önümdeki topa çok dar açıdan vurmak zorundaydım. bu bir an meselesiydi. bu kısa zaman içinde başımı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya tüm kuvvetimle vurdum. kaleci özcan, köşeyi kapatmıştı. buna rağmen top hızla kaleye girdi. inanın topun baktığım noktadan dışarı çıktığını ve ağları parçaladığını sonradan öğrendim. golden sonra arkadaşlarımın sırtındaydım. tribünlerden 'cim bom bom..." sesleri yükseliyordu. halbuki hakem de dahil, golü dolmabahçe satdındaki kimse farketmemişti. hakem önce aut vermiş, sonra parçalanmış ağları görünce gole hükmetmişti. maçtan sonra fenerbahce'nin eski kaptanlarında fikret arıcan 'vallahi azizim bizim zamanımızda topa en iyi vuran adam bekir'di...ama itiraf edeyim ki metin daha iyi vuruyor...' diyordu ."
ancak ikinci maçta çubuklu takım bu golün acısını ezeli rakibinden fena çıkarır. maçı yüksel gündüz, naci erdem, mustafa güven ve şeref has'ın golleriyle 4-0 kazanan fenerbahçe, türkiye ligi'nin ilk şampiyonu olur. 1959 senesi milli lig'i, fenerbahçe'nin şampiyonluğundan çok ağları yırtan o meşhur gol ile hatırlanacaktır.
galatasaray dergisi 2009 yılı nisan sayısında yayınlanan mehmet yüce'nin "parçalı ve çubuklu" başlıklı yazısından;
büyük şair cemal süreyya o golü ve metin'i nasıl resimliyor liriğinde:
"ensesiyle bile top alır, baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle. metin oktay adsızlığın büyük şiirini yaratarak en büyük ad oldu. hiç bir futbolcu bu kadar ekip adamı olamaz. yaratıcı, büyük, kulübünün tarihinde çıkardığı bir beden zekasını her an ayağının önünde bulan adam, metin oktay en büyük futbolcu olarak aynı zamanda ikincildir de. sanırım başarısının anahtarı burada. galatasaray gerçekliğinin başlaması onun dönemine rastlıyor. galatasaray'da futbol gerçeği, fenerbahçe'de ise türkiye gerçeği ağır basar. metin oktay'ın bir özelliği de hiç bir zaman şımarmamaış olması. o rolü, yanında oynayan başka futbolculara bıraktı. metin'de bütün bu büyük futbolcuların yanında kendisini daha büyük gösteren bir şey var. nedir bu acaba? teknik mi, beden gücü mü, sezgi mi? bütün bunlar birleşmiş onda, ama aynı özellikleri başka futbolcularda kolayca seçiyoruz. sanırım asıl niteliği, topla buluşması. icatçıdır bu konuda, sevecendir. şemsiyesini mi ne yaptı? fenerbahçe'ye attığı çok ünlü bir gol vardır. 'uçan manda'olarak anılan özcan'ın beklediği kalenin ağlarını yırttu. ayıp olmasın diye ve rakip takıma bir cemile olarak, şemsiyeyle örttü orayı. şemsiyenin bugün hala orada olduğu söylenir."
ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
eylül dersem hüzün anla metin oktay
ağları yırtan gol
haziran 1959. sezonun sonları, galatasaray-fenerbahçe maçı. ezeli rekabet alttan alta tansiyon yükseltiyor ve fenerbahçe kulübü başkanı agah erozan şöyle şeyler söylüyor: "türk futbolunun anası babası fenerbahçe-galata-saray'dır. kim kimi yenerse ikinci maça kadar evin erkeği o olur." evin erkeği seçilecek ya, yugoslavya'dan hakem bile getirtilir bu maça. maç başlar. bir pozisyon fenerbahçe kalecisi özcan'la topa yükselir metin ama özcan sebepsiz yere kendini yere atıp kıvranmaya başlar. metin'i önce tribünlerin ana avrat küfürleri ve korkunç uğultusu, sonra da o karambolde dizine tekme atan avni şaşırtır. şaşkınlığı geçince de aynı şekilde karşılık verir avni'ye. olmadık bir biçimde. tabii yugoslav hakem hemen metin'i dışarı atar. buraya kadar bu tür maçların vaka-i adiyesinden bir durum sayılabilir. ama o anda dışarı başı önde yürüyen gözyaşları içindeki metin fenerbahçe tribünlerinin önünde durur. fener tribünlerinde bir şaşkınlık, herkes sus pus olur. metin herkes sustuktan sonra beline kadar yere eğilir ve seyirciyi selamlar, işte o anda bütün stadyum bu davranışı alkışlamaya başlar. bu olay anında maç tam yedi dakika durmuştur ve yugoslav hakem metin'i tekrar oyun alanına dahil eder. maçın 37. dakikasında ağları yırtan bazukasını çakar metin ve galatasaray o maçı 1-0 kazanır.
