1982 dünya kupası'ndaki almanya maçını unutamıyorum. maçı kaybettik; ama muhteşem bir sevinçten trajik bir hüzne uzanan bir tiyatro oyununda baş rol oynuyordum sanki. bir yaşam boyu tadılabilecek tüm duyguları o gün, tek bir futbol maçında tatmış oldum.
bernard genghini’nin yerine oyuna girdikten beş dakika sonra patrick battiston, platini’nin ara topuna koşmaya başar. bu arada schumacher’de kalesinden çıkmıştır. topa ilk ulaşan battiston topu schumacher’in üzerinden aşırdığı anda faule maruz kalır. pozisyon ceza sahası dışında olmasına rağmen kırmızı kart kaçınılmazdır. fakat hollandalı hakem charles corver sadece aut noktasını gösterir.
sevilla polisi kızılhaç’ın sahaya girmesine izin vermediği için battiston 3 dakika sahada bilinçsizce yatar.ıki dişi kırılmıştır. schumacher daha sonra bu dişlerin kaplanması için ödeme yapmayı önerir. “nefret simgesi olmuştum.alman canavarının vücut bulmuş haliydim. tüm dünya bana karşıydı.”
fransa kalecisi jean luc ettori’nin müthiş eforuyla oyuna tutunurken,uzatmalarda tresor ve giresse ile 3-1 öne geçti. fakat iki oyuncu değişikliğiyle tek bir oyuncu değiştiren fransa, karl heinz rummenigge’nin karşısında duramadı. rummenigge takımının ikinci golünü attı ve klaus fischer skoru eşitledi. müthiş bir maç penaltılarla sonuçlandı ve bu maça schumacher’in katkısı ise dider six ve manuel amoros’un penaltılarının kurtarılması oldu
(tayfun öneş, four four two dergisi’nden alıntıdır)
alman kaleci, topu bırakıp battiston’un üzerine çullanıyor, çarpma sonucu battiston yerde ve schmacher bununla da tatmin olmayıp(!) bütün vücuduyla yerde yatan battiston’un başının üzerine atlıyor. birkaç dişi çimlerin üzerine dökülen battiston’un ambulans gelene kadar yerde hareketsiz yattığını gören arkadaşları o anı daha sonra “bir an için öldü sandık” diye anlatıyorlar. schumacher kalkıyor, hiçbir şey olmamış gibi, (hatta elleri kirlenmiş gibi) eldivenlerini poposuna silerek kalesine geri dönüyor. bu sırada, pozisyona yakın yer tutmuş olan hollandalı hakem charles carver ise böyle bir enstantane sonucunda ne kart çıkarmış, ne de penaltı düdüğü çalmış bir hakem olarak dünya kupası tarihindeki yerini alıyor. maçın sonucunu hatırlamayanlara yardım: normal süre 3-3, penaltı atışları sonrasında b.almanya 5-4 galip. aynı maçta iki penaltı kurtaran schumacher ülkesinde ulusal kahraman ilan ediliyor. battiston mu? iyileşiyor elbet ve bir süre sonra yeniden b.almanya-fransa randevusuna çıkarken şu espiriyi yapıyor: bugün, schumacher’in koruduğu kaleye 40 metreden daha fazla yaklaşmam!
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
12. dünya kupası'nda yarı final, almanlarla fransızlar'ı, italyanlarla da polonyalılar'ı karşı karşıya getirdi.
almanya ile fransızların maçı çok heyecanlı, çok zevkli geçti. ancak oyunun güzelliğinde fransızlar'ın payı daha büyüktü. gerçekten maç sonunda herkes "fransa'ya yazık oldu" diyecekti. final oynamaya daha çok layıktı fransız takımı...
sevilla'daki yarı finalde, ilk gol littbarski'den geldi. fransa buna haklı bir penaltıdan platini'nin attığı golle karşılık verdi. sonra 33 derece sıcakta, futbolun güzel bir gösterisi başladı. bu hava koşullarında futbol bu kadar mükemmel oynanabilirdi ancak... fakat golle süslenmedi bu futbol... ve 90 dakika 1-1 kapandı. yarım saatlik uzatmada ileri çıkan tresor, fransa'yı 2-1 öne geçiriyordu. almanlar şaşırmıştı. fransızlar'ın her an üçüncü bir golle galibiyeti perçinlemesi beklenirken... almanlar'ın şaşırmayan adamı, teknik direktör jupp derwal, yapılabilecek en doğru işi yaptı, o ana kadar yedekte tuttuğu iki büyük silahı cepheye sürdü. dervvall, ne düşünmüşse, düşünmüş, zaten sakatlığından söz edilen rummenigge ile hrubesch'i başta takıma koymamıştı. ama şimdi takım 2-1 yenikti. olayın beklemeye tahammülü yoktu. iki tecrübeli golcüsünü atmıştı sahaya... fakat fransa şahane futbolunu sürdürmeye devam ediyor ve giresse alkışlanacak bir büyük gol atıyordu. 3-1, fransız zaferinin ilanı gibiydi. ancak rummenigge ile hrubesch'in oyuna ısınması,bir anda maçın kaderini etkiledi. rummenigge'nin golü sadece 3-2'yi sağlamakla kalmıyor, alman takımını coşturuyordu da... işte çok geçmeden fischer'in golü vardı ağlarda... ve durum 3-3'tü şimdi... 120 dakika dolmuştu. iş, penaltılara kalmıştı.
