batı almanya futbol federasyonu başkanı dr. bauwens, sofya'da bulunan e. aykaç'ın türk futbol federasyonu adına yapmış olduğu milli maç teklifine müsbet cevap vermiştir.
batı almanya federasyonu milli maçlar komitesinden nans körfer'in de hazır bulunduğu toplantının sonunda aykaç milli maç yapılmasına imkân olmadığı takdirde başka bir isim altında b. almanya ile karşılaşmaya hazır olduğumuzu da bildirmiştir.
not: haberden sonraki ilk türkiye - almanya maçına yazdım.
futbol federasyonu tarafından milli maç teklifinde bulunduğumuz alman m,illi takım idarecileri dün federasyona gönderdikleri bir telgrafta ilk müsabakanın ancak 1963 senesinde almanyada, ikinci maçın da 1964 senesinde türkiyede yapılmasının kabil olacağını bildirmişlerdir.
saim kaur, «hususî ve resmi maçlar yüzünden millî kadroyu, polonya ve b. almanya karşısına tek idman maçı ile çıkartacağız» dedi
kulüplerin resmi ve hususi maçları sebebiyle «a» milli takımımızın antrenmanları iptal edilmiştir. milli kadro tek hazırlık maçını 17 eylül'de b. sporla yapacaktır.
galatasaray'ın şampiyon kulüpler, beşiktaş'ın balkan turnuvası maçları ile milli lig karşılaşmaları yüzünden milli takımın evvelce tespit edilen program dahilinde çalışma yapacağını bildiren teknik komite başkanı saim kanur «polonya ve b. almanya gibi iki kuvvetli rakiple yapacağımız karşılaşmalara maalesef lâyıkıyla hazırlanamadan çıkmak mecburiyetindeyiz.» demiştir.
her iki takımla oynanacak milli maçta iyi bir netice almanın futbolcuların form ve gayretine bağlı olduğuna temas eden kaur şöyle konuşmuştur: «çok anormal şartlar altında milli maçları oynamak zorundayız. şimdiye kadar belki de milli takım idarecilerinin karşılaşmadığı ağır şartlar altında 4 milli maç oynamak mecburiyetinde kaldık. allah yardımcımız olsun.»
(a) ve ümitler kadrosuna 36 futbolcu çağıran teknik komitenin polonya ve b. almanya milli maçları için ilan edeceği 16 kişilik kadroya şu futbolcuları çağırması muhtemeldir: turgay, candemir, metin, uğur, tarık (galatasaray), ali ihsan, şeref, şenol, birol, aydın (fenerbahçe), özcan, sabahattin, süreyya, suat (beşiktaş), ismet (feriköy), yalçın (istanbulspor).
hans schöene bugün frankfurt'a dönerek takımımız hakkında hazırladığı raporu herberger'e verecek
poznan, özel
milli takımımızın dün polonya ile yaptığı maçı alman milli takım antrenörü sepp herberger'in yardımcılarından hans schöene de takip etmiştir.
gizlice poznan'a gelen hans schöene, müsabaka sırasında devamlı notlar almıştır.
schöene, bugün frankfurt'a hareket edecek ve hazırladığı raporu başantrenör sepp herberger'e verecektir.
maçtan sonra gazeteciler ile konuşan hans schöene, «turgay'ı tekrar eski turgay olarak görüğünü, türk defansı karşısında alman forvetinin zorluk çekeceğini» söylemiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir: «türk takımının kontratakları da bizim defans için korkulu olacaktır. türkiye'yi polonya karşısında gördükten sonra frankfurt'taki maçtan daha çok çekinmeğe başladım.»
frankfurt'un wald stadında türk futbolunun büyük imtihanı: almanya ile bugün karşılaşıyoruz
italyan hakemlerinin idare edeceği maç türkiye saati ile 18'de başlıyor. müsabakaya alâka fazla
necmi tanyolaç frankfurt'tan bildiriyor
türk milli futbol takımı bugün frankfurt'un wald stadında batı almanya milli takımı ile karşılanacaktır. türkiye saatiyle 18 de başlayacak maçı italyan hakemi rigato idare edecek, yan hakemlikleri de keza italyan federasyonuna mensup iki hakem deruhte edecektir.
metin'in sakatlığı devam ettiğinden, türk onbiri sahaya şu tertiple çıkacaktır: turgay - candemir, süreyya - şeref, sabahattin, kaya - tarık, suat, şenol, birol, uğur.
alman milli takımı da şu kadrosuyla oynayacaktır: fahrian - nowak, pott - schulz, wilden, schmidt - libuda, kraemer, seeler, konietzka, dörfel
iki federasyon arasında varılan anlaşmaya göre maç boyunca 2 oyuncu ve 1 kaleci değişecektir.
beşinci maç
bugün türkiye - batı almanya milli maçı, iki takım arasındaki beşinci karşılaşmadır. bundan önceki 4 maçtan 3 ünde alman, 1 inde türk takımı galip gelmiştir. 17.6.951 de berlin'de 2-1 galibiyetimizle sonuçlanan maçtan sonra almanlar aynı yıl istanbul'daki maçı 2-0 kazanmış ve 1954'de isviçredeki dünya kupası müsabakalarında da milli takımımızı 4-1 ve 7-2 mağlûp etmişlerdir. türkiye bu 4 maçta attığı 5 gole karşılık 14 gol yemiş durumdadır.
