hep derdim ki son haftada kimse şampiyonluğu bırakmaz. öyle ya da böyle o maç alınırdı. bazen avrupa liglerinde olduğunu duyar çok şaşırırdım. çok acı birşeydir herhalde diye içimden geçirirdim. ama bunu yaşamak çok farklı. hüzün, sinir, şaşınlık... tüm olumsuz duygular bir arada. gerçek olduğunu anlamak biraz zaman alıyor. anlatılmaz yaşanır diyecem ama düşmanımın bile başına gelmesini istemem.
askerdeydim, ranzamın üst katında "kill for you" grubundan bir arkadaş yatıyordu. maçı gazinoda beraber izledik, gazinodan yatakhaneye gelen kadar ve gece sabaha kadar ağlama seslerini duymalıysdınız:)
başlık yayınlarından mart 2008'de çıkan, "endirek serbest atışlar" kitabında maçla ilgili yusuf şimşek'in şöyle bir yorumu ve kitabın yazarı/derleyeni utku yasavul'un şöyle bir değerlendirmesi var;
"fenerbahçe'yi şampiyonluktan etmek en büyük mirasım olacak." yusuf şimşek
(fenerbahçe'yi şampiyonluktan eden, 16 dakikalık uzatmalı, efsanevi denizlispor-fenerbahçe maçından önce yusuf eski takımına kin beslediğini saklamıyor.)
denizlispor'un golünü 89. dakikada mustafa keçeli atmıştır. belki de sırf bu sebepten ertesi sezon başında transfer olduğu trabzonspor'da pek bir varlık gösterememektedir.
son haftada şampiyonun belli olduğu maçlara bir örnektir;
2005-2006: f.bahçe favori görünüyordu; ama…
şampiyon g.saray
saat kaç esprilerinin dahi yapıldığı unutulmaz bir sezondu. ligin sonu yaklaştıkça herkes f.bahçe'nin şampiyon olacağını düşünüyordu. ancak 30. hafta f.bahçe deplasmanda vestel manisaspor'a 5-3 yenilerek herkesi şoke etti. takipçisi g.saray evinde ç.rizespor'u 4-2 mağlup edip 3 puan farkla öne geçti. ligin 31. haftası yani 22 nisan günü futbolseverler dev bir maça tanıklık edecekti. f.bahçe kadıköy'de g.saray'ı ağırlıyordu. g.saray karşılaşmada nefes dahi alamadı. f.bahçe, 12.dakikada appiah, 20. dakikada luciano, 69'da alex ve 78. dakikada anelka'nın golleriyle 4-0 kazanarak cim bom'u adeta darmadağın etti. puanlar eşitti. ikili averajlara bakıldığı için f.bahçe de lider... 32. hafta f.bahçe deplasmanda trabzon'u 3-2, g.saray ise evinde ankaraspor'u 4-0'la geçti. 33. hafta ise cim-bom'un rakibi beşiktaş'tı. inönü stadı'ndaki karşılaşmanın 51. dakikasında siyah-beyazlılar tümer ile öne geçti. g.saray, 64. dakikada hasan kabze ile eşitliği sağladı. maçın sona ermesine 17 saniye kala hasan kabze'nin attığı golle g.saray karşılaşmayı 2-1 kazandı. f.bahçe ise evinde erciyes'i rahat geçti. artık şampiyon son hafta belli olacaktı. f.bahçe düşmemek için mutlak puana ihtiyacı olan denizli ile deplasmanda oynuyordu. g.saray'ın rakibi tasasız kayseri'ydi. cim-bom rakibini 3-0'la rahat geçti. ali sami yen'de herkesin kulağı denizli'den gelecek haberdeydi. denizli'de sahaya sık sık konfetiler atıldığı için duran oyunun normal kronometresi 89. dakikayı gösteriyordu. yusuf'un pasıyla f.bahçe defansının solundan ceza sahasına doğru atağa kalkan mustafa keçeli'nin sert şutu f.bahçe filelerindeydi. denizlispor 1-0 öne geçmişti. hakem selçuk dereli müsabakayı 16 dakika uzattı. uzatmaların 6. dakikasında tuncay'la f.bahçe skora denge getirdi. son anlarda denizlispor'lu burak'ın uzaklaştıramadığı top appiah'ın önüne düştü. bu oyucunun vuruşu direğe takıldı. hakem maçı bitirdiğinde ali sami yen stadı'nda bayram vardı. 83 puan toplayan g.saray, 81 puanda kalan f.bahçe'nin önünde şampiyonluğa ulaşıyordu. f.bahçe'den 1 puan alan denizlispor ise ligde kalıyordu.