fransız takımı iyiydi ama, en zayıfı, kalecisi ettori'ydi. penaltı atışlarında ise, ettori büyük sürpriz yaratıyor, stielike'nin penaltısını kurtarıyordu. fransa 3-2 öndeydi penaltılarda... sıra six'deydi. six vurup da golü attı mı, durum 4-2 olacak, fransa finale yükselecekti. fakat hayır!.. six takımının final şansını tersine çeviriyordu. çünkü penaltıyı gole çevirememişti. yalnız o mu? sonra da bossis, topu kaleci schumacher'in kucağına atıverince... sıra, hrubesch'deydi. kale direklerini sarsan hrubesch, o kuvvetli vuruşlarından biriyle... tam 12'den vurmuştu kısaca... fransa 3-1'den maçı kaçırmıştı. sonra da, iki penaltı atışıyla final şansını uçurmuştu. sadece oynadığı güzel futbolla hatırlanacaktı fransız takımı...
tarih: 08 temmuz 1982 perşembe, sanchez pizjuan stadyumu / sevilla seyirci: 71.000 kisi hakemler: charles corver (hollanda), robert valentine (iskoçya), bruno galler (isviçre)
b.almanya: toni schumacher, manny kaltz (kaptan), karlheinz förster, uli stielike, hans peter briegel (dk.96 karl heinz rummenigge), bernd förster, wolfgang dremmler, paul breitner, pierre littbarski, felix magath (dk.72 horst hrubesch), klaus fischer teknik direktör: jupp derwall (b.almanya)
fransa: jean luc ettori, manuel amoros, marius tresor, gerard janvion, maxime bossis, bernard genghini (dk.52 patrick battiston (dk.62 christian lopez), jean tigana, michel platini (kaptan), alain giresse, dominique rocheteau, didier six teknik direktör: michel hidalgo (fransa)
goller: pierre littbarski (b.almanya) 17, michel platini (fransa) 26 penaltıdan, marius tresor (fransa) 92, alain giresse (fransa) 98, karl heinz rummenigge (b.almanya) 102, klaus fischer (b.almanya) 108
penaltı atışları, alain giresse 0-1 manfred kaltz 1-1 manuel amoros 1-2 paul breitner 2-2 dominique rocheteau 2-3 uli stielike 2-3 kaçırdı didier six 2-3 kaçırdı pierre littbarski 3-3 michel platini 3-4 karl heinz rummenigge 4-4 maxime bossis 4-4 kaçırdı horst hrubesch 5-4
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında imran ayata'nın "bir gecelik ilişki: niçin bazı insanlar futbolu sırf dünya kupası'nda sevdiklerine dair" başlıklı yazısından;
dünya kupası, gündelik hayatta küçük dozlarla alınanları uç durumlara vardırır. dünya kupalarının kahramanlar yaratmak ve kaybedenlere acımak için ideal bir platform olduğunu da eklemeliyiz. bireysel kaderlere tanıklık etmeyi, dikizciler için tadından yenmez kılan sahneler sunar dünya kupaları: hele, '82'de sevilla'daki fransa-almanya yarı finali gibi dramatik maçlar oynandığında... fransızlar hem normal sürede ve uzatmada hem de ulrich stielike'nin kaleci ettori'ye takılmasıyla penaltı atışlarında öne geçecek; fakat, öncesinde patrick battiston'u hastaneye sevk etmiş olan toni schumacher, didier six ve maxim bosis'in penaltılarını kurtaracaktır. kahramanlarla "kaybeden" denenlerin durumlarının birbirine bu kadar yakın olduğu dünya kupaları tarihinden bir tek örnek, sadece.
böylesi bireysel kaderler bile sözümona-futbolseverlerce hemen unutulur gider. çünkü onlar finalin bitiş düdüğünden itibaren ihanet edeceklerdir futbola. onlar için, "dünya kupası'nın sonrası, dünya kupası'nın öncesi demektir" şiarı geçerlidir: bir dahaki dünya kupası'ın ya da en kötü ihtimalle bir dahaki avrupa şampiyonası'nı bekleyeceklerdir. böylece, futbolla olan sürekli ilişkimizde nihayet yine yalnız bırakacaklardır bizi. ve biz, yine bütün yönleriyle ve bütün yüzleriyle hayatımızın o tek sabitiyle meşgul olmaya devam ederiz. asıl olay da budur.
