vayy be sayenizde gittiğim ilk futbol maçının hangi sezonda oynandığını da öğrenmiş oldum.
1985 sezonu, demek ki 12 yaşındayım. yani 22 yıldır maçlara gidiyorum.
samsun maçı. osman dayım çevik kuvvette görevli ve beni ilk maçıma götürme mutluluğuma kendisi fenerbahçeli olmasına karşın nail oluyor.
polis ekibi ile geldiğimden öleden sonra yapılacak olan maç için stada sabahın en kör vaktinde giriyoruz. benim için 3 gün önce gelmiş olsakta farketmez gerçi. heyecanımdan 1 kaç gündür uyumuş değilim. dayım yanıma yönüme açmalar, sandviçler, meve suları yığmış ve görev yerine gitmiş. ben her koltuğu, her cm kareyi ezberleme uğraşındayım.
asıl maçtan önce paf ligi maçı oynanıyor. hava oldukça güzel, dayımın takılmalarına rağmen maçı 4 - 1 kazanıyoruz.
samsun maçından aklımda ne golleri atanlar ne de gollerin şekli şemali kaldı. samsun o sene 1. lige yükselmiş ve en güvendikleri isim 2. lig gol kralı olarak dikkateleri üzerine çekmiş olan tanju çolak ama o maçta benim dikkatimi o değil de savaş koç çekiyor. bir kaç sene içersinde her ikisinin de sarı kırmızı renklere tahmin edemiyorum elbette.
ağustos 85'de başlamış demek ki benim ali sami yen maceram
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
1985-86 sezonu 16 temmuz 1985'de florya'daki tesislerde başladı. bu benim galatasaray'da antrenörlüğümün ikinci yılıydı. bütün planlarımı en ince ayrıntılarına kadar bu sezon daha fazlasını elde etmeye, mümkünse şampiyon olmaya göre yapmıştım.
bu arada eşim ve ben ayazpaşa'daki, boğaz'ı ve topkapı sarayı'nı gören evden yeşilköy'e taşınmıştık. galatasaray'ın tesislerine daha yakın olmak istiyordum. günlük antrenmanlara ilk gelen ben olmalıydım; futbolcular beni kendilerine örnek almalı ve benimle konuşmak istediklerinde orada bulmalıydılar.
oturduğumuz ev marmara denizi'nin hemen kıyısındaydı. uçsuz bucaksız denize doğru bakmak, insana bambaşka bir ülkede bulunmanın ötesinde duygular veriyordu. yüklerini ekonomileri giderek gelişen sanayi ülkelerine götürmek üzere yola çıkmış ve bu arada istanbul ve türkiye'ye uğramayı ihmal etmemiş koskocaman gemiler, modern çağın canlı anıtları gibiydi. her yerde gelişmenin başlangıcını görüyordum. bu, futbol için de mümkün olmalıydı.
yeşilköy, florya'daki tesislerden sadece 3 dakika uzaktaydı. antrenör ve eş olarak sürdürülecek "ikili hayat" için ideal bir konum...
naima sokak, çetin sitesi'ndeki apartmanda, çocuklar, köpekler, kediler, papağanlar, kuşlar ve 8 değişik dil konuşan 11 değişik milletten insan arasında her gün heyecan verici şeyler yaşamak mümkündü.
daha sabahın erken saatlerinde kapıcımız ali, ki bu mesleğin en iyilerinden biriydi, kapımızı çalardı. ne istediğimizi bakışlarımızdan okumaya çabalar, ne zaman bavullar, çantalar ve paketlerle yüklü bir şekilde havaalanından ya da şehirden gelsek, hemen orada belirirdi. insanın içinden geçenleri okuyan, cin gibi bir çocuktu. çevresindekileri ve ev sakinlerini tanımak ve hangilerine değer vereceğine, hangilerini ise sadece sıradan apartman sakini olarak göreceğine karar vermek için ille de psikoloji eğitimi almış olması gerekmeyen biriydi.