tekirdag'da askerligimin son gunlerini yasiyordum. galatasaray kazanmisti ve fener macinin normal suresinin son dakikalari oynaniyordu. radyoya kulak vermis dinlerken hain uzman eksik kisiler olduunu soyleyerek ictima yapmaya geldi. bildiim tum dillerde tum kufurleri ederek disari ciktik. ben gozu kararttigim icin siraya radyo ile girdim ve seside actim. uzmanin bana donduunde oyle bir baktim ki ona sesini cikartamadi. dile kolay 120 den fazla kisi benim radyodan maci dinliyorduk. hakem 14 dakka uzatma verdiinde allah kitap kufur ederken ben fenerliler 2 3 tane atariz siye konusuyordu. zaman gectikce allahim o kadar buyuksen bu maci fenere vermezsin dedim. ilah-i adalet bun gerektirir gibi bisiler dedim. yanda devrem nasil konusuyon diye cemaat-i muslimi bana kiskirtmaya calisyordu ama nafile herkes radyoya konsantrasyonunu vermis. macin bitmesiyle taburda bir ciglik koptu. sevincten kogusun tepesine cikanlar, uzuntuden kenarda aglayanlar... ictima da yalan olmustu zaten. apar topar gazinaya kostuk, nobetci amirden yalvar yakar izin alip sampiyonluk goruntulerini seyretmeye. ben aslinda aziz yildirimin yuzunu gormeye gitmistim. tam goruntuler gelmeye basladi ki tegmen beni cairdi ve berber de tras okurken ona kitap okumami sooledi.nedeni de benim edebiyat fakultesini bitirmemmis. allahim diye sabir cekerken yoksa tv`yi kapatirim hepinizi yollarim dedi. bende icerde arkadaslar sarkilar soyleyerek mac sonralarini seyrederken tegmene 20 dakika boyunca "gilgamis" diye sittiri boktan bi kitap okudum. tv basina geldikten 10 dakka sonra da koguslara yollandik zaten. olsun varsin. ne de olsa fenerli fenerli olali boole eziyet aci istirap kaos nefret yasamamisti.
ali sami yen'de olup bu maçı sağdan soldan duyduklarıyla takip eden kişilerin hayatlarında bir daha yaşayamayacakları bir zevk aldıkları maçtır. apiah'ın direkten üst direkten dönen topu belkide lig tarihinin kaderini değiştirmiştir. ayrıca bu maçın ve kayseri maçının son 16dksı split screen modunda konup yanyana izlenince inanılmaz bir duygu yoğunluğu yaratmaktadır.
biz kayseri karşısında 3-0 öndeydik ve fenerbahçe maçının sonucunu beklioduk ilk yarı 0-0 bitmişti maç denizli dayan dayan die die söylendikson dakkada mustafa keçeli atınca sevinçten havalara uçtuk taki hakem 16dk duraklama verene kadar.sonrasını tamamen sessizlik icinde gecen bi mac oldu ve sokaklara döküldük
maçı son 5 hafta olduğu gibi radyodan ara dinleyip arada bir de yerel bir tv kanalından altyazıdan takip ediyordum ev kahvehaneye yakın oldugundan hep gol sesi duyup radyoyu açıyodum en sonun da 89. dakikada denizliden gol haberi geldi dedi eyvah fener bahçe mi gol attı dedim ve denizlispor 1-0 öne geçti deyince kalbim yerinden fırlayacak gibiydi sanki uefa kupasını kaldırmışız gibiydim hiç unutamam o anı...
eski tabirle liberoda, 'en iyi yerli', diye yazmışım 26 ekim 1997'de, gazete pazar'da. ümit özat o sıralar gençlerbirliği altyapısının iftiharlık bir mahsûlü olarak, 19 mayıs stadının kalender tribün cemaatini şenlendiriyor. 'altyapıdan müthiş bir çocuk geliyor' efsanelerine çoktan karnı doymuş emektar gençler taraftarlarının en külyutmazları bile gözleri ışıyarak teslim ediyorlar ki, bu çocuk hakikaten 'başka'. hantal görünümünden beklenmeyecek bir çevikliği var. çabukluk eksiğini, sezgi ve zamanlama maharetiyle kapatıyor. vücudunu çok iyi kullanıyor. rakip forvetlerin ayağındaki topu yerde kayarak gasp etmek gibi, herkesi cûşa getiren bir gösterisi var. telâşsız bir hırsla oynuyor. lider şahsiyet. yarım sezonda takımın hâkimi haline geliyor. kuvvetli. şut çekti mi, ciddi. bursaspor'a 40 metreden attığı delice bir frikik golünden sonra, her frikiğe vurmaya kalkmasa daha iyi olacak ama ona da razıyız o sıralar.
mahrumiyetten gelmenin azmiyle, olağanüstü çalışkan. hem madenci misali çalışkan, hem mahâretini geliştirmeye bakan sanatkâr misali çalışkan. gözü en yüksek çıtalara dikili.
sağ ayakla solda oynamak
gerisini daha iyi biliyorsunuz. genç takımdaki kardeşinin kadroya girmesi için hocalara baskı yapıyor, 'kulübün sahibi gibi davranmaya başladığı' düşünülüyor ve kadro dışı bırakılıyor, yarım sezon bursaspor'da kiralık oynadıktan sonra fenerbahçe'ye gidiyor. fenerbahçe'nin kibarca söylersek- müşkülpesent seyircisine bile kabul ettiriyor kendini. sağ ayakla sol kanatta oynamanın mümkünlüğünü gösteriyor, orta servislerini de eksik bırakmadan.