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında akif kurtuluş'un "'74, '78 ve dükut-der'in şanlı mücadelesi" başlıklı yazısından;
polonya, boniek'ten yoksun çıktığı nou camp'ta, tilki rossf'nin iki golüyle boynu bükük bırakır bizi. bu ilk darbedir. ama trajik olanı sevilla'dan gelir. şimdi gelelim fransa-"west" almanya maçına.
yer: istanbul suadiye'de, tren istasyonunun arka sokaklarında, anne babası tatile çıkmış sevgilimin evi.
ev nüfusu: ben ve ara sıra "sen de birşeylerin iyi gitmediğinin farkında değil misin" veya "hani ankara'dan ilişkimizi konuşmaya gelmiştin" gibisinden yan toplar atan "gidici" sevgilim.
seyirci: gözünü ekrandan ayırmadan "tatlım, platini şu frikiği atsın da...", veya "tabii ki konuşacağız, evet tabii, koskoca yolu ne için gelmiş olabilirim ki" şeklinde zayıf defans kurgusuyla hiçbir "pozisyon üstünlüğü" olmayan, kazanma şansını "aşk yuvarlaktır" mecazına, daha doğrusu mucizesine terketmiş, ben.
ilk çeyrekte littbarski'nin golüne on dakika sonra platini'nin penaltısıyla cevap veriyoruz. normal süre böyle bitiyor. "hani birbuçuk saatte bitecekti, bu ne şimdi" mızmız'larıyla başlayan uzatmanın ilk on dakikasında 3-1 öndeyiz. "tamam", diyorum, "bu iş bitti, bu moralle hissi sorunlarımızı da gereği gibi çözerim." uzatmanın ikinci devresinde her şey "ben bu filmi görmüştüm ama, renkler değişikti" dedirtecek kadar aynı ve hızlı gelişiyor. şimdi penaltılardayız ve şu allah'ın belası schumacher'den tırsıyorum. battiston'u gerçekten alçakça indirdiği gibi, yine birşeyler yapar, diyorum. üçüncü penaltılarda 3-2 öndeyiz. daha sonraki yıllarda galatasaray'da da oynayan six, kaçırdığı penaltıyla umudumuzun bir kısmını alsa da, dağılmış değiliz. platini nasıl olsa atar, onlar da kaçırır. platini atıyor da, öbürü olmuyor. olsun bossis atar, onlar kaçırır. tam tersi oluyor.
içerden bir yerden geliyor. kıyafetini değiştirdiğini farkediyorum. bol bir gömlek geçirmiş üstüne. altında bütün hatlarını saran bir blucin. hiçbir şey sormuyor. üzüntümün bile farkında değil. kim kazandı diye de sormuyor. "tamam mı, kapatayım mı" diye bir şey söylüyor. sesinde izin isteyen bir nezaket değil, tam tersine, "bu rezalete son vermenin sırası geldi herhalde" diyen emir tonu var. "kapat", diyorum, ama ben bile sesimi duyamıyorum. susup, yutkunup, sadece bir beyaz bayrak da gösterebilirdim.
karşı koltuğa geçip bir sigara yakıyor. ben henüz sigaraya başlamamışım. "futbolu benden de çok sevdiğini bilmiyordum" diyor. hayır, yani, aslında; gibisinden, ama "kem küm", diye özetlenebilecek birkaç cümle kuruyorsam da, her şey için çok geç. ayrılmamızın, ikimiz için de iyi olacağını söylüyor. ertesi günkü finali izlememin "her bakımdan" hiçbir anlamı kalmıyor.
sonra ne mi oluyor? çok yavan şeyler!
74-78 periyodunda yakalanan tribün canlılığından eser yok. dağılan tespih taneleri, zaman zaman nostaljik halı saha maçları yapıyor, yılda bir akşam ankara, hatta yurtdışından gelen bir ahbap için kalburüstü bir meyhanede sofra kuruyor ama, evli barklılar "yenge"yle papaz olmamak için bu tür organizasyonlara giremiyor. girse bile, aile fotoğrafının toparlanmasında ciddi "sosyolojik" engeller var. bundan sonraki kupa tribünleri de, tribünden çok, 19 mayıs stadı civarından geçerken dış sahadaki maçlara beş on dakika göz atan telaş halini anlatıyor.
maradona'ya tanrı'nın uzattığı el kızdırıyor, uruguaylı batista'nın 56. saniyede oyundan atılması güldürüyor. '90 italya'nın, almanya-arjantin arasında '86 meksika'nın rövanşı olup olmayacağı umurumda olmuyor. fransız hakem michel vautrot'nun italya-arjantin maçını, öyle sakatlık falan gibi bir nedenden değil, basbayağı unuttuğundan tam 8 dakika fazla oynatması, daha enteresan bir not olarak belleğimde yer ediyor. zaten '94 amerika, ilgisizliğimi haklı çıkartacak hemen her şeyi yapıyor, ilk kez bir final 120 dakikası golsüz bittikten sonra, penaltılarla sonuçlanıyor. '94'te isveç'in patlaması veya nijerya kıvılcımı, bazen iç dünyamızda "orada birşeyler oluyor ama dur bakalım" gibisinden kıpırdanmalara vesile oluyorsa da, ruhumuzdaki uyuşukluğu atmaya hiçbir şey yetmiyor.