evin merdivenlerinde son derece ilginç konuşmaların cereyan ettiği anlar unutulur gibi değildi. türkçe her zaman işin içinde olurdu. fakat türkçe, fransızca, ingilizce, japonca, almanca, arapça karışımı bir şey ve diğer yabancı diller de sık sık duyulurdu. kapılar kapandığı zaman ali o tarzancasıyla tek başına kalır, bir iki küçük arıza dışında, her zaman istenilenleri eksiksiz getirmeyi başarırdı.
o apartmanda muhteşem bir hayat yaşıyorduk. aradan 6 yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün hâlâ geçerliliğini koruyan dostluklar gelişmişti orada. noellerde ve diğer bayramlarda postacı dünyanın dört bir tarafından hâlâ mektuplar ve iyi dilek mesajları getirir.
en mükemmel kutlamaları orada yaşamıştık. bayanlar sipariş üzerine yemekler pişiriyor, bize sevimli sürprizler hazırlıyorlardı. rakı, şarap, bira ve tabiî ki neşemiz hiçbir zaman eksik olmazdı. kâh eski, kâh yeni melodilerin eşliğinde tempo tutarak dönüp dansedebilmemiz için halılar yuvarlanarak kaldırılırdı.
galatasaray'ın şampiyon olduğu günlerde hepsinin içinin nasıl da mutluluk, sevinç ve huzur dolduğunu düşündükçe yüreğim ısınır, karşılaştığımız şefkat, dostluk ve bağlılığı hatırladıkça içim içime sığmaz.
o günleri hiçbir zaman unutamayacağım ve gerçek bir "yeşil köy" olan yeşilköy'deki çetin sitesi'nde eşim elisabeth ile birlikte geçirme şansına eriştiğimiz pek çok güzel saat için o insanların hepsine müteşekkirim...
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
hak edilmiş dört haftalık bir tatilden sonra onları, oyuncularımı tekrar görüyordum. türkiye'nin güneşli güney kesiminden, 40 dereceye kadar ulaşan hava sıcaklığıyla en güzel tatil ve dinlenme olanağı sağlayan ege sahillerinden; dünyanın pek az köşesinde rastlayabileceğiniz bir hizmet ve misafirperverliğin bulunduğu tatil yerlerinden geliyorlardı.
onları tatile gönderirken formda kalmalarını istemiştim. fakat görünüşlerine bakılırsa, gittikleri yerlerde sadece güneyin kumları üzerinde sırtüstü yatarken yüzükoyun dönmekle yetinmiş gibiydiler. yeni sezonun ilk gününde oyunculardan normalin üzerinde bir şey talep etmek olacak gibi değildi.
ama beni şaşırttılar. tatil dönüşü yerinde olan sadece neşeleri ve moralleri değildi; daha önce hiç olmadığı kadar antrenmanlıydılar aynı zamanda. ayrıca genel havaları bana, önümüzde iyi bir sezonun bizi beklediği umudunu vermenin ötesinde, beni buna inandırmıştı da.
yapmak istediğimiz çok şey vardı. herkesin peşinde olduğu şampiyonluk yolundaki mücadelede, hem rakiplerimiz, hem de bizimle birlikte favori olan fenerbahçe ve beşiktaş için hayatı mümkün olduğunca zorlaştıracaktık.
boğaz'ın anadolu yakasının takımı olan fenerbahçe sahip olduğu türkiye şampiyonu ünvanını korumak için uğraşacaktı. fenerbahçe şampiyonluğu ucu ucuna, beşiktaş'la aynı puan ve averajla, ama yine de hakkıyla kazanmıştı.
daha bir yıl önce avrupa şampiyonasında yugoslav millî takımı'nın antrenörü olarak karşılaştığım eski dostum veselinoviç, istanbul'daki çalışmalarının daha ilk yılında parlak bir giriş yapmayı başarmıştı.