işine saygısını, rakiplerinden de, kimseden de esirgemiyor. 2004 eylül sonlarında bir maç seremonisi mesela... alzheimer hastalığıyla ilgili duyarlılığa çağıran bir pankart tutuşturulmuş fenerbahçeli topçuların eline. takım seremoniye gecikmiş, oyuncular bir an evvel pankartı salmak istiyor, kaptan ümit özat bıraktırmıyor, geçiştirtmiyor, ısrarla orada yazanın görülmesini sağlamaya çalışıyor. "alzheimer'ın yarattığı sefalet ve çaresizliği en yakınından yaşamış biri olarak, bu saygısından dolayı önünde saygıyla eğiliyorum," diye yazmıştı milliyet'te mehmet demirkol. 'sosyal sorumluluklara' hep açık. bir tv kanalının 'entegrasyon' konulu video yarışmasının jürisinde yer aldı. destek mesajı şöyle: "futbolcu olarak, entegrasyonun sadece sporda değil tüm toplumda ne kadar önemli olduğunu biliyorum. 1. fc köln, entegrasyonun yaşayan örneklerini sunan bir kulüp. köln, hoşgörünün ve farklı kültürlerin bir arada barış içinde yaşamasının timsalidir."
fenerbahçe'deki 'başkan-kral' nobranlığından sonra köln'ün şen ve gevrek ortamı herhalde iyi geldi ümit özat'a. kölnlüler da onun canlılığını, yalınlığını, başlangıç almancasıyla hiç kasmadan derdini anlatmasını sevdiler. menajer michael meier şöyle demiş: "onu hem mücadeleci bir oyuncu hem harika bir insan olarak tanıdık. artık kadromuzda yer almayacak olması, trajik. ama bizden biri oldu ve bizden biri olarak kalacak."
seneye köln'de antrenörlüğe başlayacak, arada avrupa'da başka kulüplere staja da gönderecekler. almancasını geliştirip seneye köln spor akademisi'ne başlamayı planlıyor. kolaya kaçmadan, sermeden, 'idare etmeden', olabildiğince geliştirmek istiyor kendini.
fener-gençler; iki aşk
ümit özat'la bir "hayırlı olsun" sohbeti yaptık telefonda. 21 yaşında gençlerbirliği kaptanı, 14 ayda fenerbahçe kaptanı, sonra bir avrupa takımında resmen birinci kaptanlığa getirilen ilk türk olmakla övünüyor. 'hata yapmışımdır ama hiç art niyetli olmadım,' diyor. en çok üzüldüğünü söylediği iki olaydan biri, gençlerbirliği'nde kadro dışı bırakılması. "hak etmemiştim, çok kötü etkilendim. ama ailem ankara'dan ayrılmamı istemiyordu, belki de dışa açılmamı sağladığı için hayırlı oldu," diye anıyor bu vakayı. ikincisi, malûm, "fenerbahçe'yle denizli'de son anda kaybettiğimiz şampiyonluk..."
"bir gün benim fenerbahçe ile yollarımın kesişeceğine inanıyorum" demecini vermişti ümit. temasını kesmediğini bildiğim gençlerbirliği'ni soruyorum: "beni ben yapan fenerbahçe, orada ünlü oldum ama doğduğum yer de gençlerbirliği'dir. ilhan cavcav'ın da cem onuk'un da bende emekleri çok" diyor.
ilk gittiğim maç köln-eses'ti, overath'ı canlı izledim. "dışarda" tuttuğum takımın köln olduğunu yazmışlığım vardır. ümit özat'ın yolculuğuna gençlerbirliği'nde başlayıp köln'de tamamlaması, özel bir armağan gibi geliyor bana. ve uğurlu bir işaret! uğur, bu futbol kahramanının hep yanında olsun.
olimpik marsilya teknik direktörü eric gerets, yıllar öncesinde yaşanan bir olaya ilişkin en ilginç açıklamasını yaptı. gerets, 2005-2006 sezonu son maçında fenerbahçe'nin denizli'yle berabere kalmasını beklemek zorunda kaldıkları son 15 dakikayı, "hayatımın en uzun 15 dakikasıydı" şeklinde niteledi.
2005-2007 yılları arasında galatasaray'ı çalıştıran gerets, sarı-kırmızılı takımın başındaki ilk sezonunun sonunda yaşananlara yıllar sonra bir kez daha değindi.
fransız basınına konuşan gerets, ligue 1'da son 4 haftaya girilirken takımı marsilya'nın yalnızca averajla liderlik koltuğunda oturması nedeniyle kendisine sorulan, "daha önce bu kadar çekişmeli bir sezon sonu yaşamış mıydınız?" sorusunu süper lig'i örnek göstererek yanıtladı.
gerets, 2005-2006 sezonunda galatasaray'ın hocasıyken türkiye'de yaşadığı şampiyonluğu anımsatarak, o sezon, şampiyon olup olmadıklarını öğrenmek için, son hafta oynanan denizlispor-fenerbahçe maçının son saniyelerine kadar beklemek zorunda kaldıklarını söyledi. gerets, denizlispor taraftarlarının sahayı konfeti yağmuruna tutması nedeniyle kendi maçlarından 15 dakika sonra biten bu karşılaşmanın sonucunu müthiş bir gerilim ve heyecan içerisinde beklediklerini vurgulayarak, "hayatımın en uzun 15 dakikasıydı" şeklinde konuştu.