o lanet olası '82 yarı finalindeki almanya-fransa maçının hemen ertesi günü, penaltı kaçırmış bossis gibi beni kapının önüne koyan sevgilime, yıllar sonra bir ankaragücü-galatasaray maçı öncesi rastlıyorum. ankaragücü'ne yancı oluşumuzun, kuşkusuz fenerbahçe'nin menfaatiyle yakından ilgisi var. 19 mayıs stadı'nın park yerinde arabadan çıkıyor, amerikan traşlı, yüzünden sağlık fışkıran bir adamla birlikte beş altı yaşlarında sevimli bir erkek çocuğunu iki elinden tutmuşlar, üçü de sarı kırmızı boya küpüne girmişler gibi. kıvrılan bilet kuyruğunda üç metre yakın temas sağlıyoruz. gözgöze geldiğimde, futbolu ondan daha fazla sevdiğimi itiraf etmeme gerek kalmıyor. yıllardır ödeyemediğim borcumun "konusu" kalmıyor böylece.
ama, 74 ve 78 kupasını, o delifişek dört yılı; geç bulmuş, çabuk kaybetmiş bir sevgiliyi arar gibi, 19 yaşımdan beri delicesine özlüyorum.
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında mehmet demirkol'un "(federal) almanya'yı sevmek" başlıklı yazısından;
almanca öğrenmek için istanbul erkek'e gitme planım yatmış, baba zorlamasıyla, mahalledeki saygın abilerin ısrarıyla mekteb-i sultani'ye yollanmışım. (sonradan) mesudum aslında... hazırlık sınıfı bitmiş. ayağımda adidas'lar değil, mekaplar var. ayağım o kadar hızlı büyüyor ki "günah be kızım üç ay giyebiliyor zaten parana yazık" demiş teyzeme babam. teyzem de getirmiyor kramponları artık. hain baba! yazlığın gazinosu hıncahınç dolu. geç vakit. banttan ve renkli almanya-cezayir maçı. gerginim, çok gerginim. berberiler iyi oynuyor. ve madjer ve belloumi'nin golleri geliyor. bu güzel şutlar golden fazla bir şey çok fazla... çünkü cezayir kazanınca her şey apaçık ortaya çıkıyor: buralardaki tekliğim... millet masaların üzerine çıkıyor. fenerbahçe veya galatasaray şampiyon oldu sanki. herkes çok mutlu. ben ezilip büzülüyorum. yerimden kalkıyor, tek başıma eve yollanıyorum. cezayir almanya'yı yeniyor. bense çok yalnızım. gerçek dünyaya hoş geldin. kimse almanya'yı tutmuyor. bu gerçekle yüzleşmek çok zor olmuyor. almanya-avusturya şike yapıyor, cezayir'i safdışı ediyor.
ama cezayir'den öyle nefret etmişim ki, hiç ama hiç üzülmüyorum.
sonra sevgimi, hayranlığa dönüştüren o maç gelip çatıyor. yarı final, karakteri itibarıyla çekoslavakya maçına benziyor, geriden geliyor almanya, fransa maçında. gazinoya gitmemişim, komşuda seyrediyorum bu kez. schumacher battiston'u parçalıyor. ondan nefret edemem. zira hayranım. ona annesinin maçtan sonra söylediğini bile söyleyemem. şöyle demişti annesi: "mide bulandırıcıydı harald, korkunçtu." bununla ilgilenmiyorum. benim ilgilendiğim, klaus fischer'in röveşataya yakın şutuyla gelen 3-3'lük beraberlik. sonrasında penaltılar. uli stilike penaltıyı kaçırdığında onu pierre littbarski teselli ediyor. televizyon bu sahneyi gösterirken toni (harald) schumacher, dündar siz'in penaltısını kurtarıp eşitliği sağlıyor. son penaltı altın kafa hrubesch'ten, almanya finalde. yılmıyorlar hiç yılmıyorlar. bu ne direnç, bu nasıl bir güç.
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
istvan szabö'nun şaheseri "mefisto" hollywood'da oscar ödülü'nü alırken, almanya'da yetenekli film yapımcısı fassbinder hayata veda ediyordu. romy schneider intihar ediyor, sofia loren vergi kaçırmaktan tutuklanıyordu. polonya'da işçi sendikası lideri lech walesa hapse atılıyordu.
garcia mârquez, latin amerika'nın bütün şairlerini, dilencilerini, müzisyenlerini, başıbozuk takımını temsilen nobel ödülü'nü alıyordu. el salvador'da askerler, bir köyde yarısı çocuk olmak üzere yedi yüzden fazla insanı mitralyözlerle tarıyorlardı. guatemala'da yerlilerin köküne kibrit suyu dökmek için darbe yapan general rios montt, yayınladığı bildiride ülkeyi yönetme görevinin kendisine tanrı tarafından verildiğini ve haber alma işlerinin bundan böyle kutsal ruh tarafından yerine getirileceğini ileri sürüyordu.
mısır, altı gün savaşlarından beri israil'in işgali altında bulunan sina yarımadası'nı sonunda geri alıyordu. ilk yapay kalp birinin göğsünde atıyordu. miami'deki güvenilir kaynaklar fidel castro'nun devrilmesinin an meselesi olduğunu bildiriyorlardı. italya'da papa kendisine karşı girişilen ikinci suikasttan da sağ çıkmayı başarıyordu. ispanya'da parlamentoyu basan subaylar otuz yıla mahkûm oluyorlardı ve felipe gonzâlez başbakanlık yolunda sağlam adımlarla ilerlerken barcelona'da on ikinci dünya futbol şampiyonası'nın açılışı yapılıyordu.
