lefter'in hayatı neden yazılamaz? dağhan ırak 15/01/2012
türkiye’nin gördüğü en büyük futbolculardan lefter’le rauf denktaş’ın aynı gün vefat etmesi kaderin sevimsiz bir cilvesi. aslında tarihle yüzleşme konusunda başarılı bir ülke olabilseydik, bu çok verimli bir tartışmayı beraberinde getirebilirdi. onun yerine ironik manzaralar sunan bir kafa karışıklığını getirdi.
izninizle ben bu noktada türkiye’nin bu kafa karışıklığını ve ondan doğan çarpık politik doğruculuğu bir kenara koyarak devam etmek istiyorum. beğenmeyen okumayı bu noktada bırakabilir. ben bu yazıyı yazarken hiçbir şekilde tarafsız değilim, böyle bir niyetim olmadığı gibi, böyle bir gereklilik de yok.
kıbrıs sorunu, türkiye’nin gündemine britanya’nın adadan çıkacağının belli olmasından itibaren zorla getirilen bir konu. sorun, aslında etnik bir sorun değil. 20. yüzyılın ilk yarısında üçüncü dünya’da sömürgeciliğe karşı verilen pek çok bağımsızlık mücadelesinden birinden bahsediyoruz. sorunu etnik hâle getiren britanya sömürge yönetiminin fakir türkler’i polis olarak istihdam edip bağımsızlık mücadelesi veren rumlar’ın karşısına çıkarması. yani bir egemen klasiği, bölerek yönetmek, kardeşi kardeşe kırdırmak. bir de tabii geleceği parlak, okumuş bir kısım türk’ün kendi çıkarlarını britanya’nın çıkarıyla birleştirip halkların kavgasını körüklemesi gerçeği var. burada da karşımıza kraliçe’ye sadakat yemini etmiş sömürge savcıları çıkıyor, rauf denktaş da bunlardan biri. denktaş gibilerin de sayesinde britanya anti-emperyalist ve halkların kardeşliği üzerinden gelişmesi gereken bir bağımsızlık mücadelesini etnik bir kavgaya dönüştürebiliyor. rum tarafında da kilise’nin yobazlığı bu kavgayı alevlendiriyor. mevzu rayından çıkıyor. britanya buna rağmen bağımsızlık sürecini geri çeviremeyeceğini hissedince hiç değilse ada’daki varlığını korumak için çırpınıyor, bu kez devreye türkiye de giriyor. 1955′e kadar “kıbrıs gibi bir sorunu olmayan” türkiye, ingiltere’nin çaktırmadan itelemesi, denktaş ve saz arkadaşlarının iş birliği yaptığı derin devlet uzantılarının, tasfiye edilmiş turancıların müdahalesiyle işin içine dalıveriyor. türkiye’deki rumların bir koz olarak kullanılması da bu dönemde başlıyor.
kıbrıs sorunu’nun türkiye’deki rumların hayatını cehenneme çevirdiği 1955-1964 periyodu, aynı zamanda lefter’in türkiye’nin en önemli futbol yıldızı olduğu dönem. kıbrıs için provoke edilen 6-7 eylül’de lefter’i sokak ortasında linç edilenler arasına girmekten koruyan da bu. ama kariyeri boyunca, kıbrıs sorunu’nun nefesini hep ensesinde hissediyor. önce en çok milli olan oyuncu olması engellenmeye çalışılıyor, sonra ellinci kez milli olduğu için kendisine verilmesi gereken madalya verilmiyor. lefter’in 1964′te futbolu bırakması tesadüf değil. 1964, türkiye’nin rum vatandaşlarını en çok hırpaladığı yıl. bu yılda türkiye’de tc vatandaşı rumlar’la evli yunan vatandaşları, kıbrıs’ta olanlara misilleme olarak sınır dışı ediliyor. pek çok rum aile dağılmamak için türkiye’yi apar topar terk etmek zorunda kalıyor. vergi borcu gibi bahanelerle el konan malların haddi hesabı yok. yaygın kanının aksine 1964′ün zararı 6-7 eylül’ün çok ötesinde. türkiye’de rum azınlığı tüketen hamle 1964 sınırdışıları, lefter’i de tüketiyor. aslında o yıl, lefter’in futbolu bırakmasını gerektiren hiçbir şey yok, zaten daha sonra yurt dışına çıkabildiğinde aek formasıyla yine futbol oynuyor. büyük usta, kendisini o dönemde tâ güney afrika’ya kadar uzaklaşmak zorunda hissediyor. ancak ironik olarak, pek çok rum aile türkiye’den kovulurken, lefter’e türlü bahanelerle ülkeden ayrılma izni verilmiyor. belki de gittiğinde yaşadıklarını anlatmasından korkuluyor. o dönemde ne hissettiği ise şimdi kendisiyle beraber toprağın altında.