babam yok artık
bu maçın sevinci henüz belleklerdeyken babasının ölüm haberi gelir ve yıkılır kral. babasının ölümünden sonra not defterine şu satırları düşer: "babam yok artık. ayaklarım topa vurmak istemiyor. kafamın üzerinde topları değil hatıraları taşıyacağım artık." gazetelerde ise metin'i çok seven insanların düşüncelerini taşıyan satırları yayınlar: "karşıyakalı hasan efendi metin'i bırakıp gitti. ama son nefesini verirken biliyordu ki metin oktay yalnız değildir ve bütün bir ülkenin çocuğudur. çünkü o milyonların omuzlarındadır. her gün türkiye'de doğan çocukların büyük bir kısmına metin ismi veriliyor." ancak başka bir huzursuzluk da ailesinde yaşanmaktadır metin'in. eşinin ve ailesinin sürekli "futbolu bırak ve izmir'e dön" baskısı vardır üstünde. metin oktay, kral, galatasaray'ın yüz görümlüğü, "ya ben ya futbol" diye dayatan eşi ile futbol arasında bir tercih yapmaya zorlanır. ancak kararı kesindir: galatasaray. evliliği biter.
babasının ölümü ardından evliliğinin bitişi moralsiz bırakır metin'i. bunlar yetmezmiş gibi bir de askerdeyken kamp dönemlerinde birliğinden alınan izinler dolayısıyla dokuz gün erken terhis olduğu savıyla paşakapısı cezaevi'ne konur, insanın burnuna kötü kokular geliyor. neyse... kral burada "hayatı tanıdım" dediği bir 45 gün "yatar." erken terhis edildiği 9 günün hatırına. çıkışta takımının karagümrük'le oynayacagı maçın kampına katılı maç sabahı gündüz kılıç odasmdadır: "biliyorum çok yorgunsun ama dışarıda binlerce taraftar seni istiyor. çıkıp verebildiğini ver. sen bize çok maç kazandırdın. seni hasretle bekleyen bu seyirciye ne olur bu saygıyı gösterelim." baba'ya "hayır" diyebilmek mümkün mü? çıkıp 3-0 aldıkları maçın iki golünü attı metin.
ancak istanbul büyük başarıların yanında büyük kırıklıklar da demekti kral için. defalarca gol kralı olmuş, milli formayı giymiş, büyük başarılara imza atmıştı ama, babasının ölümü, eşinden ayrılışı gibi yoğun duygu sağanakları istanbul'da yaşanmıştı. şükrü gülesin'in, bülent ekenc'in bir dönem top oynadığı italyan palermo takımı metin oktay'ı 36 golle gol kralı olduğu sezonun sonunda kadrosuna dahil etti. metin için italya biraz o yoğunluktan uzaklaşmak demekti. ama transferini sağlayan remondini ile antrenör montez arasındaki çekişmenin arasında kaldı ve kendisi için verimsiz olarak değerlendirdiği birkaç ayın sonunda yuvasına, galatasaray'ına döndü yine. 1962 haziran'mda yine sarı kırmızılı tribünleri selamlıyordu kral.
daha önce istanbul profesyonel ligi'nde (1956-57) 17, (1957-58) 19, (1958-59) 22 golle, türkiye ligi'nde 1959'da 11, (1959-60) 33, (1960-61) 36 golle gol krallıklarını yakalayan metin oktay 1962-63 sezonunda attığı 38 golle 25 yıl kırılamayacak bir rekoru da futbola armağan ediyordu. yani uefsane geri dönmüştü" ya da "kral'ın dönüşü muhteşem olmuştu". kral sahalara olduğu kadar beyoğlu'na, kadınlara biraz da, hatta biraz fazlaca da anason çekiciliğine dönmüştü. yaşananların duyarlığında açtığı yaraları futbol dışı referanslarla çözmeye çalışıyordu belki de. bir gün içkili bir haldeyken, kendisine sitemde bulunan, artık eskisi gibi çalışmadığını söyleyen gündüz kılıç'ın telkinlerine bir iki cümleyle cevap veriyordu içindeki yangını bastırarak: "beni bana bırakın. ı love you."
