10 mart 2013 pazar - 09:28 hürriyet galatasaray, türk telekom arena’ya serdiği ve uzun vadede verimli olan 4 santimlik çimlerin en az 10 santim kök salmasına olanak tanımadan kullanmaya başladığı için bedeller ödemeye devam ediyor. schalke 04 ile oynanan şampiyonlar ligi maçında galatasaray’a mani olan arena’nın yenilenmiş çimleri, önceki gün de gençlerbirliği maçında başrole çıktı. drogba’nın kaçırdığı penaltıda yerlerinden sökülen çimler fildişili oyuncuyu isyan ettirdi. galatasaray’ın devre arasında arena’ya serilen 4 santimlik çimlerin sağlıklı bir zemin oluşturması için 10 ile 15 santim kök salması gerekiyordu. ancak hem yanlış mevsimde serilmesi hem de minimum beklenmesi gereken 45 günlük süre geçirilmeden üzerinde maç oynanması nedeniyle stadın zemini eskisinden de kötü bir hâl aldı.
sneıjder: isyanım hocaya değildi
galatasaray’da teknik direktör fatih terim başta olmak üzere ‘çilek’ olarak nitelenen yıldızları drogba ve sneijder de arena’nın çimlerine isyan ediyor. gençlerbiliği’ne 1-0 yenilen galatasaray’da puan kaybının faturası sahanın zeminine kesildi. maçtan sonra soyunma odasında futbolcular çimlerin sürekli kalkmasına isyan etti. oyundan alındıktan sonra kendisine uzatılan montu ve tozlukluklarını yerine atan sneijder, terim’e tepkisinin ona olmadığını söyledi. hollandalı, “kötü bir saha şartlarında oynadık. bundan dolayı saha içinde çok fazla sorumluluk alamadım. oyun tarzıma kızdığım için böyle bir hareket gerçekleştirdim. benim size karşı hiçbir hareketim yok” dedi.
diğer futbolcular da sürekli olarak ayaklarının zemine takıldığını dile getirdi. selçuk da kullandığı frikikte zeminin azizliğine uğradığını belirtti.
"başka çare mi var"
hürriyet gazetesinde yer alan habere göre; fatih terim, dün sabah antrenmanı izlemeye gelen yönetici abdurrahim albayrak ile zemini konuştu. terim, “futbolcuların hepsi zeminde şikayetçi. ama ne yapacağız, başka bir yerde mi oynayacağız ki? sezonu, bu zemin ve sahada oynamaya mecburuz. yedi haftayı daha burada bitireceğiz” dedi. albayrak ise, “zemin gerçekten bizi olumsuz etkiliyor. allah’a şükür ki her iki takım adına da bir sakatlık yaşanmadı. başka bir statta zaten nasıl oynayacağız ki? o kadar kombine sattık, taraftarımız var. bu sezonu zemini en iyi seviyeye getireceğiz”diye konuştu.
arena'da gece mesaisi
abdürrahim albayrak ile galatasaray ikinci başkan ali dürüst, zeminin bir nebze olsun iyileştirilmesi için cuma gece yarısı çalışmaların hemen başlatılmasını sağladı. ikili, saatler 00.30’u gösterirken arena’dayken çalışmalar başlatıldı. sahanın daha iyi hale getirilmesi için zemin biçme ve silindir çalışmasıyla birlikte gün ışığı cihazları derhal devreye sokuldu.
drogba durgun, keyifsiz
gençlerbirliği karşısında kullandığı penaltıyı gole çeviremeyince tamını 1 puandan eden drogba’nın yüzünden düşen bin parçaydı! sarı kırmızılı takımın fildişi sahilli yıldızı, dün sabah yapılan çalışmada durgun ve keyifsiz göründü. maçtan sonra trübünlere yaptığı işaretle adeta özür dileyen drogba, soyunma odasında da çok üzgün olduğu öğrenildi. fildişili futbolcu yine maçtan sonra yapılan rejenarasyon idmanında da çok üzgündü.
fuat çapa, teknik direktörlük kariyerinde sarı-kırmızılı ekibe karşı ilk galibiyetini alırken, gençlerbirliği de bu sezon büyüklere karşı ilk kez kazandı.
fuat çapa galatasaray’a karşı ilk kez kazandı
gençlerbirliği’nde ikinci kez görev yapan teknik direktör fuat çapa, galatasaray karşısında 5. maçında galip geldi. türkiye’de, gençlerbirliği ve kasımpaşa teknik direktörü olarak, daha önce 4 kez galatasaray maçına çıkan çapa, bu maçların 3’ünü kaybetmiş, birinde ise berabere kalmıştı. 1-0’lık sonuç, gençlerbirliği’ne, rakibi karşısında lig tarihinde toplamda 20. galibiyetini getirirken, çapa da şeytanın bacağını kırmış oldu.
bu galibiyet gençlerbirliği'nin lig tarihinde galatasaray'a karşı aldığı 21. galibiyettir.
aynı zamanda alkaralar bu galibiyetle, lig tarihi boyunca galatasaray'a karşı en fazla galibiyeti olan (25) trabzonspor ve (22) bursaspor'a bir maç daha yaklaşmıştır.
18. deplasmanım ve gördüğüm 20. stad: türk telekom arena
türk telekom arena stadyumu'nun ankara 19 mayıs stadyumu'na uzaklığı: 449 km.
normalde türk telekom arena’ya geçen yıl gidecektim. ama bir hafta önce tribünde olduğum, 6-1’lik fenerbahçe deplasmanı sonrası içimden gitmek gelmemişti. ama bu sefer, aylar öncesinden “ne olursa olsun gideceğim” diyordum ve galatasaraylı arkadaşım hakan gözkan ile her konuştuğumda geriye doğru sayıyordum.
fakat maç tarihi cuma olarak açıklanınca “eyvah!” dedim. zira iş günüydü! ama ne olursa olsun gaza gelip harekete geçmedikçe deplasman yapılmadığını çok iyi biliyordum. bu yüzden önce seyrantepe’de oturan (evet stadın karşısı!) kuzenim fahriye ile konuştum. ardından da otobüs biletlerimi ayırttırdım. böylece ilk adımı atmıştım. maç günü yaklaşınca şirketten izin de aldım ve iş resmiyete binmiş oldu.