lefter’in çok sevdiği istanbul’undan, büyükada’sından kalkıp güney afrikalar’a yerleşme planı yapmak zorunda kaldığı o yıllar; kıbrıs’ta milliyetçiliğin hem türkler, hem rumlar arasında sivrildiği, bir arada yaşam mücadelesi verenlerin işinin iyice zorlaştığı yıllar. 1960′ta britanya, türkiye ve yunanistan’ın çıkarlarını kollayan ve kıbrıs’a hiçbir şekilde bağımsızlık şansı vermeyen londra antlaşması imzalanıyor ve kıbrıs cumhuriyeti kuruluyor. aslında cumhuriyet, dönemin koşulları için fena bir plan içermiyor ancak denktaş’ın da anılarında belirttiği üzere iki tarafın milliyetçileri (denktaş da dahil) “o devleti yıkmak için kuruyorlar.” yine denktaş’ın anılarında belirttiği üzere eoka’nın muadili olarak kurulan tmt terör örgütü, infial yaratmak için gerekirse türk hedeflerini bombalıyor. tmt’nin amaç olarak da, felsefe olarak da, yöntem olarak da eoka’dan hiçbir farkı yok. kendi çıkarları için, ada’da barış isteyen herkesi, özellikle de kıbrıs’ta her zaman örgütlü olan sosyalistleri vahşice öldürüyorlar. pek çok kaynağa göre eoka türk’ten çok rum, tmt rum’dan çok türk öldürüyor. bu iki terör örgütü birbirlerini besliyor. kazanan yine emperyalist güçler oluyor.
kıbrıs’ta gerçekten yaşananlar; türkiye’de basının inanılmaz manipülasyonu, yaratılan milliyetçi isteri ve 12 eylül sonrasında iyice kuvvetlenen ulusçu tarih beyin yıkaması nedeniyle neredeyse hiç bilinmiyor. ortaya da böyle garabetler çıkıyor. britanya çıkarını savunmak için yemin etmiş bir sömürge savcısı milli kahraman ilân edilebiliyor mesela. lefter, kıbrıs’ta doğmuş olsa onu öldürmekten zevk alacak insanlarla aynı anda anılabiliyor.
bu kafa karışıklığını yaratan şeylerden biri de tabii lefter’in milliyetçi kafa tarafından algılanışındaki çarpıklık. en iyi niyetli açıklamalarda bile bu çarpıklığı okumak mümkün. mesela hiç uzağa gitmeyelim, lefter’in kadıköy’deki heykelindeki plakayı okuyalım. “futbolu bıraktıktan sonra da ülkemizi terk etmeyen lefter” diye giden bir cümle… ülke bizim, lefter misafir. rum’un “makbul”u, en büyük eziyette bile gıkını çıkarmayanı bile bizim lütfumuzla burada yaşıyor, yani ülkenin gerçek sahiplerinden değil. lefter’i anarken bile sürekli bir “bakın rum’du ama iyiydi” vurgusu, sürekli yunanistan’a attığı gollere yapılan atıf, cenaze konuşmalarında bile habire lefter’in atatürk sevgisine yapılan vurgu. bu ülkenin belki de gelmiş geçmiş en büyük futbolcusunun naaşı bile bu ülkeyi ne kadar sevdiğini, ne kadar sadık olduğunu kanıtlamak zorunda. öldükten sonra bile.
türkiye’deki azınlıklar bu muameleyi, belki bin beterini her gün yaşayarak tükeniyorlar. kendilerine yapılanları söyleyip hesabını kendi devletlerinden, türkiye’den sorabilmek şöyle dursun, başlarına daha fazla bir şey gelmesin diye her gün sözlü olarak sadakat tazelemek zorundalar.
bu ülkede lefter için yazılmış tek bir doğru düzgün biyografi yok. çünkü kıbrıs’ı anlatmadan, 6-7 eylül’ü, 1964′ü yazmadan, lefter’in neden 1980′lere kadar fenerbahçe’ye üye yapılmadığını açıklamadan o kitap yazılamaz. türkiye’deki rumlar’ın nasıl tüketildiğini, nasıl ülkeyi terke zorlandığını, bugün hâlâ nasıl ikinci sınıf vatandaş olduğunu anlatmadan o kitap yazılamaz.
