ciklet çiğnediler, lâhmacun yediler, 3 saat beklediler
necati karakaya
* otobüs 40 kişilikti. kafile ise 36 kişi. antrenör cihat arman futbolcularının ayaklarını uzatmasını istiyor ve: «futbolcularımın rahatını düşünmek zorundayım. böyle, 20 saat yolda gidilir mi?» diyordu. bu konuşma en çok otobüsün sahibi fahri erişgen'e dokunmuştu: «hemen gidip milli takım için hiçbir ücret almadan bir otobüs daha getireceğim» dedi. üç saat sonra dönebildi...
* kafilenin gecikmesi üzerine dolmabahçe caddesinden geçen sporseverler, futbolcuları uğurlamak üzere taşıtlarından indiler. futbolcular, bu vesile ile ummadıkları eş ve dostları ile vedalaşmış oldular. bunlardan biri de, galatasarayın eski ikinci başkanı rüçhan adlı idi. o da, futbolcuları uğurlamak fırsatını elde etti. biraz da metinle başbaşa konuşmak...
* kafile için, bir lokantadan yolluk alınmıştı. gelmeyecekleri zannedilen bâzı şahıslar kafileye katılınca önce yollukların adedi sayıldı. bu arada kafileden çıkan bir gazeteci şöyle konuştu: «benim yolluğumu, genel müdürlüğe iade ediniz.»
* milli takım kafilesinin rötar yapışından en fazla memnun olanlar ayakkabı boyacıları, lâhmacuncular ve cikletçilerdi. bol bol ayakkabı boyadılar, lâhmacun yedirdiler, ciklet çiğnettiler. manzara, tıpkı bir hacı kafilesinin sınırda bekleyişini andırıyordu.
* futbolcular üç saatlik bekleyişte güneşlendiler. onları seyretmek için seyircilerin saatlerce beklediği turnikeler üzerine çıkarak güneşten istifade ettiler. şeref has ne yaptıklarını soranlara: «güneşten d vitamini alıyoruz» cevabını verdi.
* bütün bunlardan habersiz biri vardı: menacer sandro puppo, gönlünü rahat tutuyor, sinirlenmiyor ve duran otobüste rahat rahat uyuyordu.
dün dolmabahçe’den geçenler, lahmacuncuların, boyacıların, çikletçilerin etrafını çevirdiği, önü bayraklı otobüsün bir hacı seferine çıktığını sanırdı. oysa, türk milli takım bir dünya kupası maçına gidiyordu. bir dakikalık istirahatleri bile önemli olan milli futbolcular, üç saat ya otobüs koltuklarında, ya stad demirlerinde, ya da kenardaki taşlar üzerinde bekleyerek, daha uzun yolculuğa çıkmadan yoruldular. sebep neydi? kafile kalabalık, otobüs bu kalabalık içinde oyuncuların rahat gitmesine imkân vermeyecek durumdaydı. fakat beden terbiyesi teşkilâtında bu konurlarla yetkili olanlar, kâğıt üstündeki hesaplarının daha dolmabahçe’de yanlış çıktığını göremeyecek kadar uzaktaydılar.
oyuncuların istirahatı elbette düşünülmelidir. ama tam hareket saatinde değil.. âdeta 3-5 gazetecinin kafilede bulunması, bütün kalabalığı yaratıyormuşcasına, sanki gidecek insan sayısı önceden bilinmiyormuşcasına son anda harekete geçmek, böylesine garip durum doğurur işte... neyse ki, otobüs sahibi, yetkililerden daha anlayışlıydı da, ücret almadan ikinci bir otobüs getirdi. bu anlayışı göstermeyen bir firma, kafilenin ya kucak kucağa gitmesine ya da yola çıkamamasına sebep olmaz mıydı?
şu, milli kafileleri medeni milletlere yakışır manzara içinde gönderebilmek ne zaman mümkün olacak? bu işi, muhasebe odalarının karanlık ve gerçekleri bilmez davranışından ne zaman kurtaracağız? bu gidişle, ümit de yok galiba...
* ah, şu mevzuat hazretlerleri koskoca bir türk milli takımını 18 saat müddetle dört tekerlek üzerinde ve sallantı içinde tâ, istanbul'dan bükreş’e götüren zihniyet. sadece gidişte aldığımız 800 kilometrelik yolun bir de dönüşünü düşünüyoruz da ürpermemek elimizden gelmiyor. allah razı olsun şu otobüs şirketinin sahibinden. yoksa bir vasıta ile bu yolculuk yapılsaydı, her halde kafilemizin stad yerine hastahaneye gitmesi gerekecekti.
* yolculuk çocukların gayreti ile oldukça neşeli geçti. bilhassa eski zağrada şıpka dağlarından geçerken yenilen yemek kederleri dağıttı. fakat havanın soğukluğu çocukları epey rahatsız etti. silistireden geçerken türk turistlerle karşılaşmamız otobüsün rahatsızlığını hemen unutturuverdi. ama yine de herkesin fikri böyle ciddi bir maça bu tarz bir vasıta ile katlanmanın yersiz olduğu idi. metin «dizlerim uyuştu sanki» derken ızdırabını yüzünden anlamak mümkündü.
* rusçuk'a gelirken ahalisinin ekseriyeti türk olan bu şehirde büyük bir hüsnü kabul gördük. otobüsün etrafını alan rusçuk'lular bize sigara ikram ederlerken «çok şükür türk gördük» diye sevinçlerini belli ettiler.