«zorlu maç»
dün kaldıkları kamptan şehirde bir otele inen milli futbolcularımız maç anını heyecanla beklemektedirler. bu arada futbolcuların sabah saunaya sokulmaları hafif şikayet konusu olmuştur. bununla beraber sporcularımız, 1951'de berlinde kazanılan başarıyı tekrarlamak, hiç değilse o müsbet intibai devam ettirmek için var güçleriyle çalışacaklarını söylemektedirler.
başta turgay olmak üzere, bütün futbolcularımız «zorlu maç olacak, kuvvetli rakibimize ezilmemek için çalışacağız» demekte ve «bir beraberliğin bizim için başarı olacağını» ilâve etmektedirler.
teknik komite başkanı, bugünkü karşılamada yine müdafaaya ehemmiyet verileceğini açıklamış, «fakat bu asla bütün futbolcularımızın kale önünde toplanacağı şeklinde anlaşılmamalıdır.» demiştir.
maça ilgi büyük
frankfurt'taki bugünkü maçın büyük ilgi dooğurmasının en önemli sebebi, poznan'da aldığımız beraberliktir. bu netice üzerinde duran alman basını, takımımızın ihmal edilmez bir rakip olduğunu belirtmektedir. yalnız almanya'da değil bütün spor dünyasında formda polonya takımına karşı koymamız büyük akisler yaratmış ve dikkatleri takımımızın üstüne çekmiştir.
ancak bazı alman gazeteleri, takımımızdan ziyade kendi takımlarıyla meşgul olmakta ve seçilen kadroyu tenkid etmektedirler. bu gazetelerin kanaatince, bugün türkiye'ye karşı çıkarılan takım «genç ve tecrübesiz» dir ve bir dünya kupası yükünü taşıyacak çapta değildir. bu bakımdan alman basınının çoğunluğu, italya'da oynayan alman yıldızlarının bu maça çağırılmamış olmasını tenkid konusu etmektedir.
bunun beraber alman basınındaki umumi hava, bugünkü maçı alman takımının kazanacağı merkezindedir. arada bazı yazarlar, takımımızı mühimsemek gerektiğini yazmakta ve «türklere dikkat etmeliyiz. berlin'deki gibi bir sürprizle karşılaşmayalım» tarzında ikazlarda bulunmaktadırlar.
yağmur muhtemel
dün radyo ve televizyona yayınlanan hav raporu, bugün yağmur yapması ihtimalinden bahsetmiştir. ancak yağmurun, maça ilgiyi azaltamıyacağı sanılmaktadır.
almanyanın dünya şampiyonu takımının kaptanı ve ülkenin en popüler futbolcusu fritz walter, dün «sport kürler»gazetesinde yayınladığı bir yazıda «bugünkü maçın gerçek revanş olduğunu» yazmıştır.
«alman takımının bugün frankfurt'un wald stadındaki en mühim vazifesinin, 17 haziran 1951 de berlinde uğranılan mağlûbiyetin revanşını almak olduğunu» kaydeden fritz walter, devamla şöyle demektedir: «türkleri her ne kadar üç defa (2-0, 4-1, hatta 7-2) mağlûp etmiş bulunuyorsak da, kendi sahamızda ve bizim mağlûbiyetimizi gören seyircilerimizin önünde yenemedik. bu bakımdan şimdi frankfurt'ta yapılacak maç, hakikatte 1951 de berlin'de 2-1 yenildiğimiz maçın revanşıdır. esas revanş budur... maçın önemi de bu noktadan ileri gelmektedir. futbolcularımız da bu önemi takdir ederek, franfurt maçında türkleri mutlaka mağlûp etmelidirler.»
fritz walter, yazısını şöyle bitirmektedir: «bence, bu maçta türkiyeyi yenerek berlinin revanşını almak, dünya şampiyonunu yenmemizden daha kıymetli ve daha önemlidir.»
almanya'da çalışmakta olan türk işçileri, frankfurt'ta bugün oynanacak maç için günlerdenberi hazırlanmaktadırlar. maç günü yaklaştıkça hazırlıklar da artmıştır. ancak, işçilerimizin çoğunluğu frankfurt'a bugün gelecektir. daha ziyade münih, essen ve bonn çevrelerinde çalışmakta olan türk işçileri, hafta sonu tatilinden faydalanarak frankfurt'a hareket etmişlerdir.
tribünlerde binlerce türk seyircisinin bulunacağını öğrenmek, futbolcularımızın moralini hayli yükseltmiştir.
isçilerimizin frankfurt'a gelmeğe başlaması, bu koca şehrin atmosferine tesir etmiş, her yanda izleri görülmeğe başlanmıştır. bu arada «alemania» sinemasının «tatlı günah» adlı türk filmini göstermesi, işçilerimizi ve diğer türk vatandaşlarımızı memnun eden tatlı bir sürpriz olmuştur.
bu maçdan önce almanya'da alamania sinemasında gösterilen "tatlı günah" 1961 yapımı ve ayhan ışık ile belgin doruk'un başrollerde oynadığı yeşilçam filmidir.
yönetmen ve senaryo: hulki saner
görüntü yönetmeni : kosta psaros
oyuncular : ayhan ışık, belgin doruk, uğur kıvılcım, suphi kaner, hulusi kentmen, ismet ay, vahi öz, mümtaz ener
yapımevi (şirket) : saner film (hulki saner)
konu : bir deniz kazasında boğulmak üzere olan fabrikatör kızını kurtaran işportacı bir gencin öyküsü.
muhtelif yerlerden gelen 20 bine yakın türk bugün milli maçın yapılacağı wald stadını inletmeye hazırlanıyor
necmi onur frankfurt'tan yazıyor
almanya ile çevresindekia vrupa memleketlerinde çalışan 20.000 civarında türk işçisi bugün «wald» stadının yeşil çimenleri üzerinde dalgalanacak «ay-yıldız»ları görmek için tüm neseflerini tüketmişler...
son soluk
frankfurt'taki «ali baba» lokantısında karşılaştığım işçiler: «son soluğumuzu stadyom'a sakladık...» dediler. hazırlıklar, geceler ve günler öncesi başlamış... işçilerinde seslerini ayar edenler bile olmuş. iyi bağımrak için, günlük tek yumurta sayısını ikiye, üçe çıkaranlar hayli kabarık...
flamalar hazır. «kaynanan zırıltıları» aleste. maçı görmek için ötelerden gelenler, bir ay öncesinden işyerlerine haber verip «eylül 27sine tesadüf eden çarşamba günü biz çalışmayacağız...» demişler...
ne para, ne de başka şey umurlarında. yüreklerinin tüm gücü ile, bugün «wald» stadındaki yeşil çimenleri, kırmızı-beyaz renklerle bezeyecek olan onbir'de...