pazartesi günü tanıl abinin de cuma günü istanbul’a gideceğini öğrendim. hemen arayıp nasıl gideceğini ve maça gelip gelmeyeceğini sordum. uçakla gideceğini ve annesini ziyarete gittiği için çok istese de maça gelemeyeceğini söyledi. telefonu kapattıktan sonra biraz da gaza getirmek ve zorlamak için, “18. deplasman ve 19. stadyumuma gidiyorum abi. keşke gelseydiniz.” dedim. yaklaşık 20 dakika sonra, “iş yetiştirmek için saniye kovalıyorum ama beni tahrik ettin. ben de sana gördüğüm stadyumların listesini çıkarttım” diyordu ve gördüğü 23 stadyumu sıralıyordu. tatlı bir rekabetle içimden “yakalamama az kalmış” diye geçiriyordum…
tanıl abinin uçak fikri aklımı çelmişti. “çok pahalıdır ama…” diyerek uçak biletlerine bakmaya başladım. o da ne! cuma günü sabah 8’de 59+4 liraya uçabiliyordum. şaşırmıştım. araştırmaya devam ettim ve kuzen ile yaptığım telefon görüşmesi sonrasında, perşembe 21:15 esenboğa-sabiha gökçen (59+4 lira) ve cumartesi gecesi 23:30 sabiha gökçen-esenboğa (39+4 lira) biletlerini aldım. tüm ayrıntıları ile otobüs gidiş-geliş masraflarımdan sadece 30 lira civarı bir fark olacaktı. hem de perşembe gecesi kuzende kalabilecek ve cumayı maksimum değerlendirebilecektim. ayrıca daha önce, tren, otobüs, araba ve hızlı trenle deplasmana gitmiştim ama ilk kez uçağı kullanacaktım!
çarşamba günü pınar mesaj attı ve “istanbul’a gidiyor musun?” diye sordu. ben de gideceğimi söyledim. maç günü bandırma’da olacağını ve orada lig tv olmadığından, ancak radyodan maçı dinleyebileceğini söyleyip, cümle sonuna somurtan bir surat ekleyerek cevap verdi. o an aklıma yarım yamalak bir maç geldi. pınar yine bandırma’daydı ve maçı radyodan dinlemişti. oldukça efsane bir galibiyet almıştık. “neydi?” diye sordum. 0-2’den 4-2 kazandığımız beşiktaş maçı olduğunu söyledi. inanılmaz bir totem bulmuştum! mesaj atıp, “pınar düşündüğümü sen de düşünüyor musun” dedim. güldü “neden olmasın!” dedi. hemen tanıl abiye bir mail atıp, “abi elimde çok sağlam bir totem var ama doğal olarak maç sonunda bilgi vereceğim!” dedim.
aynı gün macanilari.com üzerinden yaklaşık 2 yıldır tanıdığım ama yüz yüze tanışmadığım galatasaraylı kemalettin albayrak (aka raşit çetiner) abiyi arayıp maça geleceğimi ve tanışmak istediğimi söyledim. çok sevineceğini söyledi.
hafta içi deplasman anılarımı bloga geçirirken 3 yıl önce ali sami yen’de aldığımız galibiyetin fotoğraflarını görmüştüm. üzerimde kırmızı-siyah adidas sweatshirt vardı. ben ise çantamı hazırlarken yanıma almak için onunla alkaralar sweatshirtü arasında gidip geliyordum. sonunda bir başka totemi daha yanıma almaya karar verip adidas da karar kıldım.
perşembe günü kemalettin abi aradı, “mali senin ve kuzeninin biletlerin hazır” dedi. “abi ziyaretçi tribününe aldın değil mi?” diye takıldıktan sonra teşekkür ettim. böylece daha önce tecrübe edindiğim üzere deplasman bileti arama derdinden de kurtulmuştum. her şey çok güzel gidiyordu.
ardından istanbul’a gittiğimde tanışmak istediğim futbol araştırmacısı fethi aytuna abiyi arayıp maça geleceğimi ve tanışmak istediğimi söyledim. o da çok sevineceğini söyledi. böylece tek iş akşam uçağa atlayıp istanbul’a gitmeye kalmıştı.
iş çıkışı gürsel’in ısrarı ve otobüs seferlerinin online takip edilebildiği ego aplikasyonunu test ederek ilk kez belediye otobüsü ile esenboğa’ya geçtim. ardından uçağa bindim ve 40 dakika sonra sabiha gökçen’deydim. havataş’a atladım ve 40 dakikada levent’e ulaştım. her şey inanılmaz güzel ve hızlı ilerlemişti. kızılay-levent arasını 3 saat 50 dakikada kat etmiştim. bundan sonra istanbul’a uçakla ve trafik için “kör saatlerde gitmeye karar verdim. fahriye beni karşıladı bir şeyler atıştırdık ve eve gidip laklak ederek perşembeyi bitirdik.
cuma sabahı kahvaltılık bir şeyler almak için apartmandan çıkıp bir alt sokağa indiğimde, türk telekom arena’yı görecek bir noktadan fotoğraf çektim. bu arada bir üst geçit gördüm. stadın bulunduğu tarafa geçiyordu. “buradan gidiliyor mu ki?” diye düşündüm ama bunu araştırmak için daha zaman vardı. eve döndüm bir şeyler atıştırdım. ardından kemalettin abi ile mecidiyeköy’de buluşmak için haberleştik. evden çıkıp etüt için yürüyerek seyrantepe metro istasyonundan stadyuma geçtim.
daha önce yenilen de yensen de’ye katılmak için istanbul’a gelip fahriye’de kaldığımda tt arena’ya metro durağından nasıl geçileceğini öğrenmiştim. ama sonrası biraz karışıktı. çünkü önce turnikelerden geçip galatasaray bilet gişelerine ulaştım. oradan birine deplasman tribününü sordum ve yönlendirmesiyle birlikte merdivenlerden çıkarak stadyuma paralel olarak otobanın yanından yürümeye başladım. o ana kadar hiçbir yerde deplasman tribününe nasıl gidileceğini gösteren en ufak bir tabelanın olmaması çok kötüydü. ardından uzunca bir yürüyüşün ardından yol beni galatasaray store’un önüne getirdi. kısacası ikinci kez galatasaraylıların arasına girdim. ardından sokak tabelası gibi ufak bir “ziyaretçi” yönlendirmesi görüp onu takip etmeye başladım. bir süre daha gittikten sonra kale arkasındaydım. küçük beyaz bir büfe gördüm. “biletler buradan alınıyor herhalde” diye düşündüm. ardından kimin hangi kapıdan gireceğinin gösterildiği büyük bir tabela gördüm. ziyaretçiler g11-12’den giriyorlardı. ama bir süre sonra gir işin geldiğim yolun altında olduğunu fark ettim. kesinlemek için görevliye sordum o da aynısını söyledi. merdivenlerden inilerek gidilebiliyordu. (sonrasında kemalettin abiden “sakıncalı” maçlarda deplasman taraftarlarının otobanın yanındaki yol üzerinden doğrudan alt kattaki girişe götürüldüğünü öğrenecektim.)
dönüş yolunda birkaç fotoğraf çektirip, metro ile mecidiyeköy’e geçtim ve kemalettin abi ile buluştuk. bir şeyler yiyip oldukça eğlenceli bir sohbet yaptık. o bana eski maçlardan, eski istanbul’dan bahsetti ben de gençlerbirliği’nden ankara’dan. yemek sonrası hem benim hem de kuzenimin biletlerini ısmarladığını söyledi ve tüm ısrarlarıma rağmen “misafirimsiniz!” diyerek ödememi kabul etmedi. bir sonraki maçta kendisini ankara’da ağırlamaktan gurur duyacağımı söyleyerek yanından ayrıldım.