galatasaray kulübü'nü tercihinin ardından evliliğinin dağılması, babasının ölümü, gündüz kılıç'la arasının açılmasına yol açan dedikodular, -kral bu nedenle ergun acuner'i döve döve soyunma dolabının içine sokmuştu- kadro dışı bırakılıp 'sevgilisinden' ayrı kalmasına yol açan durumlar metin'i büsbütün moralsizliğe itiyordu. bu moralsizliğe ve dağınıklığa aşk yaşadığını düşündüğü kadınların ağırlığı da eklendi. kral'ın dünyası "kocaman projektörlerin üzerinde dolaştığı bir gecekondu" değildi. istanbul sosyetesinin gözbebeği kadınların projeksiyonu vardı bu kez: 1953 türkiye güzeli ceylan ece, tiyatro ve sinema yıldızı mualla kaynak, o dönemlerde üçüncü sınıf bir fransız şarkıcısı olan maria vincent, refik erduran'm çiçek buketinde elmas yüzük armağan ettiği ayfer feray, gönül yazar, ayfer tatari, ilk evliliğini yaptığı oya sarı onun için bir düş kırıklığı olmaktan öteye geçemediler. 1965'te ise son eşi servet oktay onun yeniden yaşama bağlanışının sebebi oldu.
bu arada gelen film teklifini değerlendiren metin oktay senaryosunu asaf önal'ın yazdığı, atıf yılmaz'ın yönettiği "taçsız kral" filminde kadir savun, ayten gökçer, ajda pekkan ve gönül yazarla birlikte kamera karşısına geçti. ama kral bu kez de doğumundan altı saat sonra ölen kızı zeynep'in acısıyla yıkıldı. en formsuz dönemleriydi bunlar. çevirdiği film yüzünden önce uyarı aldı ama yöneticilerin de desteği yanındaydı: "çamura düşmüş ekmeğe önce sahibi sahip çıkar." ama ardından da sert bir tepki gelmekte gecikmedi: "silahı, içkiyi, kadını, şöhreti taşımak zordur." hepsi birden gelmişti kral'ın üstüne. şöhret, para, kadın, ölüm, gündüz kılıç'la yani "baba" ile sürtüşmeler, onun altay takımına gönderilişi, çıkan dedikodular... hepsi birden. ama kral'm artık servet'i vardı ve sular onun için giderek duruluyordu. 1968-69 sezonu sonunda futbolu bırakacağını açıkladığında yer yerinden oynadı. 614 gole imza attı futbol yaşantısında - bazı kaynaklarda değişik rakamlar var. 40 kez milli formayı giydi ve milli formayla 19 gol attı kral. ama kararı kesindi artık, "gol pabuçlarını çözmesi gerekiyordu."
veda zamanı
galatasaray 23 ağustos 1969'da, fenerbahçe ile 1-1 berabere biten karşılaşmada kral'a veda etti. kral, taçsız kral, kordonboyu'nda üstüne sıçradığı çamuru anımsadı birden, sonra kıtlık kıran yılarını, dokuma fabrikasında çektiklerini babasının, fuar'daki akşam karanlığında sevdasıyla gizli buluşmalarını, aç yatılmış gecelerince üzüntüyle kalkılan gün doğumlarının, cezaevlerinin, ayrılıkların, sevmelerin ve sevgisizliklerin izdüşümüydü yaşamı. aklımda ondan kalan bir tek güçlü anekdot var. eskişehirspor'un gol ayağı fethi'yi sarı kırmızılı renklere kazandırmak için transfer görüşmesine gidiyor kral. fethi'ye "seni galatasaray'a almaya geldik fethi" dedi. fethi'nin "metin abi, ben eskişehir'e söz verdim. onlar benden çok şey bekliyor. aynı durumda sen galatasaray'ı bırakır miydin?" sorusu karşısında usulca 'bırakmazdım'diyor ve ayrılıyor yanından. tek kelime etmeden...