önceki şampiyonadan sekiz fazlasıyla bu seferkine yirmi dört ülke katıldı, ama eşleşmelerde latin amerika ekiplerinin şansı pek yaver gitmedi. kuveyt ve yeni zelanda'dan başka on dört avrupa, altı latin amerika ve iki de afrika ülkesi katılıyordu.
ilk gün, dünya şampiyonu arjantin karması barselona'da hezimete uğradı. birkaç saat sonra, oradan oldukça uzaktaki falkland adalarında arjantinli generaller bu kez de ingiltere karşısında yenildiler. birkaç yıl süren diktatörlükleri sırasında kendi yurttaşlarını dize getiren bu yırtıcı generaller, ingiliz askerleri karşısında uysalca boyun eğdiler. insan haklarını her zaman ihlal etmiş olan deniz kuvvetleri subayı alfredo astiz'in, gurur kırıcı belgeyi başı eğik durumda imzalayışını tüm dünya televizyonları gösterdi.
televizyon iki gün arka arkaya 82 kupasından ilginç görüntüler verdi. kuveyt ile fransa'nın karşılaştığı maçta, kuveyt'in yediği bir gole itiraz eden şeyh fahid el-ahmed-sabah'ın rüzgârda etekleri dalgalanarak sahaya girmesi görülmeye değerdi; ingiliz bryan robsun'un yarım dakikaya sığdırdığı gol muhteşemdi; ilginç görüntülerden biri de alman kaleci schumacher'in fransa'nın forvet oyuncusu battiston'u bir diz darbesiyle bayılttıktan sonra hiç oralı olmamasıydı; belirtmekte yarar var, schumacher kaleci olmadan önce demircilik yapmıştı.
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
michel platini de atletik yapıya sahip bir oyuncu değildi. 1972'de metz kulübü'nün doktoru platini'de kalp yetmezliği ve nefes darlığı olduğuna dair rapor vermişti. bu yüzden metz kulübü, platini'yi transfer etmekten vazgeçti; doktor, platini'de ayrıca bilek sertliği olduğunu tespit edememişti, bu kusur yüzünden ayak bileği kolayca kırılabilirdi; bütün bunlardan başka platini hamur işlerine düşkünlüğünden dolayı şişmanlamaya elverişliydi. her şeye rağmen on yıl sonra, kendisinde bu kadar kusur bulunan bu oyuncu, ispanya'daki dünya kupası öncesinde kendisini transfer etmeyen takımdan öcünü aldı: takımı saint etienne, metz'i 9-2 skorla yendi.
platini, fransız futbolunun en iyi yönlerini kendisinde bulunduran bir futbolcuydu. 58 dünya kupası'nda on üç gol atarak ulaşılmaz bir rekor kıran justo fontaine gibi isabetli şutlar atabildiği gibi, ayrıca raymond kopa'nın çevikliğine ve kurnazlığına sahipti. platini her maçta bir gözbağcı gibi gollerden bir resital sunmakla kalmıyor, aynı zamanda uyumlu oyun kurmadaki becerikliliğiyle seyirciyi büyülüyordu. onun kaptanlığında fransa karması her zaman uyumlu ve sağlam bir futbol sergiledi.
82 dünya kupası'nın yarı finalinde almanya, fransa'yı penaltı atışlarıyla hezimete uğrattı. o maç platini ile rummenige arasında yapılan bir düello gibiydi; maçın kaderini belirleyen sakat vaziyette sahaya çıkan rummenige oldu. daha sonra almanya final maçında italya karşısında tutunamadı. ne platini, ne de rummenige, futbolda bir tarih yazan bu iki süper oyuncu, ekiplerinin bir dünya kupasında şampiyon olma zevkini tadamadılar.
ilk basımı 2002 olan christian eichkler'in "futbolun beceriksizleri ansiklopedisi" kitabından;
schumacher, harald, ya da lakabıyla toni, 1982 dünya kupası'nda iki direk arasındaki en sevdiği rambo rolünü öyle abartmıştı ki, sakız çiğneyen ve aslan yelesi saçlı "nefret edilesi almanlar" imajını uzunca bir süre için yeniden hortlatmıştı. yarı finalde fransız oyuncu patrick battiston'a öyle bir çarpmıştı ki, savunmasız hücum oyuncusunun boyun omurlarından biri kırılmış ve çok sayıda dişi dökülmüştü. sahadaki herkes yerde baygın halde yatan battiston'la ilgilenirken, schumacher olaya kayıtsızca seyirci kaldı. daha sonradan eleştirildiğinde, "diş kaplamalarının parasını ben ödeyeyim" teklifinde bulundu büyük bir cömertlikle.