denizlispor: souleymanou hamidou, ihsan burak özsaraç, tomas abraham, yusuf şimşek (dk. 90 ibrahim çelik), serhat gülpınar, roman kratochvil, mustafa keçeli, bülent ertuğrul, selahattin kınalı (dk. 86 ahmet çağıran), mehmet yılmaz [sakatlandı] (dk. 55 levent kartop), ibrahim ege
yedekler: süleyman küçük, fatih egedik, hüseyin kartal, alessandro andrade de oliveria
teknik direktör: ?
fenerbahçe: rüştü reçber, fabio luciano, stephen appiah, ümit özat, mehmet yozgatlı, tuncay şanlı, mert nobre (dk. 70 nicolas sebastien anelka), mehmet aurelio, önder turacı, alexsandro de souza, serkan balcı (dk. 60 semih şentürk)
yedekler: volkan demirel, servet çetin, mahmut hanefi erdoğdu, zafer biryol, deniz barış
christoph daum'un fenerbahçe'nin başında çıktığı son lig maçıdır. 9 ağustos 2009 denizlispor fenerbahçe maçı ile veda ettiği yerden, türkiye içindeki görevine tekrar devam edecektir.
- bu aralar en çok duyduğunuz sorulardan başlayacağız mecburen... galatasaray tarihinin bütün rekorların, kırmış olmak ve en değerli şampiyonluklarından birinin mimar, olmak nasıl bir duygu?
eric gerets: rekor kırarak tarih yazmış olmak oyuncularıma ve bana yapılmış en büyük iltifat. futbolcularım ligin ilk dakikasından son dakikasına kadar mücadele ettiler. artık herkesin malumu olan ve tekrar etmeye gerek olmayan problemlere rağmen, takımın içinde olan hava ve takım ruhu bize şampiyonluğu getirdi...
- maçları seyreden herkes bunun hayatlarının en uzun 16 dakikası olduğu konusunda hemfikir... siz nasıl yaşadınız?
eric gerets: bizim maç bittiğinde diğer maçın kaç dakikası kaldığını bilmiyordum. basın tribünündeki televizyonda maçı seyretmeye gittiğimde tam yanımda volkan vardı. ona kaç dakika kaldığım sordum. "bir dakika" dedi. meğer o 1 dakikadan sonra, 9 dakika daha varmış! neredeyse volkan'ı boğacaktım. çok yoğun duygular... ama sonunda bizim için mutlu bir son vardı ve bu yüzden mükemmeldi. ama o uzatma dakikalarında bir gol attıklarını ve şampiyonluğu kaybettiğimizi düşünün... çok büyük bir felaket olurdu şüphesiz...
denizli'ye giderken dört-dört-iki'ye yazacağımdan haberim yok. dünya kupası, avrupa şampiyonası, şampiyonlar ligi gibi bir olaya tanıklık etmeye gidiyorum. bir yanda üçleme peşindeki fenerbahçe, diğer yanda "süper" kalmak isteyen denizlispor. ege ekibinin patronu nurullah sağlam'ın mükemmel benzetmesiyle, biri pasta, diğeri kuru ekmek derdinde iki takımın buluşması... heyecanımı azaltan üç neden var: 1) fenerbahçe'nin, denizlispor'a üç maçta 13 gol atması, 2) takım arkadaşım eray özer'in "türk futbol tarihinde, son düzlükte değişik sonlara yer yok" demeci, 3) pazar günü uçağın saati (07.00)...
kargalar kahvaltı için henüz kalkmamışken bir diğer formadaşım bağış erten'i alarak havalimanına doğru ilerliyoruz. arabaya binince her zamanki müthiş enerjisiyle maçın anlam ve önemini bana hatırlatacak diye ümitliyim sayın erten'in. ondan da tık yok... yaktın bizi türk hava yolları!
otele vardığımızda perişan haldeyim. odaların hazır olmadığı haberiyle sarsılıyorum. resepsiyondaki görevli, kahvaltı alınıp alınmayacağını soruyor. ekipte cevap ortak: "alırız." şuursuzca soruyorum: "ben almayacağım, odama geçebilir miyim?". görevli "beyefendi, odanız..." diye başlarken "anladım" mahiyetinde kafamı sallıyorum. kahvaltıdayken telsizden anonslar birbirini takip ediyor: "512 hazır, 413 hazır..." benim ki kaç acaba? görevliye "uyku... uyku..." tadında bakıyorum. aniden "ıq... ıq... odan hazır değil anlamıyor musun?" balonu beliriyor, kuvvetle muhtemel hayal görüyorum. talihsiz serüvenler dizisi, zırt pırt çalman kapı, telefonu sessize almayı unutma yüzünden devam ediyor. ve sonunda dalıyorum: mutlu son...