galatasaray, türkiye futbol federasyonu kupası'nı kazanmış, ancak daha önceki iki yılın tersine, ligi beşinci sırada bitirebilmişti.
yani takım, üç yıl önce verdiği küme düşmeme mücadelesinin yorgunluğunu henüz üstünden atamamış, performans ve istikrar sağlayamamıştı.
takım buna rağmen ilk sinyali vermişti. kupa maçlarında büyük rakipler karşısında fazlasıyla direnç, dayanıklılık ve mücadele gücü göstermişti. bunlar, üzerinde bir şeyler kurabileceğimiz niteliklerdi.
antrenörleri de, oyuncuları da en fazla motive eden şey, daha birkaç hafta geçmeden ilk yeşilliğini gösteren çim saha idi. onu seyretmek bile sevinç veriyordu insana. çimlerin, tüm oyun sahasını yeşil, yumuşak bir halı gibi kaplayıncaya kadar uzadıklarını yavaş yavaş izlemek bir zevkti. öyle ki, içimizden bazıları daha şimdiden çitin üstünden atlayarak olgunlaşmış yeşilliğin üzerinde koşup yuvarlanmayı ve keyif çatmayı hayal ediyordu.
ama şu anda üzerinde antrenman yapmayı içimizden hiç kimse düşünmüyordu. çim sahamız hepimiz için, topkapı sarayı'nda özenle saklanan kaşıkçı elması'ndan daha değerliydi. galatasaray ailesinin onca zaman beklediği, öncelikle de antrenörlerin ve oyuncuların uzun yıllar yoksunluğunu çektiği çim sahamız antrenman merkezinin göz bebeği olacaktı.
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
sezonun ilk antrenmanını florya yakınlarındaki ormanda yaptık. yeni oyuncularla selamlaştık, tanıştık. onlara, daha işin başındayken, bu yıl daha fazlasını elde etmemiz, şampiyonluğa ulaşmamız için sadece maçlarda değil, antrenmanlarda da daha yüksek performans göstermeleri gerektiğini belirttim.
daha geçen yıl aynı sözleri söylediğimde sadece bazı oyuncuların ilgisini çekebilmiştim. şimdi ise hepsi istek ve enerji doluydu. artık hepsinin gözlerinin parladığını görüyordum. bir kere ateş almışlardı ve her şeyi yapmaya kararlıydılar. durum bir anda değişmişti. karşımdakiler, memur zihniyetiyle futbol oynayan, kaybetmeye hazır, bedavacı tipler değillerdi.
sezonun ilk antrenmanında karşımda, bir yılda kendi kendisini aşmış bir takım duruyordu.
bu arada, yeni çim antrenman sahası da, psikolojik etkisi küçümsenmeyecek bir değer taşıyordu.
saha bir anda daha iyi oynamayı, eskisinden daha başarılı olmayı bir yükümlülük haline getirmiş ve yapılan hatalar için, biz antrenörlerin istemeyerek kabul etmek durumunda kaldığı, "toprak saha gibi sert; çamurlu ve yüzeyi bozuk" gibi bahanelerin ileri sürülmesine son vermişti.
ilk on gün için kondisyon çalışması planlanmıştı. kalp ritmi ve kan dolaşımının, yeni ve daha sert koşullara, farklı bir dayanıklılığın gereklerine uyum sağlaması lâzımdı. topu her şeyden fazla seven oyuncular için oldukça hazin bir dönem başlıyordu.
kondisyon antrenmanının anlamı koşmak, koşmak ve yine koşmaktı. sadece bu tür antrenmanların can sıkıcılığından kurtulmak ve daha iyi bir atmosfer sağlayabilmek için 35 derece sıcaklıkta yakınımızdaki serin florya ormanlarına gidiyorduk. antrenmanlar gereğince yapılıyordu; çağdaş antrenman bilimine uygun ve ağır. kendi kendini kandırmak ve istisna olmak isteyen kimse yoktu. biz antrenörler altın zamanların yaklaştığını görüyorduk.