ardından taksim’e geçip aydoğan ile buluştum. bir şeyler yedik, içtik, konuştuk derken saat 17:15 civarlarında, maç günü sıkışık metro trafiğine takılmadan kuzenlere gitmeye karar verdik. oradan yürüyerek maça geçecektik.
kuzende bir şeyler içip muhabbet ettikten ve sabah gördüğüm üstgeçit hakkında fahriye’nin eniştesinden bilgi aldıktan sonra stada doğru yola çıktık. tahmin ettiğim gibi o yoldan çok kolay bir şekilde deplasman tribününe gidiliyordu. fahriye’ye dönüp, “bundan sonra galatasaray deplasmanında üssümüz senin ev olacak!” dedim güldük.
yürümeye devam ederken birkaç gündür olduğu gibi hakan’dan yine aynı mesaj geldi, “şampiyon mu olacaksınız mali? ”.
hakan, 2010-11’de ankara’da 1-0 önde olduğumuz maçın devre arasında trabzonlu burak yılmaz’ın soyunma odamızı basıp futbolcularımıza söylediği ya da 2002-03’de inönü’de 1-1 biten beşiktaş maçından sonra soyunma odasına giden gençlerbirlikli futbolcuların üzerine yürüyüp aynı cümleyi kuran beşiktaş menajeri sinan engin’e gönderme yaparak beni kızdırmaya çalışıyordu. “maçtan sonra göreceğiz kim şampiyon” diye cevap attım…
sabah ki gezide de fark ettiğim gibi girişler alt kattaydı. polis aramasının ardından içeri girip bilet alabiliyordunuz. ardından merdivenlerle bize ayrılan 2. kattaki tribüne ulaştık.
daha maça bir saat vardı ve içeride 50’ye yakın taraftar vardı. istanbul deplasmanında en az 5-10 tanıdık sima göremeye alışan biri olarak hiç kimseyi tanımadığım için şaşırmıştım. bunlardan 20-25 kadarının en altta toplanıp sessiz sakin stadı izlemeleri beni şüphelendirmişti ama pek de fazla üzerinde durmadım. fahriye ile gözüme kestirdiğim bir yere oturduk. ardından en iyi görüş açısını bulmak için dolaşmaya ve fotoğraf çekmeye başladım. tribün “maraton” ile kale arkasında kalıyordu. daha önce gördüklerim içerisinde en büyük deplasman tribünüydü. sola doğru gidildikçe kale arkasına ve sağa doğru gidildikçe maratona yaklaşıyordunuz. önümüzde yaklaşık 3-4 metrelik cam bir koruma vardı. onun üstünde de fileler. filelere artık alışmıştım ama cam korkuluklar tribünün en üstüne bile çıksanız bir şekilde stadın tamamını görmenizi engelliyordu. araştırmaların ardından maratona daha yakın bir açıya yerleştik.
türk telekom arena stadyumu’nun tribünleri oldukça güzel ve profesyonel görünüyordu. stada arkamı dönüp birkaç fotoğraf çekinmek istedim ama arkadaki parlak ışıktan ötürü hep yüzüm karanlık çıkıyordu. “ne yapalım photoshop ile düzenlerim” deyip birkaç foto çekindik. (ama birkaç gün sonra bunun pek de olası olmadığını öğrenecektim!)
maçtan önce hakan aradı. tribüne girmişlerdi. arada cam korkuluklar olsa da yanlarına kadar gittim, telefonla konuştuk. arada duran görevi de şaşırmış bize bakıyordu. hakan, “maçtan sonra da buraya gel mali!” dedi. sonra da, “ama kazanırsanız gelme!” dedi. güldük.
yerime döndüğümde bu sefer de kemalettin abi arıyordu. elindeki atkıyı sallayıp yerini belli ediyordu. ben de aynı şekilde yerimi gösterdim. başarılar diledi. teşekkür ettim.
takımlar sahaya çıkıp ısınmaya başladıklarında tribünlerden uğultu ve alkışlar yükselmeye başladı. bu arada kasımpaşa maçından tanıdığım onur ağca’yı görüp selam verdim. 2 tane galatasaraylı arkadaşı ile yanımıza oturdular.
bir ara tuvalete gittim. aynada bir stiker görüp şaşırdım. odaklandığımda bunun schalke 04 taraftar gruplarından birine ait olduğunu fark ettim. daha dikkatli bir şekilde duvarları incelemeye başladım. bir sürü farklı stiker vardı. hemen fotoğraflarını çektim. bunun bir “deplasman ritüeli“ olduğunu düşündüm. çok hoşuma gitmişti. yerime dönerken kubilay ve onur abilerin de geldiğini görüp selam verdim muhabbet ettik.
ve ardından maç başladı. sakat olan hurşut’un yerine tomic, cezalı olan cem can’ın yerine de serkan kurtuluş sahadaydı. maçın ilk dakikalarından itibaren, birkaç hafta önce oynanan schalke 04 maçı ile gündeme gelen “kötü zemin problemiyle” yüzleşiyorduk. futbolcuların dripling yapmak isterlerken yere doğru kapaklanmaları çok enteresandı. ayrıca bazı bölgelerde topu zor kontrol ediyorlardı. “yuh!” dedim.
ilk yarıda galatasaray çok baskılı bir oyun sergiledi. biz ise biraz daha geriye yaslanarak rakibi karşılıyor ve kontra deniyorduk. sadece vleminckx ilerideydi. sarı-kırmızılılar genelde sol kanatımızdan geliyorlardı. eboue’nin çıkışları ile tehlikeli olmaya başladılar. 3’de hamit’in dışarı attığı top ve 12’de yine hamit’in direkte patlayan topları ardından “eyvah!” diyorduk. ardından sneijder’ın şutunu ramazan’ın nefis kurtarışını alkışlıyor, burak’ın son dakika içinde yerden gelen bomboş topu ıskalaması üzerine oh çekiyorduk. devre bitmek üzereyken adem’in de tribüne geldiğini fark ettim.
devre arasında bol bol maçı konuştuk. durum pek de parlak değildi ama bir yandan da galatasaray deplasmanındaydık ve baskı normaldi. ama biraz açılmamız ve baskıyı kırmamız gerekiyordu. fahriye yiyecek bir şeyler almak için aşağıya gitti. ben ise tribünü izliyordum. 100’e yakın insan vardı. üzerinde atkılar ve formalar olan bir sürü gençlerli vardı ve hepsi muhtemelen istanbul’dandı. fahriye’nin yanına gittiğimde maçtan önce kenarda oturan 10 kadar kişinin galatasaraylı olduğunu öğrendim. çünkü yan tribüne geçmek için görevlilerin kafalarını ütülüyorlardı. ankara’da da buna benzer olaylara şahit olmuştuk ama burada güzel olan galatasaraylıların oldukça efendice maçı izlemeleri idi.