şunu biliyorum ki, lefter bunları anlatmazdı, muhtemelen ailesi de -yukarıdaki nedenlerden- anlatmayacak. her şeyi açık açık anlatacak bir lefter kitabı yazılamayacak. bunun için lefter’i ya da ailesini suçlamak anlamsız ve yanlış. konuşmamak en doğal hakları. azınlığın konuşanının hrant olduğu, arkasından vuranların arkasında durulduğu bir ülkede kimse onları konuşmaya zorlayamaz.
bu ülkede ancak her şeyi açık açık anlatan bir denktaş/kıbrıs kitabı yazılabildiği, kapağına da tmt kurşunlarıyla kol kola ölüme giden sendikacı yoldaşlar derviş ali kavazoğlu ve kostas mişaulis’in resmi konabildiği zaman, bir lefter kitabı da yazılabilir.
çünkü lefter’in hayatını yazmak, ilk başta her şey için ondan özür dilemeyi gerektirir. mesela cenazesini uğurladığımız stadyumun varlık vergisi’nin müsebbibinin adını taşımasından başlayarak özür dilemeyi.
bu özrü dileyebilecek kadar dürüst olduğumuz günleri görebilmek dileğiyle.
*denktaş ve kıbrıs sorunu ile ilgili kısımlar için kıbrıslı tarihçiler mehmet hasgüler ve niyazi kızılyürek’in çeşitli kitapları ve makaleleri, bunun yanı sıra peo kaynakları kullanılmıştır.
fenerbahçe'nin ve türkiye futbolunun efsane ismi milli futbolcumuz lefter küçükandonyadis'i görkemli bir cenaze töreniyle uğurladık. şanına yakışır bir uğurlama oldu onunkisi. çünkü lefter bir döneme damgasını vurmuştu ve hep hatırlanıyordu. kolay değildi lefter'i harcamak. ama vaktinde bunu denedikleri de olmuştu.
hangisini anlatalım. 6-7 eylül pogromunda rivayet edilir ki evinin harap bir hale getirildiğini duyan fenerbahçe'li taraftarlar bir motora doluşup onu ziyarete gitmişler ve, "söyle bize isimlerini ver, bunu kim yaptı sana, yapanların evlerini başlarına yıkalım" demişler. bir şey dememiş lefter baba, ne diyecekti ki? azınlıkların dünyanın her köşesinde yaptığı gibi tevekkülle karşılamış olanı biteni. kimseden şikayetçi olmamış. olsaydı da ne olurdu ki? ömrünün son demlerinde verdiği bir röportajda kamerayı bile kapattırmış bunları anlatmak için.
lefter'i 1980'lere kadar fenerbahçe'ye üye bile yapmamışlar. 50 kez milli olduğu halde madalya verilmemiş. yazar dağhan ırak dostumuzun söylediğine göre bir çok rum aileyi türkiye'den yollamak için suni sebepler icat ederken onun ülke dışına çıkmasını engellemişler. ne yapsın gariban lefter, gitmiş ta güney afrikalarda bir takımı çalıştırmış. tüm bunların olmasına karşın lefter adı hep büyüktü. kolay değildi ordinaryusa ilişmek. peki ya iliştikleri?