futbolun sokrates'i
13 eylül 1991'de bir trafik kazasında kaybettik onu. tribünlerin önünde insanlık dersi veren futbol sokrates'ini yitirdik. bize "beni benimle bırakın. ı love you" diyerek göçtü gitti dünyamızdan. sessiz sedasız yaşamanın, içerden yaşamanın, sevdayla yaşamanın tadını damağımıza çalarak. başlanılmış ve tüketilmemiş sevdalar, transfer bezirganları, formasını paraya değiştiren futbolcular, takımı için tribüne ölmeye giden taraftarlar, bir tiran gibi takım yöneten idareciler... yüzünüzü güneşe dönün.
fileleri yırtıp, dışarı çıkan golü nasıl attığını anlatmak için metin, uzun boylu duşündü. nuri baııa bir pas uzatmıştı diye söze başladı. sonra, sanki hiç bir şey yapmamış bir insan edasıyla şöyle konuştu: «sol açığca deplâse oldum. osman hızla üzerime gelmişti. onu atlatmak benim için zor olmadı. avt çizgisi üzerine kadar düşmüştüm. neredeyse top bu çizgiyi geçecekti. sol ayağımı çizginin üzerine dayadım ve topu önüme doğru kepçeledim. en büyük korkum naci idi. naci ekseri bu pozisyonlarda yere yatarak çift ayakla topa dışarı atardı. sert, cüsseli ve hareketli rakibimin böyle bir pozisyonda beni yere yıkması bir anlık mes'eleydi. fakat, ondan bir müdahale görmedim. ferahlamıştım.»
metin burada bir an durdu. yüzbiııleri ağlatan ve yine yüzbinleri sevindiren golü attığı anın heyecanı içinde son hareketi nasıl yaptığını anlattı: «evet, önümde seken topa çok dar bir zaviye içerisinde vurmak mecburiyetindeydim. bu bir an mes'elesiydi. ekseri goller bu andan faydalantlarak atılır. bu söylediğim kısa zaman içeririnde kafamı kaldırdım ve kale içinde bir noktaya bütün kuvvetimle vurdum. özcan zaviyeyi kapatmıştı. buna rağmen ayağımdan fırlıyan top, fenerbahçe kalesine hızla yöneldi. itimad edin topun baktığım noktadan dışarıya çıktığını sonradan öğrendim. arkadaşlarımın kucağındaydım. tribünlerden galatasaray cim bom bom sesleri geliyordu. halbuki bundan evvel hakem de dahil olmak üzere golü hiç kimse farketmemişti.»
evet son yıllarda metin'in golü için eşine nadir rastlanan gollerden biri demiştik. bu gol bize geçmiş yıllara ait bir hadiseyi hatırlattı. 1953 yılında herkesi futboluna hayran bırakan brezilya'nın desportes takımı türkiye'ye gelmişti. stad mithatpaşa, karşılaştığı rakip de fenerbahçe'ydi. 3-1 sarı-lacivertli takımın aleyhine biten o müsabakada, dün sahada olduğu dahi şüphe götüren lefter, ceza çizgisi üzerinden üst köşeyi bulan çok sert bir şütle şahane bir gol laydetmişti. top fileleri yırtmamıştı...
ertesi gün desportes'in şöhretli antrenörü gazetelere şu beyanatı veriyordu: «bu şahane bir gol. eğer lefter bu golü brezilya'da atmış olsaydı, hakem maçı tatil eder ve halk da fener alayı tertip ederdi.»
aradan uzun yıllar geçti, genç futbolcu metin dün mithatpaşa sakinlerine aynı heyecanı bir kere daha yaşattı. ama, bu golü desportes'in antrenörü göremedi...
istanbul, ankara ve izmir'de düzenlenmekte olan mahalli lig'leri üst sıralarda tamamlayan takımlardan oluşan milli lig "projesi" ilk kez 1959 yılında hayata geçirildi. şimdiki adıyla süper lig'in temeli olan bu lig 8'er takımlı iki grup halinde düzenlendi. gruplarını lider olarak tamamlayan takımlar iki ayaklı final maçı yaptılar ve ilk profesyonel ligimiz olan milli lig kupasının sahibi belirlenmiş oldu.