sevilla'da güzel bir endülüs akşamı. yahya kemal'in anlattığı raksı sahada futbolcular yapıyor. batı almanya, avusturya şikesi dahil oynadığı maçlarda sempatiden çok antipati topluyor. fransa ise michel platini önderliğindeki kadrosuyla pınl pırıl parlıyor. 17. dakikada almanlar öne geçiyor. paul breitner'in ara pasıyla klaus fischer buluşuyor. vuruşu jean luc ettori'den dönüyor pierre ıittbarski'ye tamamlamak kalıyor. on dakika sonra ise bernd förster'in ceza alanında dominique rocheteau'ya faulü ve penaltı. topu öpen platini beraberliği sağlıyor. ve unutulmaz 57. dakika. oyuna daha yeni giren patrick battiston kontratakta ileri çıkıyor. toni schumacher de kalesini terk ediyor. battiston üzerine gelen schumacher'in üzerinden topu aşırtıyor. alman kaleci ise net bir şekilde rakibinin üzerine gidip haftalarca hastanede kalmasına neden olacak hareketi yapıyor. battiston yerde. ama hollandalı hakem corver, aut kararının ötesine gidemiyor. bu, maçın kader anı. uzatmalara gidiliyor. marius tresor ve alain giresse'in harika golleri. jupp dervall, uzatmanın başında sakat olan kari heinz rummenigge'yi oyuna sokuyor. nitekim büyük yıldız, uzatmanın ilk devresi biterken farkı bire indiriyor. 118. dakikada fischer'in röveşatası maçı penaltılara götürüyor. uli stielike'nin ettori tarafından kurtarılan penaltısının ardından schumacher geçiyor kaleye. didier six ve maxim bossis'in penaltılarını kurtarıyor alman kaleci. horst hrubesch'in penaltısı sevilmeyen almanlar'ı finale ulaştırıyor. turnuva takımı olarak bilinen batı almanya, finalde italya'ya kaybediyor ama fransa maçında kaybettikleri daha fazla.
#5 almanlar sert çocuklardır almanya vs fransa, 1982
tamam, kabul etmek gerekir ki dünya kupası tarihinin en kötü faulüydü ama toni schumacher'e sıkıcı oyunu alevlendiren kıvılcımı çaktığı için teşekkür etmeniz gerekir. skor 1-1 devam ederken fransız patrick battiston almış başını gidiyordu ve alman kaleci ona ancak uçarak yetişebilirdi. öyle de yaptı, schumacher adamın ağzına dirsekleri ve diziyle öyle bir darbe indirdi ki battiston baygın bir şekilde yere serildi. ağzında hiçbir dişi sağlam kalmayan oyuncuyu görmesine rağmen hollandalı hakem corver şaşılacak bir şekilde tüm olayları görmezden geliyordu. fransa'yı serbest vuruşla ödüllendirmedi bile. bıyıklı çılgın kaleci penaltı atışlarının ikisini kurtararak almanya'yı finale taşıdı. bazıları schumacher'i bu davranışından ötürü hiçbir zaman affetmeyecek -fransa'da bir gazetenin anketinde, ülkede en nefret edilen kişi olarak alman kaleci çıkmıştı. listede hitler bile ikinci sıradaydı- ama battiston, onu düğününe davet etti.
1982 dünya kupasına katılan fransız takımı, ilk maçında bryan robson'ın yıldızlaştığı maçta ingiltere'ye mağlup olarak tutuk bir başlangıç yaptı. ancak maçlar ilerledikçe michel platini, jean tigana ve alain giresse'den oluşan orta sahaları rakipleri bombalamaya başladı, ileriki turlarda avusturya ve kuzey irlanda'yı eleyen fransa, yarı finalde batı almanya'nın rakibi oldu. müthiş geçen maçın 90 dakikası 3-3 bitti. almanlar fransa'yı penaltı atışları sonunda eledi.
- 1982 ile 1986 arasında bir futbolcunun kazanabileceği neredeyse bütün başarıları kazandınız ve yenilmez görünüyordunuzç. kendinizi dünyadaki en iyi oyuncu olarak görüyor muydunuz?
michel platini: ben kendime dünyadaki en iyi oyuncuyum gözüyle bakmıyordum, çünkü zaten dünyadaki en iyi oyuncuydum. daha ne dememi istersiniz? kendime sonsuz bir güvenim vardı. maça etki edeceğim, goller atabileceğimi bilirdim. 1986'ysa bir dönüm noktasıydı. o tarihte dünyanın yeni en iyi oyuncusu diego'ydu.