bu arada fahriye, büfede 2 kişinin görevli olduğunu ve garip bir şekilde büfenin iki tribüne de baktığını söyledi. ilk kez böyle bir şey duymuştum. ilginçti! ama asıl trajikomik olan 2 çalışanın da sadece galatasaraylılara hizmet etmesiydi. fahriye bir süre bekledikten sonra kafasını içeri uzatıp “açlıktan öleceğim ya! biriniz bakın şuraya. yiyecek bir şey alacağım” diye bağırdığını ve bunun üzerine adamlardan birinin gelip yardım ettiğini söyledi. daha önce yiyecek/içecek bile bulamadığımız ya da tek kişi çalıştığı için 15 dakika arada sıra gelmediği için elimiz boş yerimize döndüğümüz tribünleri düşünerek, “normal. burası hem türkiye, hem de deplasman tribünü. sonuçta burada olması istenmeyen insanlarız!” dedim…
ikinci yarıya daha istekli başladık. 54’de azo’nun kafası ve selçuk’un kornere çelişi. ardından kornerde özgür’ün nefis kafasını muslera’nın son anda çıkarışı ile gaza geliyor ve “haydi gençler!” diye tezahüratlar yapıyorduk. ardından 56’da yine hamit’in şutu ve yine üst direkle patlamasının ardından bir kere daha oh çekiyorduk. doğrusu ballıydık!
60. dakikada soldan jimmy topla giderken en sağdaki tomic’e nefis bir pas çıkarttı. o da ölçtü biçti ve ortasını yaptı. velminckx nefis bir kafa vuruşu ile topu en uzak köşeye gönderdi. herkes sevinirken ben hakeme bakıyordum. çünkü yerde bir galatasaraylı vardı. ama ardından hakem golü verdi ve çıldırmaya başladık. inanılmaz mutlu olmuştuk! santra yapılırken arkadaşlara dönüp “bitsin artık ya!” diyordum. güldük.
bu arada ben onur’un galatasaraylı arkadaşlarına dönüp, “14 yıldır gençlerbirliği maçı izliyorum. bak dikkat et, istanbul’da 1-0 öndeyiz ama hiçbir futbolcumuz yere yatıp, ah-uh diyerek zaman geçirmeyecek. sadece futbol oynamaya çalışacaklar!” dedim. şaşkınlıkla “hadi ya!” dedi. (maçtan sonra uzun uzun bu olayı konuşacaktık ve hem şaşırdığını hem de taktir ettiğini söyleyecekti.)
dakikalar 70 olduğunda pek alışkın olmadığım bir heyecan yaşıyordum. kalbim güm güm atıyor ve içimden “hadi be kazanalım şu maçı!” diyordum.
ardından galatasaray tehlikeli ataklar geliştirmeye başladı. gole kadar (daha önceki tecrübelerime dayanarak) taktir edeceğim kadar objektif davranan ve gördüğünü çalan hakem, golden sonra maalesef ayarı kaçırmaya başlamıştı. ceza alanı yayında bol bol frikik vermeye başladı. ama hem ramazan’ın son bir yıldır en iyi performansını ortaya koyması hem de iyi bir savunma yapmamız sayesinde sonuç değişmiyordu.
derken, 83. dakikada drogba ile özgür ceza alanı içinde mücadele ederken drogba yere düştü. hakeme baktım, fırsatı kaçırmadı ve penaltıyı verdi. 100 küsur metre uzaktan bile pozisyonun penaltıyla yakından uzaktan ilgisi olmadığı belliydi! bağırdık, çağırdık, sinirlendik ama sonuç değişmeyecekti elbette!
bugüne kadar ne canlı ne de televizyonda penaltı atışı izlemeyen fahriye arkasını dönüp parmaklarını çapraz yapıp “dışarı-direk, dışarı-direk” diye tempo tutmaya başladı. ben ise içimden, “şu penaltı kaçsın, maç efsane olsun!” diye geçiriyordum. ama bir yandan da vuruşu drogba’nın kullanacağı için umudum oldukça düşüktü. drogba gerildi, düdük çaldı, vurdu ve topu dışarı gönderdi. ne mutluluk!!!!
önce kim olduğunu göremesem de sonrasında pozisyonu izlediğimde gördüğüm gibi vuruştan sonra drogba’nın penaltı noktasına tekme atması ve çim-çamur karışımının havaya fırlaması 100 küsür metre uzaktan bile net bir şekilde görülüyordu!
işte o andan sonra galatasaray seyircisi hakemle uğraşmayı bıraktı. bir nevi, “penaltı da verildi, daha ne yapacak” gibi bir durum söz konusuydu. bir de duran top öncesi gökhan zan’ın dirsek hamlesi ve kırmızı kartla oyundan atılışı, kazandığımızın göstergesiydi. bitiş düdüğü ile birlikte çılgına döndük. tezahüratlar, fotoğraflar, geyikler çok eğlendik çok!
maçın bitiş düdüğü ile önce tanıl abiden bir mesaj geldi: “uğurun neyse… tuttu!” ardından da pınar’dan, “kulüp bundan sonra para toplayıp maçlardan önce beni bandırma’ya gönderecekmiş :)” “bence de göndermeli valla” diye cevap verdim. sonrasında yine macanilari.com'dan tanıdığım ve tribünde olan galatasaraylı tugay koç (aka turgay şeren) mesaj atıp tebrik etti. ben de teşekkür ettim...
bu arada maç boyunca tribünde 2-3 güvenlik görevlisi dışında hiçbir polisin olmaması çok enteresan bir deneyimdi. bu bilinçli bir şey miydi yoksa şans eseri mi bilinmez ama bilinçli ise oldukça güzeldi.
maçtan sonra yaklaşık 30 dakika bekletildik. bu arada koltuklarda ve arkasındaki demir korkuluklarda (görüş açısını korumak için üst katlara çıkıldıkça açı dikleşiyor. bu yüzden koltuk arkalarında uzun demir korkuluklar var) schalke 04’ün stikerlarını görüp hatıra olsun diye birkaçını söktük. ama onur ile heyecanımız görülmeye değerdi. “aha bir tane daha buldum! bu daha güzel!!”
bu arada hakan arayıp, “şampiyon mu olacaksınız da bizi yendiniz!” diye bağırıyordu. ben de, “3 puan daha yaklaştık oğlum” dedim. güldü.