çalışma dozunu her gün artırıyorduk. kısa yürüyüş araları verilen, orta tempoda 15'er dakikalık üç koşudan, iki kez 20'şer dakikalık ve yine iki kez 30'ar dakikalık sürekli koşuya geçiyor ve sadece kısa nefeslenme araları veriyorduk. ardından yüksek tempolu ve uzun aralar verilen koşular geliyordu; sonra, kısa aralar verdiğimiz ölçülü bir tempoya geçiyorduk.
öğleden sonraları küçük ve büyük gruplar halinde maç yapılıyordu. amacımız, daha çok ilk hazırlık günlerinde oyunculara büyük sıkıntı veren adale krampları sorununu çözmekti. adale kasılmalarını unutmanın en iyi yolu, maç yapmak, gollerin, çalımların ve başarının sevincini duymaktı.
on günden fazla bir süre, oyuncular olaya coşkuyla katıldılar. futbolcularımızın dayanıklılığını bu kadar hızlı ve basit bir biçimde artırmak, biz antrenörlerin de hoşuna gidiyordu.
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
yeni sezona girişimiz nedeniyle memnuniyetin de ertesinde duygular içindeydim. çünkü, bir takımı ayakta tutan sadece oyun, teknik açıdan üstünlük ve iyi bir futbol anlayışı değildir. aynı ölçüde, dayanıklılık, hız, esneklik, mücadele gücü ve uygulama yeteneği de gereklidir. kulüp binası antrenman kampı olarak kullanılmaya hazırdı. takım kendini burada evinde gibi hissediyordu. başkanımız burada da iyi iş çıkarmıştı. bina tümüyle yenilenmişti. yeni mekânları yeni mobilyalar, yeni halılar, perdeler ve koltuk takımları süslüyordu.
lokal odaları, yeni dekore edilmiş bir yemek salonu, oyuncular ve antrenörler için yeni elden geçirilmiş odalar, hatta bir de bilardo salonu vardı. ayrıca, yönetim kurulu için yeni bir toplantı salonu hazırlanmıştı. ağır maçlar öncesinde taraftarlar ziyaret süresini aşıp da soruların ardı arkası kesilmediği zamanlar oyuncular da bu salona çekilebiliyordu.
kulüp binası oyuncular için bir yuva ve hepimiz için, özellikle günlerce ve haftalarca maçlara hazırlanmak söz konusu olduğunda ihtiyaç duyduğumuz bir buluşma mahalli olmuştu.
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
bir lufthansa uçağıyla aktarmasız olarak münih'e indik. bizi alpler'de isny yakınlarındaki bölgenin en eüzel otellerinden birine götürecek otobüsümüz çoktan hazırdı.
yamaca yaslanmış olan ve tipik bavyera tarzını yansıtan otel en yüksek beklentilere bile cevap verebilecek düzeydeydi. bir takım kampı için idealdi ve antrenman sahalarıyla maçların yapılacağı yerlere en kısa yoldan ulaşmak mümkündü.
futbolcular, 4000 metre yüksekliğinde 10'dan fazla dağdan oluşan almanya, avusturya ve isviçre alpleri'nin manzarasını gözler önüne seren bu muhteşem doğanın içinde kendilerini çok rahat hissediyorlardı.
hemen ertesi gün odamın balkonundan oyuncuları, doğal çimenle örtülü çayırdan yakındaki ormana doğru koşarlarken gördüm. kendi başlarına ve kendileri için koşuyordu kimileri. diğerleri grup halinde ya da ikili olarak, karşı konmaz bir çekicilik yayan dağların çiçekli dünyasından gelen tertemiz dağ havasını ciğerlerine doldurarak koşuyorlardı.
mustafa ve ahmet antrenmanı mumkun olduğu kadar eğlendirici bir biçimde organize etmek ve aynı zamanda oyunculardan tam randıman alabilmek için her yeni yeni fikirler üretiyorlardı.