öğle yemeğinde cüneyt karakaya ve erdoğan şenay'la birlikte ufaktan futbolu kurtarıyoruz. rakının yerinde kola, ayran, fanta, bilimum meşrubat var. alkolsüz de oluyor bu kurtarma hadisesi anlayacağınız! ilginçtir, denizlispor-fenerbahçe kapışması muhabbetin motoru değil sohbetimizde. lobide de, stada giderken de fazlaca bahsedilmiyor açıkçası. cordoba'nın zoraki vedası, sergen'in galatasaray karşısındaki tornistanı daha çok "hit" alıyor. ligin bitiyor olması tarihi maçın önemini azaltıyor yazarların gözünde sanırım. okulun son günündeki gibi bir neşe hâkim değil elbette, abartmış olmayayım. yine de "turkcell süper lig hiiiççç bitmesin" sloganı pek etkili değil basın camiasında. etkili olmasını nasıl beklenir ki? bunca polemiğe, dil mi, kalem mi, klavye mi dayanır?
velhasıl kelâm stada geliyoruz. otelden aldığımız "türkiye spor yazarları derneği" çıktısını otobüse yapıştırıp, trafiğe kapalı yolda fiyakalı biçimde ilerliyoruz. taraftarın "kim ulan bunlar?" bakışları arasında, kalabalığı yarıp stadın avlusuna park ediyoruz. mehmet demirkol'un mu, yoksa benim hatam mı bilemiyorum, üzerinde "basın-press" yazan kapıdan içeri girme teşebbüsümüz, "hopp, burası vip" uyarısıyla engelleniyor. eşeklik bizde tabi! kapıda yazana ne bakıyoruz? neyse, yaka kartımı takarak denizli atatürk'teki yerimi alıyorum.
radikal'de çıkan müsabaka yazısında altını çizmiştim, okuyanlara tekrar olacak ama "oradaydım" müsaade edin lütfen. stada girince ilk iş pankartlara bakarım. denizli'deki favorilerim şunlar: "bu sevdadan vazgeçersek allah cezamızı versin", "eller ayrılsa (ayırsa denmek istemiş herhalde) bile biz ayrılamayız", "you are as important as the air (michael jordan mı acaba!)". bir de "parayla-şikeyle-silahla değil onurunuzla-gururunuzla oynayın" pankartı var. bir taraftar grubu, takımının en kritik maçında nasıl olur da böylesine hastalıklı bir düşünceye tribünlerde yer verir. türkçe meali şu mudur acaba: "bugüne kadar takımı sattınız. zoraki futbol oynadınız. şimdi kendinizi ispatlayacaksınız." madem böyle bir şüphen, iddian var niye geliyorsun kardeşim tribüne. bu tipleri, can kozanoğlu güzel özetlemiş "futbolsevmez taraftarlar" diyerek vakti evvelinde.
karşılaşma başlamadan diğer stadyumlardan gelecek gol haberlerini iletme görevini üstüme alıyorum. özlemişim reksan reklam'ın sunduğu klasikleri: "apikoğlu, apikoğlu", "reis, reis, reis, reis pirinçleri". orhan ayhan'ın ali sami yen'den bildirmesi ayrı bir şans; onu da özlemişim. galatasaray'ın, beşiktaş'ı metin oktay'ın golüyle devirip kazandığı şampiyonluğu bir anlatışı var maç öncesi değerlendirmesinde, canlı sanıp galatasaray attı diye anonsu çakacağım gazeteci ordusuna. amatör boksta da severim orhan abi'yi. yunanı, kübalıyı, ters direği, aparkütü ondan öğrenmişiz. zaüma ilgi büyük. sürekli "o maç n'oldu, gol var mı?" sorularına muhatabım. "az yiyin de radyolu-telefon alın kendinize" çıkışında bulunacağım, susuyorum. bir kere belli ettik haberlerin bende olduğunu kaçış yok! erciyes-ankara maçından hatalı bir gol bilgisi vermem bile sorulan durdurmaya yetmiyor.
ve gelelim yeşil saha manzaralarına... iki takım sahaya indiğinde fenerbahçe'nin çok rahat olduğu hemen dikkatimi çekiyor. futbolcuların suratlarında en ufak bir endişe yok. gayet "cool" biçimde, sağ üstümüze konuşlanan sarı-lacivertli taraftarlara selamlarını yollayıp ronald koch önderliğinde ısınma turlarını tamamlıyorlar. karşı cephede ise en rahat isim menajer can çobanoğlu. her zaman alıştığımız üzere gülücükler saçarak yedek kulübelerin etrafında tur atıyor. tam onu izlerken, vip tribününde hakan bilal kutlualp'ı görüyorum. deplasmanlara da iştirak ediyormuş aldığım bilgiye göre, "ben seninle çalışmam arkadaş" kutlualp. olası bir yenilgide "negatif enerji yaymaktan" kulüpten ihraç edilme tehlikesini göze alarak gelmiş denizli'ye, vallahi bravo!