30 milyon, sanki frankfurt'ta. ??? kaç bin türkün yüreğinde toplanıvermiş...
bütün yollar
almanyada slagon bu: «bütün yollar frankfurta gider» stutgarttan gelmiş işçi - öğrenci atalay gökşin frankfurt yolcularının hesabını çıkartmış.
* kölndeki otomobil fabrikasından 2000 işçi. * stutgart'daki bir başka otomobil fabrikasından 600 işçi. * stutgart ile münih arasındaki ??? ilçeden 600 işçi. * frankfurt'un içinden 2000 işçi. * hamburg'tan 7-800 işçi. * isviçre'den 1000 işçi. * belçika ve çevresinden 1000 işçi. ve vatan hasreti çeken diğerleri için atalay gökşin diyor ki: «frankfurt'ta 15-20 bin yurttaşımız toplanacak...»
mali porte
kaybolan yevmiyeler, maç bileti için ödenen paralar, hazırlanan pankart ve flamalar, yol ve otel mastafları ile bu sevanın bir de "ekonomik" yönü var.
"ali baba" lokantasındaki hesabımıza göre, 20.000 işçinin frankfurtta maçı görmes, bizim paramızla takriben 2.5 milyon liralık bir muhassebeye dayanıyor!. yorgunluğu ve...
allah korusun
evet ve "tanrı korusun" üzücü bir sonuç da, bu işin, bayram yerlerindeki salıncakçıların lügatı ile "cabası"...
münih ve belçikada turizm öğrenimi yapan berker yarar, dün "milli takım" oyuncuları ile akşama doğru dolaşmış.
"beni en çok üzen" dedi, "sporcularımızın azimli olmayışı..."
kiminle konuşsa hepsinde aynı cevabı almış.
"bir, yahut da iki farkla yenilirsek iyi, berabere kalırsak çok iyi, galip gelirsek..."
frankfurt'taki bir hjalı firmasının şöförü tanju erhan da, elini tabureye vurup lafa karışmaktan kendisini alamadı.
"gerçekten üzücü bu abi" dedi. "insanın içinde niyet olması daha iyi değil mi?.."
frankfurt üniversitesinde öğrenci tınaz yücel cevap verdi: "niyet olmuş olmamış ne farkeder kardeşim. allah bize yardım etsin diyelim... başka çıkar yolu yok bu işin... baksana takım, savunma taktiği ile oynaycakmış."
"ben onu bilmem" dedi. "bildiğim büyük laftır. en iyi müdafaa en kuvvetli taaruzdur..."
kuru fasulye
kokusuna bile hasret kaldığımız kuru fasulyeye bir kaşık salladım. berker yarar buna: "ye abi ya" dedikten sonra gökşin cevap verdi: "iyi ama seeler de oynuyormuş ne haber, üstelik bizde metin yok..."
günlerin, hatta haftaların tartışması bu...
almanyada ise, maçla ilgilenen tek "sokak adamı"na, tanrı için olsun tesadüf etmedik!...
frankfurt'a geldiğimiz gece kimse "türk takımı gelmiş... acaba nerde buluruz?" dedikse: "bilmem" cevabını aldık... sadece sporla geçineneler bu işin peşindeler...
düne kadar onlar da değillermiş ama. polonya beraberliğinden sonra konunun üzerine eğilivermişler ister istemez....
alman gururu
bir "milli maç" arifesindeki, doz??? sevgisini azaltan bu gurur, almanlara asırlar öncesinden geliyor olmalı.
bu acaip gururun sembolü, "kayze ştraze"ye uzanan yollardan birinin meydanında... bir anıt bu...
kaide üzerinde roma miğferli bir asker... yere yapışmışcasına ezik... onun üzerinde de, tüm gücünü romalı askeri ezmek için yitirmiş bir kalkan...
tarihten gelen bu gurur, sonra, stalingrad kapılarına dek yayılmış...
turizm öğrenimi yapan türk genci: "bizi çok hor görüyor almanlar" dedi... birkaç gün önce televizyon programında bizden bahsetmişler.
programın adı da "devrimsiz reform..." atatürkten bu yana türkiye. ama, sadece kötü yönleri ile türkiye!..
bin atlı
ali baba lokantasında ve türk işçilerinin barakalarında, bir spor zaferini alkışlama rüyası ile uykularını süsleyenlere tanrı ayrdım etsin.
bugün 20.000 türk, nefesleri tükeninceye dek frankfurt'un wald stadını inim inim inletecek... ve tanrı nasip eders, onların arasında bu sportif çabayı seyreden ben, yarınki yazımda size şöyle diyeceğim: "bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik. bin atlı ogün, dev gibi bir orduyu yendik..."
o zaman ne berlinde utandırıcı duvar, ne de futbolümüzde usandırıcı duvar vardı
gündüz kılıç
sene 1951... hislerin henüz duvarlaşmadığı yıllar... ne almanya'da o utandırıcı duvar, ne de futbolumuzda şu usundırıcı duvar var...
milli takımımızın isveç ve almanyada yapacağı iki maç için trabyada bir otelde kamptayız. isveç futbolunu pek mühimsemiyoruz ama alman futbolü hepimizi kara kara düşündürüyor... o günlerde istanbula bir alman takımı gelmişti. bir kulüp takımı. kafilede bulunan gazeteciler, kampımızı görmek istemişler. geldiler, gördüler ve milli takımımızın kaptanı olduğum için bilhassa benle uzun uzun konuşup bol bol notlar alıp gittiler. bunlardan ismi galibi herfux olan birisiyle konuştuklarımızı hiç unutmam.
turek denilen sihirbaz
alman gazeteciyle şöyle pek enteresan bir muhavere geçmişti aramızda... bana sormuştu:
- berlindeki maç için ne düşünüyorsunuz?