amatör takımlarla yapılan maçlar hem değişiklik oluyor, hem de ağır antrenmanların getirdiği yükün stresinden kurtulmayı sağlıyordu.
ilk üç maçımızı kempten, bodensee ve augsburg'da yaptık. bunları kazanmak bir görevdi. ne de olsa, rakiplerimizle biz profesyoneller arasında iki üç gömlek fark vardı.
bu nedenle sadece kazanmakla değil, başarılı, çekici ve güzel bir futbol sergilemekle de yükümlüydük.
mümkün olduğunca çok gol atmalı, istekli oynamalı, becerildigi zaman oyunculara büyük güven veren cesur çalımlan oyunlar ve yanıltmacalı kombinasyonlar sergilemeliydik.
tempolu oynamanın yanı sıra hızlı ve tek pas yapmalıydık. alman seyirci dışında her hafta alman ligi'ni izleyen ve almanya'da yaşayan türk futbol seyircisine de göstermeliydik kendimizi. çünkü onlar şimdi, bir alman antrenörün çalıştırdığı galatasaray'dan uluslararası düzeyde futbol bekliyorlardı.
ayırca, almama'daki günlerimizde ortak noktalarımızı bulup çıkarmak, sohbet etmek, birbirimizin düşüncelerini anlamak ve geleceği değerlendirmek için de zaman buluyorduk.
tabiî uzun ve doyurucu uykuya da zaman ayırıyorduk. yüksek performans gerektiren sporlarda büyük müsabakaların kolayca üstesinden gelebilmek, ancak hızlı reaksiyona ve konsantrasyon birikimine sahip olmak ve öncelikle sağlam sinirlerle mümkündür.
yeni bir takım oluşuyordu, kaynaşarak. kendi aramızdaki ilişkiler bir aile, dost çevresi ilişkisinden daha ileriydi. bu ortamı hissetmek ve yaşamak hepimize iyi geliyordu. bu oluşumda yeni kaptanımız cüneyt'in payı büyüktü. takım içindeki birliği korumaya çalışıyor, takımı tek bir ruh gibi bir arada tutuyor, yönetime, basına ve taraftarlara karşı gerektiği gibi temsil ediyordu.
kolay bir görev değildi bu; fakat, yüksek karakter seviyesi ve örnek tutum ve davranışıyla onun kaderinin bir parçasıydı bu görev. hedefini sağlam bir şekilde ortaya koyan ve ona ulaşmak için hiç yılmadan yoluna devam eden futbolcu ve kaptanlardan biriydi cüneyt. ayrıca fevkalâde çok yönlü oyunculuk niteliklerine sahipti. bu ise antrenör olarak bana, onu takımın güçlü kılınması gerektiği yerlerde öylesine devreye sokma fırsaveriyordu ki, rakip, yeni ve değişen taktiğimize ayak uydurabilmek için hep zaman harcamak zorunda kalıyordu.
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
üstünlüğümüzü göstererek yendiğimiz bir kuzey alman amatör takımı ve amatör karmasıyla yaptığımız maçlardan sanra, son olarak alman birinci ligi'nden l.fc köln'le yeni açılan müngersdorf stadyumu'nda oynadık.
takımımızın gösterdiği üstün performansa rağmen 1.fc köln karşısında maçı kaybettik. ev sahiplerimiz maçtan sonraki basın toplantısı sırasında türk takımının olağanüstü bir performans gösterdiğini, bu maçta en azından bir beraberliği hak ettiğini söylediler.
ne yenilginin avuntusu vardı, ne de zaferin yerme konabilecek bir şey. ancak bu, yine de, oyuncuların kendilerine güvenini güçlendirmeye yaramış, onlara uluslararası düzeyde deneyim edinme ve bunları lig maçlarında uygulama fırsatı veren bir "anahtar deneyim" olmuştu.