ve işte o büyük an. tünelin ucunda hakem triosu, arkasında yeşil-beyaz ve sarı-lacivert kramponlar, fonda carl orff un carmina burana'sı. yakışır böyle bir gerilime... "hakem, düdüğünü çalıyor ve maç başlıyor" klişesi havada kalıyor çünkü mücadelenin tamamına damgasını vuracak olan konfeti çakallığı selçuk dereli'nin önünde büyük bir engel. bu kâğıt şeritlerin nasıl sahaya atıldığı konusunda eminim benim anlatacaklarıma ihtiyacınız yok. hepimizin şahit olduğu klasik sahneler... elindeki koliyle binlerce yabancı maddeyi tribünlere dağıtan kulübün adamları, dağıtıma izin veren saha komiseri vs... fenerbahçelilerin, "konfetiler yüzünden şampiyonluk gitti" demeye hakkı yok kesinlikle onun da altını çizeyim. bu cingözlük, son 10 yılda her takımın uyguladığı ve federasyonun aciz kaldığı bir hadise. maçlar aynı saatte başlayacak denir ama uygulanamaz, gecikmeye sebebiyet verenler cezalandırılmaz. seneye yine bekleriz!
mikrofonlarımız yeniden denizli atatürk stadı'nda... bu radyodan maç dinleme olayının bir ilginçliği canlı seyrettiğin karşılaşmayı da dinlemen. öyle ki düşürdüğüm kalemi almak için eğildiğimde mehmet yozgatlı'nın kaçırdığı pozisyonu göremiyorum. televizyonun yerini tutmasa da hüseyin başaran'ın anlatımıyla pozisyon kafamda bir şekil buluyor. ilk yarının diğer önemli pozisyonlarında radyoya ihtiyaç yok, takipteyim. çok da dişe dokunur bir şey yok ayrıca. ilk yarının sonlarında selahattin, zoru başannca denizli küçük ölçekli bir depremle sarsılıyor. bizim tribünü sarsanlar, yerel medya mensupları ve bir şekilde akreditasyon yaptırmış, sivil oldukları belli olan şahsiyetler. tsyd başkanı onur belge, sağlam sert çıkıyor bu gruba. onlar da takım yöneticileri gibi, ligde kalsınlar da ne ceza gelirse gelsin umurlarında değil. uyarıyı pas geçiyorlar. carmina burana, ikinci yarının da açılış şarkısı, konfetiler de kal dığı yerden devam. bu kez "konfe ti üstü meşaleyle" dakikalar kazanılmaya çalışılıyor. gaziantep'te ise maç ne hikmetse başlatılıyor. denizlispor ikinci yanda kaptan yusuf un önderli ğinde televizyon başındaki fenerliler'in sağlığıyla oynama niyetinde. üstüne "ayıntap'tan" gol haberi gelince denizlililer çılgına dönüyor, "horoz" daha bir ateşleniyor. fenerbahçe'nin, christoph daum'un ne yaptığını ise bilen yok. yabancı cisimler sanki fenerbahçeli oyuncuların kafasına geliyor, sersemliyorlar. gerçi bir taş köşe atışı kullanacak alex'in kafaya tam anlamıyla isabet ediyor ama sambacı zaten maça ruh gibi çıkmış besbelli! veeee, mustafa keçeli golü atınca fenerbahçe'nin umutlan yavaş yavaş yok olmaya yüz tutuyor...
golden sonra denizli tribünleri işi çığırından çıkarıyor. ligde kalmayı kutlamak yerine polisle çatışmayı, sahayı çöplüğe çevirmeyi yeğliyorlar. arkamdaki gazetecinin (olmayabilir) "biri aşağı atladı" tespiti üzerine irkiliyorum. fenerbahçe tribünlerinin altına ambulans, itfaiye geliyor. hem oyunu, hem olayları takip etmek oldukça güç. neyse ki oyun dakika başı duruyor da sahalarımızda görmek istemediğimiz olayları rahatlıkla izleyebiliyoruz! denizlispor, yedek kulübesinin arkasında üç-beş taraftar polisle kapışıyor. polisten sıyrılanlar fenerbahçe tribünlerine el-kol yapıyor. o keşmekeş içinde teknik direktör nurullam sağlam'ı öpen bir eleman bile var, pes doğrusu! olaylara yoğunlaşınca tuncay'ın golünü kaçınyorum. şanlı tuncay da, golünü televizyondan izleyince ne olduğunu anlamıştır diye tahmin ediyorum.
gaziantepspor-malatyaspor maçının bitimiyle "horozland"liler rahat nefes alıyor. şimdi hedef lidere çelme takmak. maçın sonucu farklı olsa şaibe iddialarına maruz kalacak 16 dakikalık uzatmanın başladığı dakikadan itibaren denizli cephesinde "hoca maç bitti" itirazı var, anlayabilmiş değilim. o an farklı bir şeyi düşünüyorum benim gibi düşünen çok kişi var onu da farkındayım. "ya şimdi fenerbahçe atarsa neler tartışılacak?" sorusu zihnimdeyken appiah'ın şutu hafiften süzülerek üst direğe çarpıyor. son dakikalara 11 eylül saldırılarını izliyormuş gibi tanıklık ediyorum. appiah'ın son şutu da fenerbahçe ticaret merkezi'ni kurtaramıyor ve sarı-lacivertliler denizli'de yıkılıyor. maçın bitimiyle sahaya bir horoz getiriliyor, hindi gibi dalga geçme amaçlı değil, yüceltmek için... kanarya da kesilebilirdi şükretmek lazım!