- fransa'nın 1982 dünya kupasında ispanya'da batı almanya ile oynadığı yarı finali hatırlıyorum. takım arkadaşları olarak, patrick battiston'un schumacher tarafından neredeyse kafasının koparılmasından psikolojik olarak olumsuz anlamda etkilenmiş miydiniz?
michel platini: evet, psikolojik açıdan etkilenmiştik ama pozitif açıdan. almanlara, hakeme, neredeyse her şeye karşı hiddetlenmiştik. bir sporcu olarak hayatımdaki en önemli andı bu, hatta futbolla ilgili en büyük hatıramdı da diyebilirim, kaybetmiş olsak bile. gördüğüm en sıradışı maçtı, içinde her şey vardı, tam bir dramdı. her filmden, her tiyatro oyunundan, her romandan daha iyiydi. hâlâ orada olup bu maçı yaşadığımdan dolayı mutluyum. unutulmaz bir maçtı. bütün talanı maçtan sonra soyunma odasında oturmuş, öfke dolu, söyleyecek söz bulamayan bir haldeydik, 20 dakika boyunca kendimize gelememiştik. daha sonra, bu benim olaylara daha geniş bir açıdan bakmayı öğrenmemi sağladı. kimse ölmemişti, ailelerimiz güvendeydi, kaybedilen sadece bir maçtı... ama sıradışı bir maçtı, eşi benzen olmayan türden...
yardımcı hakemler: bruno galler (sui), robert b. valentine (sco)
germany fr: harald schumacher (gk), hans peter briegel (dk. 97 karl heinz rummenigge), paul breitner, karl heinz foerster, bernd foerster, wolfgang dremmler, pierre littbarski, klaus fischer, felix magath (dk. 73 horst hrubesch), uli stielike, manfred kaltz (c)
yedekler: hansi mueller, wilfried hannes, uwe reinders, thomas allofs, stephan engels, lothar matthaeus, holger hieronymus, bernd franke, eike immel
teknik direktör: jupp derwall (ger)
france: jean luc ettori (gk), manuel amoros, maxime bossis, gerard janvion, marius tresor, bernard genghini (dk. 50 patrick battiston (dk. 60 christian lopez)), michel platini (c), alain giresse, jean tigana, dominique rocheteau, didier six
yedekler: dominique baratelli, philippe mahut, rene girard, jean francois larios, bruno bellone, alain couriol, bernard lacombe, gerard soler, jean castaneda
teknik direktör: michel hidalgo (fra)
goller: 1-0 pierre littbarski (frg) 17' 1-1 michel platini (fra) 26' penalty goal 1-2 marius tresor (fra) 92' 1-3 alain giresse (fra) 98' 2-3 karl heinz rummenigge (frg) 102' 3-3 klaus fischer (frg) 108'
sarı kartlar: alain giresse (fra) 35', bernard genghini (fra) 40', bernd foerster (frg) 46'
penaltı atışları:
1-0 manfred kaltz 1-1 alain giresse 2-1 paul breitner 2-2 manuel amoros 2-2 uli stielike -kaleci kurtardı- 2-3 dominique rocheteau 3-3 pierre littbarski 3-3 didier six -kaleci kurtardı- 4-3 karl heinz rummenigge 4-4 michel platini 5-4 horst hrubesch 9goal 5-4 maxime bossis -kaleci kurtardı-
hafızamdan silinmeyen o maç: 1982 yarı finali selim çiprut - büyütec
sokakta elinizde kamera ve mikrofonla dolaşın. ve yoldaki vatandaşlara aynen şu soruyu yöneltin: “hayatınız boyunca unutamadığınız bir futbol maçı?” vatandaşların çoğu bu soru karşısında düşünmek için süre isterler. hatta, yanlarında bir kişi varsa ona danışırlar. ama beni sokakta yalnız yakalayıp bu soruyu sorsalar, cevap hazır: “1982 dünya kupası fransa-almanya yarı final maçı.”ve o anda gözlerim dolar işte; 8 temmuz 1982, günlerden perşembe. ben henüz on yaşındayım, ama futbol izlemeye dört yaşında başlamıştım. adadayız. en büyük eğlencemiz futbol. onunla yatıp, onunla kalkıyoruz. 1982 dünya kupası’nın çıkartma kitapları var. iskelede arkadaşlarla, bunları değiş tokuş ediyoruz. yanılmıyorsam televizyonlar da yeni renklenmiş. kupanın başladığı ilk günden, okuduğum fransız okulu mu dersiniz, yoksa michel platini’ye olan hayranlığım mı, fransızlardan daha koyu bir fransız taraftarıydım. akşam arkadaşım roni’nin evindeydik. yaklaşık altı kişi. ve sanki fenerbahçe-galatasaray maçını beklermişçesine hepimiz heyecanlıydık. o zamanlardan futbol kahramanları yaratmaya başlamıştık. kimisi için littbarski, kimisi için rummenige, ama benim için varsa yoksa platini idi. evde maçı izlerken, salon ikiye ayrılmıştı. üç kişi almanya’yı, diğer üçü fransa’yı destekliyorduk. ben resmen maç düdüğünden önce, dua etmeye başlamıştım. hollandalı hakem charles corver’ın düdüğü ile, maç başlamıştı. yerimde duramıyordum, şu an hala alışkanlığından vazgeçemediğim tırnak yeme olayına çoktan girmiştim. maç bir o kalede, bir bu kalede gidip gidip geliyordu. ama bu gidip gelmelerde ,almanlar karlı çıkıyordu. 