* yol boyunca idareciler hariç hemen hiç kimse can ve özcan'dan bahsetmedi. maça gelip gelemiyecckleri esasen kati olarak belli olmayan bu iki futbolcumuzun kafilede bulunmaması pek yadırganmadı dersek hatâ etmemiş oluruz.
* konya lezzet lokantasının seyahat için hazırladığı yollukların üzerinde «metin'e aittir», «can'a verilmesi lâzımdır» gibi yazılar yazılmıştı. bunlardan can'a verilmesi yazılanı bana düştü. metin, kendisine ait olan paketi kimseye kaptırmamağa azami gayret gösterdi.
* otobüsün radyosundan dinlediğimiz ankara radyosunun haber bülteninde türk milli takımının seyahatinden hiç bahsedilmemesi hayretle karşılandı. bilhassa haberlerin sonunda verilmesi âdet haline gelen spor kısmını herkes birbirine belli etmeden dikkatle dinledi ama nafile. türkiye radyoları için bu haber câzip değildi anlaşılan..
* romanya'ya karşı oynayacağı açıklanan onbirimize, «sürpriz takım» demek hiç de hatâlı olmaz. aslında bu deyim, sadece bize değil, çokça romenlere ait... şaşırdılar onbirde şenol'un adını göremeyince... «çok formda olduğunu duyduk, eskiden de tanırız. niye şenol yok takımınızda?» diyorlar. bilmiyorlar ki bu soruyu şu anda milli futbolcular dahi birbirine soruyor: «niçin şenol yok?» sürprizin böylesi karşısında insan söyleyeceğini de şaşırıyor. fakat yetkililerin sözü hazır: «şenol, 4-2-4'ün adamı değil..» acaba fenerbahçe'nin 4-2-4'ü çok iyi tatbik ettiği son maç çok iyi tatbik ettiği son maçlarını mı görmemişler, yoksa bu maçlarda o 4-2-4'ü en iyi başaranlardan şenol’u mu?
* şenol'a tercih edilen nevzat'ı ise. koca mevsim boyunca gören yok... ne kendi takımında oynadı, ne muntazam milli takım idmanlarına gelebildi. millî takımda tek devrelik antrenman maçı, 4-2-4‘ü en iyi onun tatbik edeceğini yetkililere anlatmış demek...
* takımın ikinci sürprizi de. kaleci yılmaz... o da nevzat gibi, askerde olduğundan lig’de oynamak ve milli takım idmanlarına katılmak imkânını pek bulamamıştır. ve son dakikaya kadar kalede ali'nin oynatılacağını biliyordu herkes. bizzat yılmaz bile, kaleci olarak alinin oynayacağından emindi. fakat son dakikada piyango, yılmaz'a çarpıverdi. ali'nin oynatılmayışının sebebi mi? yok yok, 4-2-4'1e ilgisi yok onun... sadece «çok heyecanlı» imiş... yılmaz'ı «daha soğukkanlı» olduğu için kaleye koyduklarım belirtiyor idareciler ve teknik adamlar... «ali ne kadar iyi oynarsa oynasın, bu heyecanı sebebiyle takıma giremezdi» diyorlar... futbolun cilvesi hep bunlar!.. fazla heyecanlı olan, bu yüzden takıma giremiyor. fazla sâkin olan da «lâkayt» diye... bu hesaba göre, kafilenin en heyecansız adamı sandro puppo'ya bile yer var takımda...
* şeref de çok heyecanlı... ama korkmayın, takımdan çıkarmadılar heyecanlı diye.. çünkü onun heyecanı başka kaynaktan doğuyor. dün kızının yaş günüydü. «aaah, diyordu şeref, kızımın ilk yaş gününde yanında değilim... inşallah ikinci yaşını kutlarken beraber olurum...» ve «milliyet» vasıtasiyle mesajım sundu kızına: «sevgili yavrum alev... bu ilk yaş gününde bulunamadım. yanaklarından öperim. bundan sonra hep yanında olacağım...» daha sonra da saim kaur'a döndü şeref: «ağabeyciğim, ne olur bir daha 1 mayısta milli maç almayın!.. kızınım doğum günü...»
* romanyada türkiyenin temsilciliği var mı? şu koca bükreş'te koca türkiye'nin bir elçiliği var mı? eğer olsaydı, türk milli takımım karşılamağa gelmez miydi? uğramaz mıydı milli takımın oteline? haaa, elçilikten biri telefon etti dün: «bizi arıyormuşsunuz, bir isteğiniz mi vardı?» diye sordu. ne isteyecektik, «orta şekerli kahve» dedik... doğrusu elçiliğin bu ilgisizliği, milli takımların yanından ayrılmamış, doktorlar getirmiş, nice elçileri ve elçilik mensuplarım hatırlattı...
* yağmuru bir garip buranın.. duruyor, sonra tam geçti sanılırken, birden bastırıyor gene.. çocukları biraz çekindiriyor bu yağmur... saha nasıl olur yağmurda? hani portekizliler gibi yapsak, diyorum. nasıl onlar «çim saha isteriz, bizim avantajımız bu» demişlerdi... biz de romenlere «avantajımızı kaybetmek istemeyiz, biz de ille çamur saha isteriz. yıllardır ona alıştık» diyemez miyiz?