hayatımda ilk kez korna sesi olmadan bir şampiyonluk gecesi yaşamanın garip ruh haliyle otele dönüyorum. açıyorum televizyonu, ali sami yen'deki duygu dozu yüksek sahneleri izliyorum. peki, fenerbahçe hak etmedi mi şampiyon olmayı? en az galatasaray kadar... tuncay, "bir baba hindi" çekti, taraftar masum birini öldürdü, allah böyle istedi diye kupa florya'ya mı gitmeliydi? hayır... ortada "bir" kupa vardı, dünyanın her yerinde olduğu gibi şampiyon onu müzesine götürdü.
gelecek yıllarda da bu tarz yarışlara ihtiyacımız var. kazanmayı-kaybetmeyi bilmek için. ikisinin de değerli olduğunu öğrenmek için. sana direnç gösteren rakiplerin olmazsa bu oyunun anlamsızlığını hatırlamak için...
aslında 30 mayıs 1987 günü antalya atatürk stadını dolduran kimse takımlarının şampiyonluk yolunda dev bir adım atacağını düşünmüyordu. genel kanıya göre beşiktaş çoktan işi bitirmişti. ne var ki karşılaşmanın son dakikalarında yaşanan bir sakatlık sırasında galatasaraylı arif kocabıyık topu eline aldığında seyirciler ayaklandı, çığlıklar atmaya, tezahürat yapmaya başladı. arif şaşkındı, ne olduğunu anlamamıştı. merakla saha kenarındaki muhabirlere sordu. yanıt: "denizli, beşiktaş'a gol attı. 1-1." artık arif de coşkuyla bağıranlar arasına katılmıştı. o anda, bir hafta sonra 14 yıllık bekleyişi bitirip şampiyon olacaklarını anlamıştı.
bir futbol klişesi, aynı zamanda kulaktan hiçbir zaman çıkartılmayacak bir küpenin öyküsü bu, "şampiyonluk kasımda değil, mayısta belli olur" sözünün... ya da luis aragones'in dediği gibi "mayısta görüşürüz" meydan okumasının. ligin ilk yarısında dağıtılan rollerden "esas çocuk"u kapıp, soluksuzca ligi forse eden takımın son ayda kalesini kaybettiği çok fazla yaşanmaz gerçi ama tarih bunun aksi sezonlarını da yazmaktan geri kalmaz. 1986-87 sezonunda olanlar, 'galatasaray'a şans getiren talih kuşu da böyle bir şeydi. antalya'daki bu maçtan çok değil, sadece iki hafta önce, o zamanlar iki puanlı sistemle oynanan türkiye 1. ligi'nde, son üç maça girilirken galatasaray, beşiktaş'ın 2 puan gerisine düşmüştü. 18 mayıs tarihli hürriyet'ten iki başlık: "beşiktaş şampiyon gibi: 4-0"; "galatasaray rize'de çöktü: 2-0." içeriden bir haber "derwall topun ağzında."
sonrası sarı kırmızılılar için rüya, siyah beyazlılar için kâbus gibiydi. kara kartallar tam fenerbahçe'yi 4-0 yenip, galatasaray'ın yenilgisiyle şampiyonluk havasına girmişlerdi ki bir sonraki maçta malatya'dan eli boş döndüler. yine de rahattılar, averajları onları şampiyon yapmaya yetecekti. ne olduysa sıkıntılı seyreden, 1-0 önde götürdükleri denizlispor maçının 85. dakikasında oldu. kazanılan serbest vuruşta mahmut'un pasını uzaktan bir şutla kaleye gönderen erol, beşiktaş'ın kısa ve tombul kalecisi jurkoviç'i rahatlıkla geçmeyi başardı. galatasaray 1 puanla öne fırlamıştı. eşfak aykaç maçtan sonra "şampiyonluğa 5 dakika vardı" diye yazarken, efsane kaptan sanlı sarıalioğlu "bilirim bu acıyı" diyerek siyah beyazlı futbolcularla empati kuruyordu.
sonraki hafta ali sami yen stadı belki de tarihinin en coşkulu maçını yaşadı. tribünler o günlerin tabiriyle "gelin" gibi süslenmişti, futbolcular eskişehirspor karşısına heyecan ve stresle beraber çıkmışlardı. serbest vuruşta 18. dakikada cevat prekazi tribünlerdekilere ilk gözyaşını döktürttü. sonrası prekazi'nin arkasında gerçek bir karınca gibi çalışan muhammet altıntaş'a nasip oldu. "mami" 51. dakikada attığı şık topuk golüyle maçı ve şampiyonluğu garanti altına almıştı. belki es esler beş dakika sonra durumu 2-1'e getirdi, tribünleri ve futbolcuları sıkıştırdıkça sıkıştırdı ama galatasaraylılar açık vermediler, aman vermediler, şampiyonluğu vermediler. geriye soyunma odasında coşku nedeniyle üstü çıplak kalmış jupp derwvall ile mustafa denizli'nin kupayı öpen mutlu halleriyle, bursa'da gazetecilerin televizyonlarından galatasaray'ın maçının son dakikalarını seyreden ali gültiken'le beşiktaş teknik direktörü milos milutinoviç'in simaları kaldı.