- alman futbolü muhakkak ki bizimkinden çok üstün. bunun için iki - üç farklı bir mağlûbiyet bile bizim için hezimet sayılmamalıdır.
- neticeyi rakkamla belirtebilir misiniz?
- mesela (3-1), (4-2), (4-1) filan gibi.
- bakıyorum da neticeleri tahmin ederken daima sizin de hiç olmazsa bir gol atabileceğinizi söylemek ister gibisiniz. alman milli takımına gol alabileceğinize cidden inanıyor musunuz?
- niye olmasın. futbol bu. yenilsek bile gol atmamız da pekâlâ mümkündür.
- yanılıyorsunuz dostum. zira siz alman takımının sihirbaz kalecisi turek'i tanımıyorsunuz galiba.
- turek'in maharetini ve şöhretini bilmiyor değiliz. ancak futbolda öyle pozisyonlar olur ki bir forvetimiz pekâlâ onunla karşı karşıya kalabilir ve tutulmaz bir şut de atabilir bu halde turek ne yapabilir ki?
- işte zaten sizin bilmediğiniz de bu. turek için demin sihirbaz demiştim. zira o asıl, bu pozisyonlarda kendisiyle, burun buruna gelen forvetler karşısında çok soğukkanlı bir şekilde ellerini beline dayar, kalesinden bir iki adım ilerler ve müthiş gözlerini rakip forvetin gözlerine dikerek onu adeta manyatize eder. inanın o zaman forvetin bacakları dolaşır ve topu ya dışarıya ya da turekin kucağına yollar...
ateşler içerisinde
isveçteki maçımızı 3-1 kaybediverdik. ve alman maçını büzbütün kara kara düşünmeğe başladık. berline maçtan beş gün evvel varmıştık. ilk günkü antrenmandan sonra sırtımda bir ürperti, dizlerimde bir dermansızlık hissettim. akşama doğru ise enikonu titremeye başladım. derece kondu, 40 derece ateşim vardı. ulvi ziya yenal kafile başkanımız, adnan akın idarecimiz, rebil erkal antrenörümüz, hep telâşlandılar. doktorlar çağrıldı. ilaçlar... ilaçlar... fakat ne o gün ne de ertesi gün, ateşim düşmedi de düşmedi. eksik olmasınlar, idarecilerimiz bütün çocuklar hep yatağımın başındaydılar. nihayet çok meşhur bir doktor getirildi. o da bir sürü ilâçlar verdi.
gelgelelim maçtan bir gece evveline kadar ateşim bana mısın demedi. doktor da artık tıbbın emrettiği ilaçlardan ümidi kesip bana "gross mutter" yâni bizim kocakarı ilâcı dediğimiz cinsten bir şey deneyeceğini ikrar etmek zorunda kaldı. beni ilkönce yorganlar, battaniyeler altında adamakıllı terlettikten sonra buzlu bir kova içinde ıslatılmış çarşaflara sardılar. bu ameliye üç dört defa tekrar edildi. maç sabahı uyandığım zaman ateşim çok şükür (37.8) e düşmüştü. hemen yataktan fırladım. odada zıplamağa, koşmağa başladım. gözlerim fena halde kararıyordu amma ne olursa olsun maçta oynayabileceğimi söyledim, idareciler şüphe ve kararsızlık içinde yüzüme bakarlarken çocukların samimi sevinçleri, sonunda onları da inandırdı alman doktoru ise bir köşede adnan akın'ın yakasına yapışmış «oynamasına katiyyen müsaade edemem. bu deliliktir sonra hepinizi mes'ul ederim» diye bar bar bağırıyordu...
görülmemiş uğultu
size biraz o günkü berlin olimpiyat stadının halini anlatmalıyım. 120.000 kişilik stad tıklım tıklım dolmuştu. ikinci dünya harbinden yenik, ezik çıkmış olan alman milleti harpten sonra ilk defe milli maç yapan takımını milli bir zafer hasretiyle alkışlamak için sabırsızlanıyorlardı. sahaya çıktığımız zaman halkın kendi takımlarına yaptığı görülmemiş coşkun tezahürattan kulaklarım öylesine zonklamaya başladı ki bayağı kendimi kaybeder gibi oldum. acaba geçirdiğim hastalıktan mı fenalaşıyorum diye düşünürken arkamdan koşan çocukların seslerini duydum: «kaptan bu ne biçim sesler, kulaklarımız sağır olacak uğultudan...»
evet! arkamdaki çocuklar... o kahraman çocukları hemen takdim etmeliyim sizlere. turgay - maci, müjdat - eşref, a. ihsan, hüseyin - erol, recep, lefter, faruk... sonra da m. ali ve mıuzaffer...
oyunun henüz beşinci dakikasındaydık ali ihsan kestiği bir alman hücumundan kaptığı topu «kaptan!» diye bağırarak yerden bana uzattı. top gelirken yan gözle recep'in bomboş olduğunu görüverdim. aksi tarafa dönecekmiş gibi yaparak ayağımın içiyle topu onun önüne düşürdüm. recep topu rahatça alıp yürüdü, yürüdü, onsekize yaklaştı, onsekize girdi... o sırada ister istemez aklıma her fux'un tarabyadaki otelde bana söyledikleri geliverdi. gayriihtiyari kaleci turek'e baktım. dehşetler içinde turek'in tıpkı onun anlatmış olduğu gibi ellerini beline koyup kalesinden birkaç adım atarak, gözlerini recep'in gözlerine diktiğini gördüm «eyvah! recep şaşıracak» derken recep topa müthiş bir darbe yapıştırdı ve top alman kalesinin ağlarını allak bullak karıştırdı. öyle içten bir «ohh!» çektim ki sormayın... devreyi 1-0 ilerde bitirdik.