l.fc köln ile yaptığımız maç başta olmak üzere, bu turnede çok şey öğrenmiştik. .
oyuncularım onların temposunun daha yüksek olduğunu ve rakiplerinin "gereksiz" çalışmalardan acımasızca faydalandıklarını görmüşlerdi. kafa toplarına kölnlüler daha sert ve sağlam çıkıyorlardı. kimsenin gözünün yaşına bakılmıyordu; ne rakiplerin, ne de kendi takım arkadaşlarının. rakipten daha yukarı sıçramak gerekiyordu. bu ise sıçrama gücünün daha yüksek olmasına, ama özellikle de doğru zamanlamaya bağlı bir üstünlüktü.
oyuncularımız bu maçta pek çok yeni ve bilmedik şey gördüler. gelecek iki yıl içinde hep yeniden yaşayacağımız ve futbolcularımın giderek daha güçlü bir şekilde benimseyip uygulayabileceği örneklerdi bunlar.
istanbul'a döndüğümüzde antrenmanları hâlâ o yeni ve muhteşem çim sahamızda yapamıyorduk. bunun nasıl bir şey olduğunu almanya'da görmüştük. bizde de birkaç hafta ya da birkaç ay sonra nasılsa başlayacaktı. kendimizi çalışmaya daha fazla vermemiz ve her zamankinden daha fazla çaba göstermemiz için bu düşünce yetiyordu. artık önümüzdekinin iyi bir sezon olacağı belliydi. beşiktaş, fenerbahçe ve galatasaray arasında başa baş bir yarış olacaktı
inönü stadına oynanan bu maçta bizim mahalleden cok kişi gitmiştik ligin ilk macı olmasına ragmen cok kalabalık ve izdiham olan mac olarak hatırlıyorum.ve birde cavit,abimizi hatırlıyorum
galatasaray maclarını bu sezon inönüde oynayacaktı ve gene ali samiyen stadı bakıma alınmıştı.rahmetli cavit abi ve yanındaki halasının oglu metin abiyi stadın orada gördük cavit abi biraz sarhoştu metin abi onu idare etmeye calışıyordu ve cavit abi metin abinin koluna girmiş vaziyette geziyorlardı.
metin abi bize siz girin ben cavit i biraz daha dolaştıracagım kendisine gelince gireriz biz dedi onları dışarıda bıraktık ve biz maca girdik.
macı 3-o kazanmıştık mac bittikten sonra inönü stadının oradaki luna parka girdik girmez olaydık rahmetli cavit abi ve metin abi maca girememişler lunaparka takılmışlar cavit abi fırsat bu fırsat demiş icmeye devam etmiş dahada sarhoş olmuş dönme dolaba binmiş ve dönme dolap dönerken oradan aşagıya dogru kusuyordu bütün vatandaşlar saga sola kacışıyordu
neyseki indirdik cavit abiyi o dönme dolaptan cavit abi metin abiye fırca atıyordu neden beni bindirdin buna diye metin abide cavit abiye abi sen kendin illaki binecegim diye tutturdun beni dinlemedinki diye kendini savunuyordu.
kovalarca su boşaltık luna parkın ortasında cavit abinin kafasına.cavit abimizi 2004 yılında genc yaşında akciger kanserinden kaybettik mekanı cenlet olsun.
birde bu macta aklımda kalan şey samsunspor kalecisi fatih"in bacakları idi, kaleci fatih"in bir bacagı diger bacagından ince gibi gelmişti bize trübünde fatih"in bacagı basbaya konu olmuştu bu konuyu tartıştıgımızı hatırlıyorum trübünde bunu kime söylediysek ... aaaa evet yaaaaa gercektende öyle diyorlardı. bazılarıda yok kardeşim size öyle geliyor diyorlardı.
cevat prekazi galatasaray formasıyla ilk lig macına cıkmıştır ve iki gole imza atmıştır ve türkiye kariyerinin ilk ve ikinci gollerini bu macta samsunspora karşı atmıştır.