maçtan sonra fahriye’yle metroya bindik ve taksim’de bizi bekleyen hakan ile aydoğan’ın yanına gittik. hakan, 4:40’a kadar sürecek olan muhabbetimiz boyunca oldukça ilginç kurgu hikayeler anlatarak galibiyetimizi konuşturmamaya çalıştı. ben ara ara damarına bastım, aydoğan arada ayar verdi. derken oldukça güzel bir gece yaşadık. son gittiğimiz yerde bilmem kaçıncı kez hakan’a kinayeli bir şekilde, “oğlum futbol ya, takma bu kadar, oluyor işte!” sözlerim üzerine, “oğlum bad religion müzik yapmaya devam ettiği sürece hiçbir şeyi kafaya takmam!” diye cevap veriyordu. bu da gecenin sonuna işaretti zaten…
sonraki gün futbol araştırmacılarından fethi abiyle levent’te buluştuk. bol bol futbol muhabbeti yaptık. ben gençlerbirliğini, anadoluyu ve elimden geldiğince yaptığım araştırmalarımdan bahsettim o da, kıyıda köşede kalmış futbolcularla yaptığı eşsiz röportajlardan ve futbol araştırmalarından.
gece 23:30 uçağı için sabiha gökçen’e giderken son bir kez kemalettin abiyi aradım ve her şey için teşekkür ettim. bana, “mali, inan yenildiğimize hiç üzülmedim. sonuçta maç bitince dönüp sizin tribünü izledim. eğleniyordunuz, fotoğraflar çekiyordunuz. sizin sevindiğiniz için ben de mutlu oldum.” demesine çok sevindim. futbolun dostluklar yaradan ve pekiştiren özelliğine çok güzel bir örnek vermişti kemalettin abi…
tıpkı ordu’da hiç tanımadığımız bir ordusporlunun bizim tribünde yiyecek olmadığı için tellere gelip, “bir şey ister misiniz?” diye sorup ardından ayran+simit ısmarlaması gibi. samsun’da “hoş geldiniz” diye bizi karşılayıp futbol konuşan samsunsporlu taraftarlar gibi. konya’da maç sonrası gelip bizle atkı forma değiştiren ve konyaspor’un durumunu anlatan konyasporlu taraftarlar gibi….
dip not: bu maç aynı zamanda benim 3. galatasaray deplasmanım. bu maçlardaki galibiyet oranımın %66,67 olması da ayrıca sevinç kaynağım!
dip not: türk telekom arena’dan önce gördüğüm 19 stadyum sırasıyla şunlar: ankara 19 mayıs, cebeci inönü, mudanya ilçe, beşiktaş inönü, sakarya atatürk, yenikent asaş, bursa atatürk, san siro / giuseppe meazza, santigao bernabeu “maç yoktu. stat turu ile gezdim”, konya atatürk, eskişehir atatürk, 5 ocak, ali sami yen, samsun 19 mayıs, fenerbahçe şükrü saraçoğlu, 19 eylül, istanbul atatürk olimpiyat, recep tayyip erdoğan, kadir has.
galatasaray'ın gençlerbirliği ile oynadığı spor toto süper lig maçında penaltı kaçırdıktan sonra zemini işaret eden didier drogba 2012 afrika kupası finalinde de suçu yine zeminde bulmuştu.
dilmen: "olmaması gereken penaltı!" 08/03/2013 sporx.com
galatasaray - gençlerbirliği karşılaşmasının ardından ntvspor yorumcusu rıdvan dilmen maçla ilgili değerlendirmede bulundu.
galatasaray'ın gençlerbirliği ile karşı karşıya geldiği mücadelenin ardından ntvspor yorumcusu rıdvan dilmen değerlendirmede bulundu.
dilmen yorumlarında galatasaray'ın ilk yarıdaki oyununa değinirken maçın son dakikalarına gelindiği dakikalarda verilen penaltıyı ise 'verilmemesi gereken bir karar' olarak değerlendirdi.
ilk yarıda şahane bir galatasaray vardı fakat devre oldu ilk yarıda oyunda olmayan gençlerbirliği oynamaya başladı. vleminckx'in golünde faul yok gibi geldi bana.
"hakem hataları gördük ama böyle bir penaltı..."
bildiğim kadarıyla fatih hoca'nın konuşma yasağı var ama muhtemelen penaltının penaltı olmadığını söylerdi. ikinci yarı kötü oynayan bir galatasaray vardı golü de yedikten sonra şuursuz oynayan bir takıma dönüştü. hakem hataları gördük ama bugünkü gibi bir penaltı verilmez.
şike dönemlerinde hakemlerin isminin geçmemesi olağanüstü bir durum değil olağan bir durum ama ondan sonra hakemler çok kötü maçlar yönetiyor. her hafta ligde rezalet kararlar veriyorlar. her hafta bir skandal olmasın. hakemler artık gördüğünü çalsın. bunun bir çözümü olmalı bu böyle olmaz. yarın trabzonspor-beşiktaş maçı var. çok önemli bir maç. beşiktaş yenerse puan farkı 2'ye düşecek. trabzonspor yönetimi hakemlerle ilgili açıklama yapıyor. bunların artık sonlanması lazım. hakemlerimiz 70li 80li yıllara doğru gidiyor. şuanda hakem arkadaşlarımız korkarak maç yönetiyor. bu arkadaşlar 5 gün kamp yapsınlar.
ben %70 galatasaray şampiyon olur diyordum, hala öyle diyorum ama futbolda belli olmuyor. ne söylesek yalan. galatasaray'ın burada puan kaybı yaşayacağını hesaplamadım. bu oyuncuların (sneijder-drogba) transferleri galatasaray'ın dengesini bozudu. galatasaray muhteşem 4-4-2 oynuyordu. artık sistem falan kalmadı. galatasaray'da sistemin dışına çıktı.
stat hacıları tanıl bora 13/03/2013 radikal.com.tr
bir futbolsever ömründe kaç stat görür? bazısı sırf kendi takımının evini bilir, bazısı deplasman keşiflerine çıkar. bir de bu işi hacca çevirenler vardır…
cuma gecesi björn vleminckx’in kafasını çekiç gibi kullandığı golü yerinde izleyemedim. mali ise ( http://www.gencler.org âmiri) oradaydı. telekom arena, onun 18. deplasman yeri ve 19. stat keşfi oldu (deplasman notlarını bloguna yazıyor: http://www.mehmetalicetinkaya.com). ben yıllardır 23’te takılı kaldım. dünya gözüyle gördüğüm statların en görkemlisi valencia mestella’ydı, en hazini için sincan yenikent’le istanbul atatürk olimpiyat çekişirler.
bunlar, kıdemli deplasmancılar için mütevazı rakamlar. bir groundhopper ise iki haneli rakamları kulağına döker ancak.
groundhopper: ‘stattan stata zıplayan’ demek, aşağı yukarı. ‘stat çekirgesi’ diye diyebiliriz. derdi takımını desteklemekten, futbol seyretmekten falan çoktan çıkmış, kendini mümkün olduğu kadar fazla statda maç izlemeye adamış hacılar bunlar. gezegenimizde nadide bir tür olarak yaşamlarını sürdürüyorlar.