17. dakikada at kuyruğu saçları ile idol olan pierre littbarski’nin attığı golle almanya 1-0 öne geçiyordu. ve televizyon karşısındaki ben, bir anda ağlamaya başlıyordum. alman taraftarı olan arkadaşlarımın sevinçleri, en az alman futbolcular kadar fazlaydı. ama maçın bitmesine daha çok vardı. fransa, oyuna tekrar başladı. yüklendikçe yükleniyordu. ceza sahası içinde dokuz kusurlu hareketten biri, hakem tereddütsüz penaltıya hükmediyordu. yerimde duramıyordum. topu eline almıştı michel platini, düşük çorapları ile topu o beyaz noktaya dikmiş geriliyordu. biz üç arkadaş, el ele tutuşmuştuk bile. platini topun başına geliyor, vuruşunu yapıyor ve gollll…halit kıvanç bile maçtan, bizim kadar zevk alıyordu. bu sefer, biz sevinç yumağı oluşturmuştuk. durum 1-1 idi. ve kalan dakikalarda başka gol olmuyor, sadece biz çocuk yaşımızda televizyon karşısında perişan oluyorduk. uzatmalar da aynı tempoyla başlamıştı. ama bu sefer sahne fransızlarındı. hala düşünürüm bazen, altın gol uygulamasını neden o zaman düşünememişler diye. beklenen gol, ikinci uzatma dakikasında esmer şeker marius tresor’dan geliyordu. fransa 2-1 öne geçiyordu. biz evde ekran başında, sevinçten çılgına dönmüştük. alman taraftarı roni’nin yüzü hala aklımda. ancak fransızlar 2-1 ile yetinmeye niyetli değildi. saldırdıkça saldırıyordu ve sekizinci uzatma dakikasında küçük dev adam alain giresse sahne aldı. durum 3-1 idi. maç bana göre artık bitmişti. fransa, finale çok yakındı artık. horozlar final biletini almak üzereydi. ama o gün halit kıvanç ustadan öğrendiğim çok önemli bir cümle vardı: futbol 90 dakika. uzatmaların 12. dakikasında sarı kafa rummenigge atıyor, farkı bire indiriyordu. parmaklarımda yemekten tırnak kalmamıştı. daha 18 dakika vardı. o esnada gördüğüm bir sahne hayatım boyunca hafızamdan silinmeyecekti. topla hızlı hareket eden fransız futbolcu battiston’a ,alman kaleci schumacher öyle bir vurdu ki-hala o harekette kasıt ararım- battiston resmen yerle bir oldu. o görüntüde, tüylerim diken diken olmuştu. takım arkadaşları oraya koştu, battiston hareketsiz yatıyordu. ambulans ile dışarı çıkartıldı. birkaç dişinin yanı sıra, çenesi de kırılmıştı. hakem, schumacher’e kart bile göstermemişti. schumacher, hiçbir şey olmamış gibi eldivenlerini üzerinde temizliyordu. maç, bence o noktada döndü. schumacher kadar gözükara olmayan fransız kaleci ettori, hata üzerine hata yapıyordu. bu sefer klaus fischer, fransız kaleciyi avladı. durum 3-3 olmuştu. tek kelime ile yıkılmıştım. içimden bir parça gitmişti sanki, belki de aklım battiston’daydı. son düdük ve maç penaltılara kalmıştı. böylelikle o tarihte koyulmuş olan kuralla ilk kez beşer penaltı atışı izleyecektim. fransa başlamıştı penaltılara giresse 1-0 ; kaltz 1-1;amoros 2-1;breitner 2-2;rocheteau 3-2; stielike kaçırıyordu…giden maç dönmeye başladı diye düşünmeye başladım. kıvır kıvır saçları ile, bizim dündar siz adıyla tanışacağımız, didier six de kaçırıyordu penaltıyı. littbarski atıyor skor 3-3 ; kahramanım platini 4-3; sarı bela rummenigge 4-4; ve topa yaklaştığı andan itibaren kaçıracağına inandığım bossis, beni mahcup etmiyor ve topu schumacher’e teslim ediyordu. artık umudum kalmamıştı, almanlar’da hrubesch topun başına geçmişti bile, ettori’nin resmen kurtarmaya hali yok gibiydi. almanlar maçı penaltılarla 5-4 kazandı. o gece hüngür hüngür ağladım, bisiklete atladığım gibi evime döndüm. halit kıvanç bile yazısında, “fransızlara çok yazık oldu” diyordu. 1986 yılında yarı finalde iki takım tekrar karşı karşıya geliyor, ve maçı almanlar 2-0 kazanıyordu. battiston ise o maçta schumacher’e hiç yaklaşmadı. kahramanım platini, sanki hislerime tercüman olup konuşmuştu yıllar sonra: “1982 yılındaki almanya yarı final maçını unutamıyorum. maçı kaybettik. ama muhteşem bir sevinçten; trajik bir hüzne uzanan bu tiyatro oyununda başrol oynadım sanki. bir yaşam boyu duyulacak tüm duyguları, ben 120 dakikalık bir futbol maçında yaşamıştım…”