tarih 10 haziran 1959. final maçının ilk ayağının oynanacağı gün gazetelerde ilginç başlıklar var. kupanın ilk olması nedeniyle herkes heyecanlı ama bu heyecanı azaltan bir durum var ortada. bu durum beyaz grubun lideri fenerbahçe'nin oynadığı 14 maçın 12'sini kazanıp ikisinde sahadan beraberlikle ayrılmasından, yani namağlup olmasından ileri geliyor. fenerbahçe hem kazanıyor hem de çok güzel bir futbol ortaya koyuyor. kırmızı grubun lideri galatasaray ise hiç de iyi görünmüyor. sürekli gelgitler yaşıyor. güzel futbol oynayamıyor. galatasaray grubun son maçında liderlik için kapıştığı vefa ile karşılaşıyor. bu maç öncesinde her iki takım da eşit puandalar ama gol averajı ile lider galatasaray. önce vefa öne geçiyor. ardından galatasaray bir gol atıyor ve adını finale zar zor yazdırıyor. işte bu yüzden beklentiler fenerbahçe'nin kupayı rahatlıkla kazanacağı yönünde.
ama dönemin gazetelerinde bu maçın bir derbi olduğu, 50 yıldır birbirleri ile rekabet eden galatasaray ve fenerbahçe'nin maçlarında kazanan tarafın tahmin edilemeyeceği yazılıp çiziliyor.
saat 17'de herkes nefesini tutmuş bir şekilde yugoslav hakem markoviç'in düdüğünü bekliyor... ve maç başlıyor. galatasaray çok sert oynarken fenerbahçe hem bu sertlikten hem de maç öncesi kesin favori olmasının rehavetinden bocalıyor.
maçın daha 13'üncü dakikasında metin (oktay), fenerbahçe kalecisi ile karşı karşıya iken topu ayağından biraz fazla açar ve kaleci özcan topu kontrol eder. o anda metin müdafaasız durumdaki özcan'a tabanı ile çarpar. ortalık karışır. hatta metin bu pozisyonun ardından önce ihraç edilir sonra karardan dönülür ve maça devam eder. bu pozisyonun ardından iki takımın idaricileri de sahaya dalar ve uzun süre münakaşa ederler. 31 'inci dakikada topsuz alanda suat, yüksel'e kafa atar. yeniden ortam gerilir... taraftarlar tempolu bir şekilde çok ağır küfürler etmeye başlarlar. maç bu gergin havada sürerken 37'nci dakikada osman'ı geçtikten sonra naci'nin ağır hareketlerinden faydalanarak aut çizgisine inen metin sol ayağındaki topu sağ ayağına alır ve hepimizin bildiği an yaşanır; metin şimşek gibi topa asılır, top fileleri deler geçer...
stat müstahdemlerinden biri tarafından yan ağlardaki hasara yapılan müdahalenin ardından maça devam edilir. ama maçtaki gergin hava ve sertlik bir türlü engellenemez. tribünlerdeki küfürler, sahada sertlik bitmek bilmez. favori fenerbahçe'yi 1-0 yenen galatasaray maçtan galip ayrılır. bir gün sonra gazeteler karşılaşmadaki sertlikten, taraftarın hırçın ve küfürbaz tavrından dem vururlar... milliyet gazetesinden kahraman bapçum şöyle der: "final heyecanı ile oynandı ve iki «büyük» türk takımı bu heyecana mağlup olup futbolla hiç alâkası olmayan hayati bir mücadeleye giriştiler..."
tarih 14 haziran 1959. ilk maçın rövanş gününde gündüz tekin onay, milliyet'teki yazısına şu cümleyle başlar: "üç gün evvelki maç belki de ileride 'metin'in ağları yırttığı maç' diye anılacak. keşke de öyle anılsa. zira o maçta yırtılan bir ağın yanında yırtılan dudaklar, patlayan kaşlar, ezilen kalçalar da vardı. sahadaki hırçınlık, haşinlik kıvılcımlarının tutuşturduğu tribünlerden savrulan yırtığın yırtığı lâflarda cabası. ayıptı. pek ayıptı bütün bunlar. sahadakilerin, tribündekilerin, hepimizin, kısaca türk futbolunun büyük ayıbı idi o maç."