soyunma odasına girer girmez birden fenalaştım. gusyan etmeye başladım. ağzımdan kara kara sular geliyordu. bir kenara yıkıldım kaldım. bu arada hayal meyal alman doktorumun «ben sizlere demiştim» gibilerinden tehditkar yumrukları salladığını görüyor, «çabuk hastahaneye» gibi laflar işitiyordum. çocuklar ikinci devreye çıkmışlar. neden sonra biraz kendime gelip yakama yapışan doktordan silkinerek saha kenarına koştum. diğer yedek arkadaşlar sırtımı battaniyelerle, başımı havlularla örttüler. halbuki heyecandan onlar da benim kadar titriyorlardı.
turgay... turgay... turgay...
alman takımı seyircilerin anlatılmaz çılgın tezahüratiyle şahlanmış kalemize yüklenmişti. fakat kalemizi koruyan 18 yaşındaki genç. turgay o gün görmeyenlerin inanamayacakları mucizeler yaratıyordu. öyle pozisyonlarda goller kurtarıyordu ki şutu atan alman oyuncuları hayretten saçlarını yoluyorlar, kafalarına vuruyorlardı. ben bütün futbol hayatımda böyle olağanüstü kurtarışları peşi peşine yapan bir kaleciyi hâlâ görmedim. almanlar beraberlik gollerine ancak 70 inci dakikada kavuşabildiler ve büsbütün fırtınalaştılar. turgay da büsbütün mucizeleşti.
taş gediğine...
çocuklar beraberliğin bile şahane bir netice olacağını ister istemez düşünerek dışardan bir direktif almamalarına rağmen takımca korkunç bir müdafaaya giriştiler. seyirciler ise bu 15-20 dakikalık koyu müdafaayı bile o gün öylesine ıslıklamışlardı ki... bu arada oyunun 88 inci dakikasında aniden dönen bir kontr-atağımızda muzaffer galibiyet golümüzü atıverdi... koskoca stad sanki bir mezarlık sessizliğe büründü. birazdan da hakem bitiş düdüğünü öttürdü... artık turp gibi sağlam hissediyordum kendimi. soyunma odasında çocuklarla sarmaştık ve dakikalarca ağlaştık... o gece veriken resmi ziyafette her fux'un benle göz göze gelmemek için yırtındığını hissettim, fakat bir fırsatını bulup yanına yaklaştım «her fux size bir teşekkür borçluyum» dedim.
«eğer istanbulda bana turek'in sihirbazlığını anlatmamış olsaydınız belki recep onun sihrine kapılıp golü atamıyacaktı. halbuki ben sizle konuştuktan sonra çocuklara böyle pozisyonlarda asla turek'in gözlerine bakmamalarını, arkasındaki ağlara bakmalarını sıkı sıkı tembih etmiştim...» her fux kös kös yanımdan uzaklaşırken ben için için gülüyordum...
bugün için dileğim
milli takımımız bugün tam 12 sene sonra gene almanya'da oynuyor. bütün temennim sahadan sadece bir turgay ve önünde bir duvar olmamasıdır artık. çünkü beynelmilel tecrübeleri pek olmayan o on iki sene önceki takım bile ancak 15-20 dakikalık olağanüstü müdafaa yapmak zorunda kalmıştı tâ 1951'de... sonraki senelerde ise çok şeyler gördüler, çok şeyler öğrendiler futbolcularımız. hem şimdi bizlerden çok daha kıymetli futbolcularımız var takımımızda... bugün bu futbolcuları «memlekette ne derler», «sonra yerimizden oluruz» zihniyetlerinin ördüğrdüğü bir duvarın tuplaları gibi kullanmak yazıktır, günahtır... ve o duvar bugün almanyada bir «utanç duvarı» kadar ayıplanır inanın...
on iki sene evvelki takım arkadaşlarımla sizlerin candan duacılarınınız çocuklar! allah yardımcınız olsun...
herberger, dünkü basın toplantısında çeşitli sualleri cevaplandırdı
necmi tanyolaç frankfurttan bildiriyor
ufak tefek kumral ve saçları tamamen dökülmüş yaşlı adam etrafını süzdükten snra konuşmağa başladı. «eski dostlarımla karşılaşmaktan çok memnunum. türklerle sportif sahalarda çok karşı karşıya geldik ve daima daha da birbirimize yaklaştık. bugün bu dostları yine bir spor karşılaşmasında memleketimizde misafir etmekten zevk duyuyoruz»
bunları söyleyen adam dünya futbolunun sayılı şöhretlerinden ve alman milli takımı antrenörü sepp herberger'di. alman ve türk basın mensuplarının çeşitli suallerine cevap veriyor her hali ile samimi olan şu teşhirsini hemen ekleyiveriyordu:
- türkler çoştukça konuşurlar ve günlerinde oldukları zaman da karşılarında dayanacak bir takım bulunmaz. türk milli takımının dünya kupasında rusya ile yapacağı karşılaşmada taktiği ben vermiştim. dostlarımız inşallah bu taktiği bize karşı kullanmazlar.
sempatik antrenör bir başka suali de şöyle cevaplandırdı:
- dünya karaması mı? şu anda on tane dünya karması tespit etmek mümkündür. ama ben bir tanesini bile kuramam.