galatasaray'ın kurtarıcı meleği, beşiktaş'ın ayağını kaydıran denizlispor, yıllar sonra hiçbir zaman ölmeyen korku filmi karakteri gibi 14 mayıs 2006 günü bu sefer fenerbahçe'nin karşısına çıkıverdi. yeşil siyahlıların bu kez bir başka istanbullunun canını yakmak için çok daha geçerli bir nedenleri vardı. 2005-06 sezonun son maçında fenerbahçe'nin şampiyon olmak, denizlispor'un da kümede kalmak için 3 puanı alması şarttı. aksi halde istanbul'da, iddiasız kayserispor'u ağırlayacak galatasaray ya da gaziantepspor'u kamil ocak'ta yenmeye niyetli malatyaspor gülecekti.
maç öncesinde hemen her spor yazarı fenerbahçe'nin şampiyon olacağına inanmıştı. can bartu "fener avantajlı"derken altan tanrıkulu "fenerbahçe denizlili yener". turgay şeren "galatasaray, şampiyonluğu kadıköy'de kaçırdı", gürcan bilgiç "fenerbahçe işini şansa bırakmaz" kehanetlerinde bulunmuştu. fenerbahçeliler bağdat caddesi'ni, çıkmayan candan ümidi kesmeyen galatasaraylılar ali sami yen stadı'nı süslemişlerdi.
o güne kadar türkiye 1. ligi'nde son haftaya lider giren hiçbir takım şampiyonluğu kaptırmamıştı; bu unvan artık fenerbahçe'ye ait! anlaşılmaz bir şekilde rakibine direnemedi sarı lacivertliler; tutuktular, çekingendiler, garip ama hırssızdılar. süper yıldız anelka, daum'un yanında tam 75 dakika oturdu. sahadakilerse 83. dakikada eski futbolcuları yusuf şimşek'in asistiyle mustafa keçeli'nin golüne dek çok da bir şey yapamadılar. golden sonra açıldılar; tuncay'la beraberliği, appiah'la direği buldular. maç denizlispor taraftarlarının sahaya artıkları konfetiler nedeniyle 16 dakika uzadı. bu arada malatyaspor'un antep'teki yenilgi haberi, dolayısıyla da yeşil siyahlılara yenilseler bile ligde kalacakları müjdesi geldi ama horoz inada bindirmişti bir kere! son saniyede ganalının yakın mesafeden şutu dışarı çıkınca kadıköylüler oldukları yere yığılıp kaldılar. appiah kapaklandığı yerde katıla katıla ağlarken, bir el kendisine uzandı ve onu teselli etmeye çalıştı: "kalk appiah. allah'ın dediği olur!"
birileri üzülmüştü ama birileri de seviniyordu. bu sevinç belki de futbol tarihimizin en büyük ve en içten sevinciydi. denizli'deki maçın 16 dakika uzamasıyla ali sami yen'de unutulmayacak anlar yaşanmaya başladı. kimse stadı terk etmiyor, başta hasan şaş olmak üzere duşlarını bile yapmamış futbolcular basın tribünündeki televizyonlardan gözlerini alamıyorlardı. dualarla, temennilerle, heyecanla hayatlarının en uzun 16 dakikasını yaşayanlar selçuk dereli'nin denizli'deki son düdüğüyle hayatlarının en mutlu anlarına kavuştular. başkan özhan canaydın'ın şu sözleri bu şampiyonluğu en güzel şekilde anlatan cümlelerdi: "bu 100 yılın şampiyonluğu. galatasaray tarihinde böyle bir şampiyonluk hatırlamıyorum. bu kadar güldüğüm bir gün hatırlamıyorum."
christoph daum, fenerbahçe'deki ikinci mesaisine kaldığı yerden, denizli'den başladı. bu ilginç tesadüf onun futbol hayatının belki de en dramatik maçının ne kadar unutulmaz olduğunu herkese hatırlatıyor. o mayıs gününde denizli-spor kümede kalmak, fenerbahçe şampiyon olmak için kazanmak zorundaydı. yine de daum çekinmiş ve sakatlıktan yeni çıkmış, üç hafta boyunca antrenman yapmamış marcio nobre'yi tek santrfor olarak sahaya sürmüş, yüzyılın transferi anelka'yı yedek oturtmuştu. sahaya 4-4-1-1 dizilen fenerbahçe'sine ikinci forvet takviyesini ancak riski artırıp serkan balâ'nın yerine 61. dakikada semih şentürk'ü alarak yapan daum, nicolas anelka'yı maça sokmak için nobre'yi çıkartmayı tercih etti. gol atması gerekirken böylesine kısır bir değişikliğe giden, oyuncularının sakin değil uyurgezer bir şekilde oynadığını fark edemeyen, luciano'nun gizli santrforluğundan medet uman daum kendisini fenerbahçe tarihine daha da kalın harflerle yazdıracak üçüncü şampiyonluğu ellerinden kayıp giderken futbolcularının denizlisporlu meslektaşlarını seyreder gibi izlemekten başka bir şey yapamamıştı.