fikir, britanyalı geoff rose’dan çıkmış. 1974’te bir dergide, ingiltere’nin dört profesyonel ligindeki bütün statlarda maç izlediği belgeleyenlerin özel bir kravat takmasını teklif etmiş. dört yıl sonra, bu kravata hak kazanan seçkin bir grup, ‘92’ler kulübü’nü kurmuş. ingiltere’den sonra en istilacı stat çekirgeleri, anca 1993’te örgütlenseler de almanlardan çıktı. şartları çetindi: üyelik için on ülkede 100 stat görmüş olmak gerekiyordu; 2003’te çıta 30 ülkede 300 stada yükseldi! üye olmayı başarmış 75 muhterem var.
statlara adanmış bir ömür!
bu muhteremlerin piri, carlo farsang. hakkında kitap yazıldı, belgeseller çekildi. 1989’dan beri 119 ülkede 1800’den fazla statın kapısından girmiş. bir seferinde 5 gün içinde 7 ülkede 11 maç izlemişliği, nijer’den burkina faso’ya, oradan mali’ye bisikletle maç turuna çıkmışlığı var. latin amerika’dan puan toplamaya gittiğinde, elinde bir kuklayla sokak gösterileri yapıp bahşiş toplayarak geçinmiş. 2002’de jübile yapmış aslında. yerleşik hayata geçmiş, bir tamirat servisi açmış. yine de yılda 50 maç çıkartıyor. artık rekor için değil kendi keyfi için dolanıyor. geçen ağustos, almanya’nın karaorman’larındaki evinden, özel dizayn minibüsüne atlayıp 3604 kilometre yol kat ederek rus 3. ligi’nden klub sever-piter sankt petersburg maçını izlemeye gidişi, yine röportaj konusu oldu. üstat, dönüşte de iskandinav alt kümelerinden birkaç müsabakaya takılmayı ihmal etmemiş tabii.
stat hacılığının farsang gibi meczupları, keşiş hayatı yaşıyorlar. masraflarını kısmak için aile yanında kalıyor, düzenli iş tutamıyor, düzenli ilişki yürütemiyorlar. eksantrik bir ligde, haritanın kuytusunda bir statı kafalarına takıyor, ‘mutlaka gitmeliyim’ diye leyla oluyorlar. fin 3. kümesi’nin gişesinden kestirdikleri maç bileti, onların altın postudur. endüstrileşmenin muhalifleri arasında bu tarikat da var. gözleri şampiyonlar ligi’yle değil, pejmürde statların solgun peyzajıyla, futbolun ücra liglerdeki otantik sahneleriyle parlıyor.
1995’ten beri çıkan ‘groundhopping ınformer’ diye bir kitapları var bu hacıların. bütün dünya liglerinden statların erişim, iletişim, kapasite bilgilerini ve haritalarını içeren bu kitap her yıl güncelleniyor.
kimisi de ehlikeyif…
yeğenimin arkadaşları âdet edinmişlerdi; her hafta sonu istanbul büyükşehir belediyesi ve mücavir alanında alt kümelerden bir maç belirliyor, pazar sabahtan oraya gidiyor, sağda solda takılıyor, yeme içme mekânlarını tavaf ediyor, arada da sözgelimi suadiye belediye-bab’eski veya eyüp-of müsabakasını izliyorlardı. onlar da ehlikeyif çekirgeler.
mali’yi, beni falan stat hacılarının kulübünde kapıcı bile yapmazlar, biliyorum. bizimkisi, hacca giden karınca misali…
gençlerbirliği 90 yaşında! mehmet ali çetinkaya 14/03/2013 tr.eurosport.com
bugün kuruluşunun 90. yılını kutlayan gençlerbirliği’ni, eurosport.com türkiye için mehmet ali çetinkaya kaleme aldı.
ankara sultani’sinde okuyan bir grup öğrencinin temellerini attığı ve 14 mart 1923′de resmen kurulan gençlerbirliği, bugün 90. yaşını kutluyor.
türk futbolunun en eski ve köklü takımlarından biri olan kırmızı-siyahlılar, 1959′da başlayan milli lig’de yer alan ve bugün de en üst futbol liginde mücadele etme başarısı gösteren fenerbahçe, beşiktaş ve galatasaray ile birlikte dördüncü takım.
1970-1982 yılları arasında tarihinin en kötü dönemini yaşayan ve amatör küme’ye düşmekten son anda kurtulan gençlerbirliği, parasızlık ve imkânsızlıklar içinde geçen 12 yıllık buhran döneminin ardından ayakta kalmayı başaran nadir takımlardan biri…
bugüne kadar 5 kez türkiye kupası’nda final oynayan ve kupayı iki defa (1985-86, 2000-01) müzesine götüren takım, 1987′den beri 5 kere avrupa kupaları’nda mücadele etti ve 20 maç oynadı. 2003-04 sezonunda uefa kupası’nda 4. tur’a (round 16) kadar yükselme başarısı gösteren ekip, 1987′de dinamo minsk ile oynadığı ve 2-1 kaybettiği maçtan bugüne kadar ankara’da hiçbir avrupa kupası maçını kaybetmedi…
gençlerbirliği spor kulübü’nün bu tür sportif başarıları bir yana, onları diğer takımlardan ayıran belki de, en önemli özelliği, taraftarlarının, kulübün kurulduğu günden bugüne kadar, tüm zorluklara göğüs gererek yaşatmaya çalıştıkları tribün kültürü.
alkaralar, genelde bir aile büyüğü tarafından, çocuk yaşta omuzlara yüklenen ve bırakmanın/değiştirmenin zamanla namus meselesi haline dönüştüğü taraftarlık yerine, “gençlerbirlikli doğulmaz, gençlerbirlikli olunur” diyerek, taraftarlığın bilinçli bir seçim olması gerektiğini düşünüyorlar. tüm olumsuzluklara rağmen, inatla ve inatla, futbolun sadece bir oyun olduğuna inanıp, sonuç ne olursa olsun futboldan zevk almaya çalışıyorlar. diğer tüm takım taraftarlarına eşit mesafede durup, tribünlerde rakip futbolcu ya da rakip taraftarla uğraşmak yerine sadece kendi takımlarına destek vermeye çalışıyorlar.
dalga geçilmek pahasına, hakemin kararlarını eleştirmek için “acemi hakem” diye bağırıyorlar ve asla küfretmiyorlar. rakip taraftarlar küfürler yağdırdığında ise sadece alkışlayarak onlara karşılık veriyorlar.
kendi futbolcuları ne kadar kötü bir performans çizerse çizsin maç içinde asla yuhalamıyorlar. çoğu zaman, kötü giden bir sezon boyunca, sadece arkadaşlarını görmek ve hasret gidermek için tribündeki yerlerini alıyorlar. kulübün altyapısından yetişmiş bir futbolcuyu izlemeyi ve gelişimine şahit olmayı çok seviyorlar ve ona sürekli destek olup hatalarında affedici davranıyorlar.