bu sırada toplantıyı takip eden türk milli takımı teknik komitesi başkanı kaur'a herberger bir sual sordu. sual polonya maçındaki defansımızla ilgili idi. kaur da herberger'i tatmin edici cevabı vermekte gecikmedi:
- evet poznan maçında müdafaa taktiği ile oynadığımız bir hakikattir. ancak bu taktiğe rağmen en az rakiplerimiz kadar galibiyete yaklaştık.
toplantı sona ermişti. herberger takımımıza ve idarecilerimize başarı temennisinde bulunarak salonu terketti.
federasyon başkanının mesajı
alman futbol federasyonu başkanı dr. gösmann, türk milli takımı ile yapılacak müsabaka için şu mesajı vermiştir:
- eski bir dostluğa daynanan milletlerimizin yarın spor sahasında bir kere daha karşı karşıya gelmesinden duyduğumuz memnuniyet büyüktür. kardeş türk kafilesini bütün kalbimizle selamlıyor ve kendilerine başarılar diliyorum. güzide türk futbolcuları daima alman futbolcularının yanındadır.
alman milli takımı dün son antrenmanını herberger'in nezaretinde yapmıştır. yorucu bir şekilde geçen çalışma baştan sona kadar televizyona alınmış ve akşam da kampta alman futbolcularına seyrettirilmiştir. herberger televizyon başında bugünkü maçtaki taktiği açıklamış ve «türkler mutlaka defans yapacaklardır bu da bizim işimizi kolaylaştıracaktır» demiştir.
wald stadında 60.000 kişi önünde ve yağmur altında oynanan maçta
seeler, duvarlarımızı yıktı...
türk işçilerinin müthiş tezahüratı ile ilk devreyi 0-0 kapayan takımımız rakip santrforun attığı gollerle 3-0 yenildi
necmi tanyolaç frankfurt'tan bildiriyor
evet, dün frankfurt'ta batı alman milli takımına 3-0 yenildik. ama bu, bugüne kadar gördüğümüz veya duyduğumuz milli maçlardan çok başkaydı.
daha sahaya çıkışta belirmişti fark. sanki kendi sahamızda bir maça çıkıyorduk. stadın her köşesinde varlıklarını belli eden binlerce türk öğrenci ve işçisi öylesine tezahürata başlamışlardı ki, franfurt'un wald stadını mithatpaşa'dan ayırmak güçleşmişti. her yanda ay-yıldızlar göze çarpmış. istiklal marşımızı bir ağızdan söyleyen sesler, alman milli takımının ilânını bile bastırmıştı. spikerin sesi, «ya ya ya şa şa şa, milli takım çok yaşa» temposu altında ezikmiş, kalmıştı. ama türk takımı okunurken «şenol... birol...» isimleri «goool» temposuyla tamamlanmıştı...
yalnız bundan ibaret değildi maçın özelliği... bu müsabakada takımımız «ha babam» taklidiyle kalesi önünde toplanmamış sadece gol yememek için çırpınmamıştı. nitekim oyunla beraber hücumlarımız da başlamıştı, işte daha ilk akında suat - birol kombinezonu, tarık vasıtasiyle ilk tehlikeyi yaratıyordu.
maçtan önce başlayan yağmur, sahayı kaygan hale getirdiğinden, futbolcularımız top kontrolünde güçlük çekiyorlardı. bundan faydalanan seeler, az sonra da bibuda daldılar. bunu konletzika'nın tehlikeli sutu kovaladı. ama sahada turgay vardı. kaptan âdeta balık gibi atladı, kurtardı.
6. dakikada tarık'ın şutunu ancak kornerle kesebildiler. birol'un çektiği korner, alman kalesinde yeni bir tehlike yarattı. uğur'un kafa şutu... bastırıyoruz. başabaştan da öte bir oyun bu... çocuklar iyi başladılar.
seeler, alman takımının büyük tehlikesi. alman santrforunu şerefle sabahattin marke ediyorlar. ilk anlarda seeler sahada pek görünmüyor. bizimkiler vazifesini iyi yapıyor.
kaçan fırsat
14. dakika yakaladığımız fırsatların en büyüğüne sahne oluyor: irol'un mükemmel pasıyla ceza sahasına dalan uğur düşünüyor, şutunu çekse muhakkak gol... çekmiyor nedense... «garantiye gideyim» diye düşündüğü belli... şenola uzattı, o sırada da wilden hamle yaptı ve kurtardı topu.
şimdi turgay'ı alkışlıyor onbinler... seeler tutulmaz şutunu tutuyor turgay... 15 dakika doldu, gol yok...
ikinci 15 dakika gene turgay'ın alkışlarıyla dolacak. dörfel'in kafa şutunu köşeye uçan turgay bertaraf ediyor. ve mukabil hücumumuz: uğur - birol - tarık - şenol kombinezonuyla dalıyoruz. tarık'ı düşürdüler, sonra da kornere çıkardılar topu... kalemiz önüne toplanıp sıkışık müdafaa oynamaktan kurtulduğumuzu görmekle memnunuz. iyi de oynuyoruz. neticeden ümitlenenlerimiz çok.
alman santrhafı wilden, şenol'a devamlı favul yapıyor. bu arada ani bir alman akınında seeler'in müthiş bir şutu direkten döndü. mukabil akında da tarık'ın şutuyla giden top direğe çarpıyor.
yabancı bir saha ve bilhassa fizikman üstün bir rakip için takımımızın çıkarttığı oyuna «fevkalâde» diyebiliriz. geriyi iyi perdeliyor çocuklar, ileriye de arı gibi vınlıyorlar* zaman zaman bastırıyor. alman lar. zaman zaman bastırıyor. alman kalesinde tehlikeler yaratıyoruz.