çocukluğumda gazeteleri okurken istanbulspor'daki bir isim hep dikkati çekerdi. kasapoğlu yazıyordu pazartesi günkü maç sonuçlarında istanbulspor'un kadrolarında. kasapoğlu aşağı, kasapoğlu yukarı. çünkü adı yorgo'ydu da ondan. ya maç listelerinde kendisi kullanmaktan imtina etmiş, ya da ona bir zarar gelmesin diye kulüp yöneticileri böyle uygun görmüşler. peki niko kovi'yi hatırlayan var mı? türkiye'deki son rum asıllı milli futbolcu. ya da şöyle diyelim, gerçek adını kullananan ve saklı olmayan son gayrı müslim milli futbolcu. peki beyoğluspor ve taksimspor'u hatırlayanınız var mıdır? şişli kulübü liglerin neresindedir bilir misiniz? geçmiş olsun. tüm bunlar mazide kaldı artık, kapanışı da elefterios küçükandonyadis yaptı.
beni tanıyanlar zaman zaman sorarlar: "peki orhan, neden hep ermeni, rum ve yahudileri müdafa edersin." onlara cevabım belli. "çeken bilir kardeşim. azınlık olmanın derdini çeken bilir!" benim anne tarafım yugoslav makedonya'sından. 1950'lerin ortasında mahalli ligleri kasıp kavuran edisto adlı takımda oynayan üç futbolcu benim akrabamdı. biri dayım, bir tanesi annemin kardeş cocuğu, diğer rahmetli de aynı sülaleden. arada sırada dayıma anlattırırım o günleri. "bir ara 1. lige bile yükselmiştik, necati dayın çok iyi sağ açıktı, ahmet amcan stoperdi, ben de yeni yeni kadroya giriyordum" deyip uzun uzun yadeder o günleri.
"peki nasıl geldiniz dayı, her şeyi bırakıp gelmek zor olmadı mı?" diye sormuştum. dayım cevap verir, "her şey iyiydi aslında, sırpça'yı çok iyi konuşurduk, komşularımız falan hep hıristiyandı, tito sayesinde zulüm de görmüyorduk, eşit kabul ediliyorduk. ama ne bileyim, birileri sana orada fazla olduğunu hissettiriyordu be orhan, yaşamayan bilmez bu duyguyu."
hiç inkar etmeyelim, biz de bir zamanlar birilerine bu topraklarda fazlalık olduğunu hissettirdik. bir tek şöhretliler ve en önde olanlar sıyrıldı bundan. lefter en öndeydi, büyük lokmaydı. yutmak kolay değildi.
gs lisesinde maçlara gidecek yaşa geldiğimden itibaren lefter'i büyük bir zevk ve fb'de oynadığından dolayı keşke biz de olsaydı diye kiskançlikla seyrederdim.
hatta 1963 senesinde karagümrükle, fenerbahçe stadında, bir hazırlık maçında kendisine karsi oynadım. ne büyük zevkti aynı sahaya ayak basmak.
ankara'da, odtü'deyken, 19 mayıs stadında, yanılmıyorsam romanya'ya 50inci milli maçını oynarken oradaydım. o zamanlar 50 kere milli olmak imkansız bir şeydi....
kadri aytaç ile çekişmeleri hiç unutulmaz (ikisi de tam piçti, maçı kazanmak için her şey yaparlardı... tabii ki bugünkü anlamda değil.)
hiç unutmam karagümrükten, galatasaray'a giden arkadaşım, deli doğanı, bir gs-fb maçında oyundan attırmıştı ve de hayatımda gördüğüm en garip penaltıya sebep verdirerek.
doğan, sigortasının çok çabuk atması ile meşhurdu. mudaafa oynayıp lefter'i tuttuğunda, gs kalecisi degajı yapıp top öteki sahaya gitmişken, lefterle doğan gs onsekizi içinde yanyana yürüyorlardı. lefter doğan'a ne dediyse, deli doğan lefter'e bir yumruk attı ve hakem gördü. faul yapıldığı yerden atılrı. top fb onsekizinden alınıp gs penaltı noktasina kondu ve doğan oyundan atıldı.
hala o zamanki fb takımı kafamdan çıkmaz: selahattin - seracettin, basri - akgün, naci, necdet - ergun, şeref, şirzat, can, lefter.
tabii ki en unutulmaz maci turkiye - macaristan maçıydı.
macar takımı dünyanın en iyi takımıydı. türkiye'ye yenilmesi mevzu bahis değidli. gidip de giremediğim o maçta, macaristan'ı 3-1 yenmiştik.
türk milli takımının en büyük başarısı olarak bilinir.
bu yaz büyükada'ya kuzenime gittiğimde, görmeğe gittim, (kendisinle hiç bir konuşmuşluğum ve tanışmışlığım yok) merhaba demeğe, o bilinen yerinde yoktu, iskelede kzı kardeşiyle konuştum.