ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
isveç'te bir şato
yarın isveç'in 4 büyük kentinde başlayacak 9. avrupa futbol şampiyonası finalleri, hangi futbol güzelliklerinin makyaj çantasını açacak, ya da hangi çirkin sivriliklerin biley merdanesinde keskinleşip bir takım tatsız yaralara kan çıkartacak, ona şimdiden kestirmek zor galiba...
şampiyonanın final gruplarının ilk raundu için 20 - 30 bin seyirci kapasiteli stadların seçilmesi, amblem ve hediyelik eşya konusunda son derece ilkel bir imal teknolojisinin kullanılması, tanıtım ve propaganda işinde isteksiz döndürülmüş bir rotatifle isveç, avrupaya şunu söylemek istiyor galiba...
"benim halkım bu tarihlerde futbolu değil, akdeniz'i tercih eder. ey avrupalı, siz de aynı şeyi yapın. kuzeye tırmanmak yerine güneye inin. isveç'teki futbolu yalnız bırakmak daha akıllıca bir iştir."
bu soğumuş uyarının faksları, ilk kere babı ali'nin merkez binalarının yönetici odalanna düştü anlaşılan...
şimdiye kadar bu tip turnuvalara, profesyonel gazeteci bakımından bir valiz yığınını seferber edip kendi spor sayfalarında, görkemli adam ve kadro propogandası yapan gazetelerin iddialı ya da az iddialı kesimi, bu kere ilk defa istila mantığını terkederek isveç'teki şampiyonaya, bir iki temelli sarı kartlı babı ali senatörünün yanına, avrupanın kuzeyinde yaşamlarını çalışan olarak sürdüren kesimdeki amatör gazetecileri ekleyerek, olay uluslararası hale gelmiş bir taşaron kadro ile takip etmektedir.
* * *
doğrusu da, bu idi galiba...
yavaş yavaş isveç'in çeşitli kentlerinden finaller için kamp yapan takımlardan gelip, gazetelerin spor sayfaları aracılığı ile futbol kamuoyuna giden fotoğrafları hiç alıcı gözle ve de dikkatle baktınız mı?
hava limanı terminalinde avrupalı bir futbol sorumlusu arkasında bir türk gazeteci... pat birkaç kare fotoğraf... bizimkinin gözü adamda, adamın gözleri kara gözlüklerinin arkasında düşüncelerinde her şey var, birtek türkiye yok.
bir takımın kamp yaptığı binanın avlusu... iki eşofmanlı futbolcu, ellerinde bir türk gazetesi tutturulmuş. çarşaf gibi açılmış bir ceride, ismi okunuyor şimşir harflerle... yine bir flaş patlar ötelerden... futbolcular bir gözünü kırpar bir açarlar şaşkınlıkla... bir zoraki tebessüm ve futbolcuların kaçışı... iş bitirilmiştir, manşet hazırdır. "kapalı kampı, sonuna kadar açtık."
bir yabancı yıldız bir şey okumakta veya boylu boyunca uzandığı yataklı bir odada istirahat etmektedir. aniden odasının kapısı açılır, önceden filmi konulmuş motor düğmesi açılmış nikon'dan, süratle görüntü tesbit eden ateş açılır, sonra "sory" nidalan arasında kapı acele kapanıp, dört nal vak'a mahallinden uzaklaşılır. ertesi gün bir der saadet makintoşu, tanışma davetiye'sini olanca içtenliği ile yazar, babı ali'nin kara tahtasına... "arkadaşım ricardo..."
masumuzdur, çaresizdiriz türk gazetecileri olarak... benim milli takım'ım 1954 yılından sonra bu tip şampiyonaların finallerine hiç katılmamış katılamamış. 38 yıldan beri benim milli takımım eleme turlannda kramponu patlayarak hep yol kenarına çekilmiş, ben babı ali olarak hep 38 yıldır en kalabalık kadrolarla bu tip finalleri şereflendirmişimdir.
bir - üç - beş - on...
avrupalılarda bir merak kabarmış önce, sonra taşmış.
bu türklerin bu tip finallere hiçbir zaman milli takım'ları gelmiyor ama, gazetecileri her dünya ve avrupa finallerine çok kalabalık bir grupla geliyor.
milli takım'ı hiç gelmeyen buna karşılık gazeteci takımı hem de çok kalabalık gelen türkiye, hiç te hatırı sayılır bir refah göstergesi üzerinde oturmamasına rağmen her seferinde bir yığın babı ali gönüllüsünü uçağa doldurup buraya nasıl boşaltıyor?
onların futbolcusu ile teknik adam ve yöneticisi uluslararası top lobileri ile biribirlerini çok önemseyip, babı ali'yi hiç kendi dost konjoktörünün içine sokmaması, bizi görevi, bir türlü söküp atamadığımız bir yabancı kalma çaresizliğinde kaynaklanıyor, herhalde...
şayet 38 yıldır finallere devamlı türk gazetecileri yerine türk milli takımı gidebilse idi, futbolda çekilen en uzun yalnızlık ve yabancılık biter, saha içindeki oyun becerimizle birlikle saha dışında daktilolara giren edebiyat, türkiye'yi ülke olarak imrenilecek bir değerlendirmenin baş kategorisine sokardı.
isveç'teki futbol şatosunun hem takım olarak, hem kalem olarak boş kalışı, o kadar normal ki...