30. dakikada suat'ın bir hareketi, kolluklarımızı kabartıyor. çok geri ve o nisbette de çakayla gelen seeler'den topu öyle bir topuk pasıyla aldı ki suat, seeler yediği çalımdan yere düştü.
alman defansı şimdi daha da favullü oynuyor. hele santrhaf wilden şenol'u iyice hırpalıyor. ama şenol da az sonra nefis bir frikik atışıyla alman yanhafı schulz'u bayıltıyor. şenol'un çektiği şutun şiddetinden, top kafasına gelen schulz baygınlık geçirdi. zor ayıltıyorlar.
devrenin son dakikasında, devrenin en başarılı adamı turgay. dörfel'in gollük şutunu da kurtarıyor. sehmidt'in dalışı sonucunda tarık
ikinci yarı ve goller
ikinci yarıya solhafaschmidt'in yerine reisch'i alarak başlayan almanlar, müthiş hızla giriştiler. reisch gerçekten sahanın yıldızı oldu. bir süngü gibi defansın ön ve arkasına dalıyor. ve maalesef bizimkiler reisch'i gereği gibi marke edemiyorlar. bizim takımda yorgunluk alametleri görülüyor ki, hoş değil...
turgay'ın iyi kurtarışını seyrediyoruz gene... ama sonrası: 52. dakikada reisch'in ortasına turgay mütereddit. şeref de uzaklaştıramadı. kraemer yakaladı ortaladı. seeler yatarak kafayı yapıştırıyor: ilk gol... turgay'ı birlikte defansın bu topu vurdurması lazımdı...
bir dakika geçmemişti ki, goller ikilendi: dörfel ortaladı. seeler sert girdi şerefe, favullu girdi. ikisi de düştüler. ama seeler yerde yatarken, kaleye iki metre mesafeden topu ağlara göndermeyi başardı: 2-0...
halk, «uwe, uwe...» diye tezahürat yaparken, bir dakikada iki farklı mağlûp duruma düşmek, takımımızın temposunu bozdu. buna rağmen 57. dakikada suat'ın frikiğinde topun direkten dönmesi, byük talihsizlik...
iyi oynamıyoruz artık... nitekim üçüncü gol de geliyor. ama kaya'nın kraemer'i düşürmesinde hakemin penaltı vermesi, ağır ceza... seeler penaltıyı gole çevirmekte geçikmedi.
70. dakikada almanlar, konletzka'nın yerine overath'ı, biz de 72. dakikada pott'la çarpışıp sakatlanan tarık'ın yerine aydını aldık. ve bundan sonraki devamlı gayretlere rağmen tek sayıya dahi ulaşamıyoruz. sonuç bu: 3-0 mağlûbuz...
almanların soyunma odalarındaki galibiyet sevincini sepp herberg ???. halbuki büyük otoritenin rüzgar gibi içeri girişine kadar uwe ???sier'in çığırtkanlığını yaptığı şenlik bir hayli ateşli idi. o kadar ki ??? gibi oturmuş olan seeler, 2 numara ile yaptıpı ağız dalaşmasında ayağa bile kalmış, bu durum karşısında donup kalan antrenör yardımcısının önünde pervasızca bağırmaya başlamıştı. işte bu sırada herberger içeri giriyordu. suarı asık, canı sıkkındı. bütün futbolculara «oyununuzdan memnun değilim» dedi. seeler dahil herkes önüne bakıyordu. sonra herberger, daha yumuşadı ve çocukların gönlünü aldı, onları okşadı. şöhretli antrenör işini bitirip çıkacağı anda maç hakkındaki görüşlerini sordum. ciddi bir tonla şöyle konuştu: «netice 3-0 lık değildir. seeler'in gayretidir. türklerin forveti ilerde iken müdafaanın ısrarla 18 üzerine durması ortada büyük bir boşluk yarattı. bu da bizim maçı kazanmamızda büyük rol oynadı. türk takımının iyi oyuncuları suat, hatalı olmalarına rağmen turgay ile kaya idi.
maçın kahramanı seeler ise «turgay olmasaydı üç değil altı gol atardım» dedi ve beğendiği türk futbolcularını şöyle sıraladı: «suat ve sakatlanarak çıkan sağaçığınız iyi idiler.»
türk soyunma odasında sessizlik ve neşesizlik hüzün sürüyordu. üç gollü farkla sahayı terkeden futbolcularımız giyinirken teknik komite başkanı saim kaur şöyle konuştu: «alman milli takımı gerçekten bizden üstündü. modern futbolun en
iyi örneğini verdi. buna rağmen netice bu kadar farklı olmayabilirdi. kontrataklarla bizim de üç gol almamız mümkündü. fizik eksikliğimiz ikinci yarıda, ilk devredeki oyunu göörmemize mâni oldu.»
alman gazetecilerinin «berlin panteri» diye isimlendirdikleri turgay ise şunları söyledi: «almanların futboldaki iddia ve kuvvetlerini kabul ediyorum. bizi bu skorla her zaman mağlûp edebilirler. fakat şanslı gollerle yenmiş olmalarına üzgünüm. çünlü seeler ikinci golde topu eli ile aldı. ondan sonra şutunu attı. yere düzgün bir futbolcunun bu pozisyonda topu elle düzeltmedikten sonra gol atması imkansızdır.»
antrenör bülent eken de takımının oyunundan memnun olduğunu söyledi ve «saha avantajını bozduk ama farklı yenildik. netice üzerinde her zaman münakaaşa edilebilir» dedi.
milli takım kafilemiz yarın uçakla şehrimize dönüyor
milli futbol takımımız yarın uçakla şehrimize dönecektir. kafile başkanı saim kaur'la konuşan ve polonya maçında sakatlanarak almanya'ya karşı oynayamayan metin oktay, «romanya maçına kadar iyleşeceğim ve takımdaki yerimi alacağım» demiştir.
türk milli takımını uzun zamandır görmemiştim. bu fırsatı frankfurt'ta ele geçirdiğim için memnunum.