tribün büyükleri, kazanılan bir maçın ardından hâlâ “bir baba hindi” çektiriyor, taraftarlar da “domatesin çekirdeği” ve “ya ya ya şa şa şa gençlerbirliği çok yaşa” gibi nostaljik tezahüratlar yapıp, gülüp eğleniyorlar.
bu tribün kültürü sayesinde, deplasmana gittiklerinde “hoş geldiniz!”lerle karşılanıp, maç sonrası atkı-forma değiştirme teklifleri alıyorlar ve ev sahibi takım taraftarlarıyla futbol konuşuyorlar. bazen de, deplasman tribününde yiyecek, içecek satılmadığı için tellere kadar gelip, “bir şey ister misiniz?” diye soran ve beş kuruş para almadan ayran+simit ısmarlayıp, iyi yolculuklar diledikten sonra yerine dönen orduspor taraftarının yaptığı gibi şaşkına döndürülüyorlar.
ve ne ilginçtir ki, tribünlerde esen bu pozitif hava, sahadaki futbolculara da yansıyor. yeşil çimler üzerine çıktıklarında sadece futbol oynamayı düşünüp, onun için alın teri döküyorlar. her yıl kadrodaki futbolcular değişiyor ama bu gelenek asla değişmiyor. tıpkı geçen hafta türk telekom arena’da oynanan galatasaray maçının 60. dakikasında 1-0 öne geçtikten sonra, tribünümüze ilk defa gelen galatasaraylı bir arkadaşa, “istanbul’dayız ve bizden 10 kat daha pahalı futbolculara sahip bir takıma karşı 1-0 öndeyiz. ama bak dikkat et! hiçbir oyuncumuz yatarak, sakatlık numarası çekerek zaman geçirmeyecek. oyunu çirkefleştirmeyecek. sadece futbol oynamaya çalışacaklar ve hak ettiklerine razı olacaklar!” dediğim ve bir kere daha aynısını yaşadığımız gibi…
"and this trt radio broadcast has been explained to you by ?didn't catch? and ?didn't catch?", claimed the announcer after this evening's match. really? we sort of got a description but in no way at all was anything "explained".
there was a penalty in the second half. apparently the referee took his time before awarding it; no worries there. the gencler players all rounded on the referee and aykut was shown a yellow; probably deserved.
the radio announcers then brought to us the years of experience they have had working in the aural-explanation environment that is what old people like sir eski still describe as that "new-fangled wireless thing". they combined that industry-specific background with their in-depth knowledge of the the round ball game by not even bothering to venture even the tiniest of opinions on whether the decision was right, wrong, a disgrace or whatever!
when i'm watching a match live or on telly i make that sort of judgement* within seconds! these buggers are paid half-decent money and i expect an opinion!
a penalty was given** and the announcers said nothing!!! nothing at all!!!
drogba missed the penalty and so my rage turned to joy within seconds. wooooo hooooooo!!!!!!!!! trt rocks!!!!!
galatasaray 0 - 1 genclerbirligi
the good wife that is mrs. oz kanka is in elazig at the moment doing some work that is of vital importance to the australian government and so i had to stay at home to sort of keep an eye on little oz kanka.
we were surely in for a shellacking from the league leaders so i wasn't too upset.
little oz kanka was on the computer playing the sims 3. i had the radio in the lounge room and was practicing darts.
just setting the scene.
kick-off and boy did the crowd sound loud. of course this was trt radio and so i have no idea how many people were there. there was no mention on whether the match was sold out, or if there were empty seats. but we don't need that sort of peripheral rubbish that most so-called professional commentators trot out. no. we don't need that because we know that these fellows are going to "anlat" everything else.
well they certainly anlat'ed the absolute fury that was the galatasaray attack in the first half. cimbom could well have been 5-0 up at half time. i laughed, of course, but poor old hamit altintop managed to hit the crossbar twice within a few minutes. you could have been forgiven to think that the gencler team consisted of just ramazan because most of the commentary was of galatasaray players moving the ball into positions to shoot; the ball either being saved by ramazan or he then lined up to take the goal kick.
half-time at 0-0 and i doubt anyone would have put money on galatasaray not winning.
second-half and gencler started slightly better (as evidenced by the fact that some of our non-defenders had the ball for a moment or two). little oz kanka then had a problem on how to get a built-in recessed sink to align with a wall he had erected for a private bathroom he was building.
took me about three minutes to sort that one out and went back to the darts and the radio only to hear that genclerbirligi had scored!!!!! bjorn with a header!!!??? (i think).
amazing stuff. how the hell can we have been played so off the park and still be ahead. at that point i hadn't heard of a single shot on goal... but here we were ahead with about 28 minutes to go.
cimbom tried to come back and whilst they dominated it didn't sound too threatening... until !!!!!
...
(see penalty above)
...
then we held on. bloody amazing. i'll take it!
* judgements made by me may not always be based on the laws of association football.
** i've now seen the video replay and if the announcers really had no opinion on the matter then i reckon they could probably apply to become indian cricket commentators who are all vetted, censored, and paid by the indian cricket authorities because we would never want anyone to actually give an opinion... or something.
bu maçtan çıktıktan sonra istiklalde oturduğumuz mekanda muhtemelen fenerli bir adam masamıza gelip, fahriye'ye "çak" yapmış ardından da "sizi zaten severdik, bugünden sonra daha çok seviyoruz" deyip gitmişti.
bu maçtan 6 hafta sonra ankara'da fenerbahçe'yi 2-0 yendikten sonra aklıma o adam geldi. acaba bizi hala seviyor mudur? :)
sneijder oyundan alınınca küplere bindi, soyunma odasında bağırdı.gençlerbirliği maçı sonrası hollandalı yıldız herkesi şaşkına çevirdi.
hollandalı’nın resti hemen g.saray başkanı ünal aysal ve teknik direktör fatih terim’e iletildi.ocak ayında galatasaray transferde büyük bir bomba patlatmış ve hollandalı yıldız wesley sneijder’i, ınter’den 7.5 milyon euro bonservis bedeli ödeyerek renklerine bağlamıştı. bu transfer büyük ses getirdi, dünyada büyük yankı uyandırdı. ancak, çift forvetli düzen ile oynayan galatasaray’da 10 numara pozisyonunda forma giyen sneijder’in sistemi bozup, bozmayacağı tartışılır olmuştu. üstelik sneijder, ınter ile 3 ay resmi maç oynamamış ve fiziki açıdan da eksikler içindeydi.
sneijder ilk 11’de sahaya çıkıyor ama oyundan erken düştüğü için teknik direktör fatih terim tarafından kenara alınıyordu.
başkan ünal aysal ile konuşacağım
90 dakika sonunda galatasaray, gençlerbirliği’ne 1-0 yeniliyor. kaybedilen 3 puanın ardından soyunma odasında sneijder’in sesi yükseliyor...