hemen işe girişiyorum. türk takımının alman milli takımı karşısında yayılışı, müdafaa düzeninde idi. müdafaadan, müdafaaya geçtiler. kendilerini yabancı saha şartlarının yarattığı hava içinde bu şekilde tedbirli oldukları için tenkid etmiyeceğim.
ilk devre sonuna kadar türkler ümit ettikleri neticeyi elde etmişlerdi. ikinci yarıda hiç lâyık olmadıkları bir duruma düştüler. bence, maçın kaybedilişini iki müdafaa hatâsı doğurmamıştır. çok canlı, çok akınlı ve çok hırslı oynarken iki müdafaa hatâsı yüzünden ümitlerini, arzularını ve hırslarını kaybettiler. iki golden sonra gördüğüm türk takımı çözülmüştü. buna rağmen gerek oyunun başında, gerekse sonunda defanstan çıkan toplarla forvetlerin ileri ileri fırlayıp gol şanslarını denemeleri takdire değer bir hâdise idi. bu zaman sırasında yaptıkları akınların golle neticelenmeyişinin sebeplerinin tahlili bana düşmez. sadece oyunun neticesi belki gördüğümüz futbola nazaran bâzı şüpheler doğurabilir diyebilirim.
türk takımının iki açığı tarık ve uğur'u, kaleci turgay'ı çok iyi buldum. sağ bek candemir'den bu vesile bahsetmek istiyorum. dörfel'i takip ederken temiz oyundan çok hileye kaçtı. açıkça söyliyeyim sağ bekinizin rakibini takip şekli hoşuma gitmedi.
benden bu vesile ile dört defa karşısında oynadığını türk takımı ile bugün seyrettiğim türk takımı arasında kıyaslama yapmam isteniyor. futbol oynadığım devirde sadece takımdaki işimi idare eder, fazla bir şey düşünmezdim. ancak, görüşüm kısaca şudur: benim karşısında oynadığım türk takımlarının elemanları daha teknikti, bugünküleri ise daha hızlı ve mücadeleci.
türk futbolu sadece almanyanın değil, dünyanın bütün şöhretli takımlarının korktuğu futbol oynuyor. takım olarak enerjik, ferdi kabiliyetleri yönünden zengin. teknik grünüşü için iyiden yukarı diyebilir. frankfurt'taki türkiye - almanya milli maçından sonra söyliyeceğim son söz şudur: «bu takım avrupa'da her zaman iş yapar.»
sabah frankfurt caddelerinde dağ basını duman almış marşı söyleniyordu. türk bayrakları dalgalanıyordu, almanya'nın dört bucağından gelmiş türk talebeleri, türk işçileri sokakları doldurmuştu. stadyom bir alemdi. gözünüzü kapatsanız frankfurt'ta değil, mithatpaşa'da zannederdiniz kendinizi. önümüzdekiler türkçe konuşuyor, arkamızdakiler de öyle. karşı tribünde türk bayraktarı ve bitmeyen, tükenmeyen «ya ya ya şa şa şa milli takım çok yaşa» tempoları...
işte alman spiker takımları hopörlerden ilan ediyor: turgay - şenol - birol ve binlerce her zamanki gibi çıkann aynı terane «goool» almanlar bu tezahürattan bir şey anlamıyorlar tabii. ama bizim için ne güzel bir manzara. frankfurt'ta kendi evimizde gibiyiz. acaba maç da güzel olcak mı böyle bizim için ilk onbeş dakika hiç de ümit vermemişti. almanlar saldırıyor, bizimkiler korkuyor, şaşırıyor, beceriksiz hareketler birbirini takip ediyordu.
ama ondan sonra?
adamakıllı açılmıştık. «ha babm» taktiği icabı geirye yığılan bütün takımdan ilerde kalan iki buçup adam dahi her hamlede alman defansını dağıtıyordu. kaçan toplara atılmayan gollere üzülüyor, fakat bir yandan da keyifleniyorduk. öyle ya almanlarla kendi sahalarında ezilmeden başabaş mücadele etmek, onların yüreklerini sık sık hoplatmak az zevk miydi? stadın dört köşesinden yükselen sesler keyfimize keyif katıyordu.
haftayımı huzur içinde geçirdik.
ikinci devre başlarken herşey bitti. karşımızda bambaşka bir alman takımı ve bambaşka bir türk onbiri vardı. almanlar oyuna kasırga gibi girmişler, bizimkiler da yaprak gibi dağılmışlardı. bana sorarsanız bu işin sırrı ikinci devre oyuna giren 12 numaralı solhaf reisch'ta idi. adam bomboş sahada bütün topları topluyor, bir makina intizamı ile dağıtıyor ve her verdiği top da arkadaşlarını gol pozisyonuna sokuyordu. bu taktiği ve neticesini staddaki 60 bin çift göz görmüştü. ama bizim taktisyenlerimiz, idarecilerimiz, antrenörlerimiz her halde ikinci devreyi seyretmediler. kalemizin önüne dizdikleri bol miktardaki futbolcularımızdan bir tanesini dahi bu 12 numaranın başına koymamalarını ben başka türlü izah edemiyorum. adam 45 dakika bütün topları topladı ve hiç bir müdahale görmedi. her şey mazur görülebilir, her şey affedilebilir. uğur'un kaçırdığı fırsat, tarık'ın direeğe çarpan şutu. turgay'ın tereddüdü, müdafaanın hatâları. candemir'in aşırı sertliği, şenol'un üst üste kullanamadığı toplar... biraz müsamaha ile bunların hepsini mazur görebilir, affedebiliriz. ama 12 numarayı göz göre göre boş bırakmak yok mu? ben buna mazeret bulamıyor ve «afedersiniz» bu büyük hatayı işleyenleri affedemiyorum.