- yeter artık. ya fatih terim, ya ben. başkan ile konuşacağım.
sneijder, bu davranışıyla okları bir anda kendisini oyundan çıkaran terim’e çeviriyor.
maçların sonlarında futbolcularını sıcağı sıcağına rahat bırakan ve konuşmalarını ertesi gün yapan fatih terim, sneijder çıkışı yaptığı sırada soyunma odasında bulunmuyor. ancak, sneijder’ın tavrı ve resti vakit geçirilmeden başkan ünal aysal ve fatih terim’e iletiliyor...
sinirlendi, montu yere fırlattı
işte o maçlardan biri... galatasaray, gençlerbirliği ile türk telekom arena’da karşı karşıya geliyor. wesley sneijder’in numarası 57. dakikada 4. hakemin elinde yükselen oyuncu değişikliği tabelasında görülüyor. terim, hollandalı’yı çıkarıyor ve amrabat’ı sahaya sürüyor. karara tepki gösteren sneijder kendisine uzatılan montu yere fırlatıyor, bununla da yetinmiyor. bu an, kameralara yansıyan tepkinin herkes tarafından görülen kısmı. hollandalı, perde arkasında ise tüm oyuncuları şaşkına çeviren bir çıkışa imza atıyor.
idmana çıktı, özür diledi
ünal aysal’ın mesajını alan sneijder, ertesi gün florya’da hakkında çıkış yaptığı fatih terim’den özür diler. ardından da medyada oyundan çıkarken montunu yere fırlatmasıyla ilgili çıkan haberler üzerine basın toplantısı düzenler. halbuki, sneijder’ın terim’e karşı işlediği yanlış hareket sadece montunu fırlatması değildir... sneijder, “hocamla aramda bir sorun yok. tepkim tamamen kendi performansıma olan tepkiydi” demişti.
9 mart cumartesi
hocana itaat et sneıjder
başkan ünal aysal, hollandalı yıldıza kurmayları vasıtasıyla mesaj yolladı
g.saray’daki sneijder krizini başkan önledi. tecrübeli oyuncuyu “bizde futbolcuya dayalı sistem olmaz. galatasaraylı oyuncunun en önemli görevlerinden biri de hocaya tam itaattir” diye uyardı.
sneıjder krizindeki ikinci perdede ise olaylar devreye başkan ünal aysal’ın girmesiyle şöyle gelişti... “ya fatih terim ya ben. başkan ile konuşacağım” diye gençlerbirliği maçı sonrası çıkış yapan sneijder’a, aysal’ın cevabı gecikmedi. aysal’a, sneijder’in tutumu iletildi. başkan da vakit kaybetmeden hollandalı ile kurmayları vasıtasıyla temasa geçti. ünal aysal özellikle sneijder ile direkt konuşmamayı tercih etti. soyunma odasında hoş olmayan bir çıkış yapan sneijder’a, aysal tavsiyesini iletti ve “galatasaray çatısı altında asla futbolcuya dayalı bir sistem olmaz” diye uyarıda bulundu. sneijder’e karşı da son olarak şunları söyledi...
‘terim’in kararlarına saygı duy’
galatasaray’da futbol takımının patronu fatih terim’dir. galatasaraylı oyuncunun en önemli görevlerinden biri de hocaya tam itaattir. her ne olursa olsun terim’in kararlarına saygı duyman gerekiyor. iyi olursan hocan sana takımda yer verecektir. şansını çok iyi kullan. aysal bir şeyin altını çiziyordu. fatih terim’in verdiği kararlara saygı duyulması gerektiğini sneijder’e iletip, bir anlamda kader niteliği taşıyan, schalke ve kritik kayserispor maçı öncesi bu krizi ortadan kaldırdı.
‘uyarı işe yaradı, performansı arttı’
terim de sneijder’ın bu hareketinden rahatsız olsa da oyuncunun erken gelen özrü ile hollandalı yıldızı kadro dışı bırakmak yerine galatasaray’ın zararlı çıkmaması adına onu takıma kazandırdı. ve, sneijder almanya’daki schalke 04 maçındaki pozitif oyunu ve kayserispor karşılaşmasındaki 1 gol ve 1 asistlik performansı ile takıma hemen katkı sağlar..kriz de böylece biter.
terim affettikçe şampiyonluk geldi!
fatih terim önceki sezon da yumruk yumruğa kavga eden melo ile riera’yı da hatalarını anlaması üzerine affetmişti. iki oyuncu süper final maçlarında forma şansı bulmuş ve şampiyonluğa katkı sağlamışlardı.
macanilari.com'daki anılarını ''lars fredrik risp'' kullanıcı adıyla yazan, bir başka deyişle ''hasan cemal polat'' kullanıcı adıyla da bildiğimiz fanatik gençlerbirlikli mehmet ali çetinkaya'nın, kişisel blogunda bahsetmiş olduğu bu deplasman öyküsündeki, maç sonrası mesajlaşma anımızdan bahsetmek isterim.
björn vleminckx'ten yenen gol, didier drogba'nın penaltıyla alakası olmayan pozisyonda penaltıyı kaçırması falan derken, galatasaray için tatsız geçen bu maç sona ermişti.
bendeniz, ali sami yen arena açıldığından beri maçları güney alt tribününde izliyorum. bilmeyenler için, güney alt tribününü karşınıza aldığınız an, sol üst çaprazdaki tribün ise deplasman tribünü olmaktadır.
maç bitti, güney kapısından batı kapısına doğru yürüyoruz. normalde her maç çıkışı, hep doğu kapısına doğru yürüyerek metroya doğru gideriz. fakat bugün bir arkadaşım, maçı batı tribününde izlemiş olan başka bir arkadaşı ile buluşacak. ''lars fredrik risp''in bu maça deplasman yaptığından %100 emindim. yanıltmadı da... telefondan facebooka girdim. batı kapısına doğru yürürken, henüz metroya girmeden yaptığımız mesajlaşmayı aynen aktarıyorum.
turgay şeren: abi öncelikle tebrikler tribundemiydin bilmiyorum da
lars fredrik risp: tribundeyim abicim eyvallah
turgay şeren: görüyorsun iste bizim cekirdekci zihniyeti , 80. dakikada
lars fredrik risp: gordum valla
turgay şeren: macanilarina çeyrek final istatistikleri yazmak dileğiyle (ben burada 12 mart 2013'te uefa şampiyonlar ligi'nde schalke ile oynanacak son 16 turu rövanş maçını kastediyorum. çünkü bu sezon, ligde yenildiğimiz her maç sonrasında avrupa'da işler yolunda gidiyordu)
lars fredrik risp: cok yakin 3 gsli arkadas var yan tribunde gun boyu cok sinirlendirdim. haydi bakalım.
turgay şeren: vlemicxxin atacağı oyle bi icime dogdu ama
lars fredrik risp: bu arada deplasman tribunu tuvaletinde schalke stikerlari var gayet ii