* fenerbahçe'nin eski millî futbolcusu, şimdi klagenfurt'un k.a.c. takımını coşturuyor
1
necmi tanyolaç
avusturya’da bir şehir: klagenfurt... klagenfurt’ta bir kulüp: k.a.c.
k.a.c. stadında bir
soyunma odası...
... ve bu odada 11 futbolcu ile bir antrenör antrenör almanca konuşuyordu. taktik veriyordu futbolcularına... şöyle oynayın, böyle oynayın, diyordu ihtimal... öğüt veriyordu belki de... onbir futbolcudan biri, sadece biri anlamıyordu konuşulanları. ötekiler arada bir lâfa karışıyor, sual soruyor ve sonra hafif sesle kendi aralarında fısıldaşıyorlardı... onbir futbolcu arasında bulunan yabancı ise antrenörün sözlerini, yüzüne bakarak dinliyordu. hayır, dinler gibi yapıyordu. çünkü anlamıyordu... körün mum ışığına bakışı gibi bir şeydi bu... antrenör konuştu, konuştu... yabancının canı sıkılmıştı... birden bulunduğu yerden, çok ötelere gitti.. kendi memleketindeki soyunma odalarını hatırladı.. fenerbahçe’nin maçlara çıkışını hatırladı.. arkadaşlarını hatırladı.. futbol dünyanın her yerinde aynıydı. konuşma dili ayrıydı.. öyle, dalıp gitmişti. birden odada bir kaynaşma oldu. futbolcular ayağa kalkmış, sahaya çıkmaya hazırlanıyorlardı. antrenör başını iki elinin yardımıyla tutmaya çalışan yabancıyı şöyle aşağıdan yukarıya süzdü. gözleriyle şunu demek istemişti herhalde; «sen birşey anlamadın. ama, bu benim, bizim suçtunuz değil. ben türkçeyi öğrenemem, sen akmancayı öğrenmek zorundasın!»
sonra yeni bir işkence saati başlayacaktı yabancı genç için, dilini bilmediği bir memlekette 10 yabancı futbolcuyla maça çıkacak, oyunun kaderine ortak olacaktı... henüz aralarından birinin ismini öğrenememişti... nasıl oynayacak, takıma nasıl alışacak, nasıl top verecek, hangi lisanla pas isteyecekti?. dünya başının üzerine yıkılıyordu...
çıktı sahaya... bir alkış, bir gürültü.. tribünler dopdoluydu. öztuna, türk sözlerini işitti.
k.a.c. ikinci ligdeki en zor maçlarından birine çıkıyor, seyirciler ka.c. nin yeni transferinden bahsediyorlardı... gazeteler, ergun’a ait haber ve yazılarla doluydu... uzun yıllar fenerbahçede oynamış, karşıyaka'ya transfer olmuş, genç milli takımda başarılı maçlar çıkarmış ve türk milli takımını prag’da attığı golle yenilgiden kurtarmıştı bu ufak, tefek çocuk... ve birşeyi daha hatırlatıyordu gazeteler; ergun'a kendi memleketinde «küçük puskas» denildiğini...
ilk maçta iki gol...
ergun öztuna'nın k.a.c. kulübündeki hayat hikâyesi böyle başladı. tek kelime almanca, takım arkadaşlarından birinin ismim bilmediği halde daha ilk maçında futbolunu alkışlattı klagenfurt'lulara, ergunlu k.a.c. rakibini 4-0 yenmiş, türk futbolcusu iki gol atmış, iki golün hazırlayıcısı olmuş ve herkese aynı sözü söyletmişti; «beste spieler (çok iyi futbolcu), «beste spielmacher» (çok iyi oyun yapıcı).
ergun maçtan sonra soyunma odasına giderken arkadaşlarının kollarım omuzlarında hissetmişti. bu, yabancılık duygusundan az da olsa ilk kurtuluşuydu. tam soyunma odasının kapısında, oyun boyunca yanında gördüğü çikolata renkli bir futbolcu onu kucakladı. brezilyalı, onu attığı goller ve verdiği paslar için tebrik etmeye çalışıyordu. el ve vücut hareketleriyle tabii... brezilyalı rio de janeiro’nun americo takımından amilton oliveira idi... bir sene önce isviçrenin joung boys kulübünden k.a.c. kulübüne transfer edilmişti. böylece ergun sıcak kanlı, sevimli bir yabancıyla gurbetteki dostluğun ilk köprüsünü kuracaktı...
ilk arkadaş ve çoğalan dostlar
öztuna avusturyaya ve yeni takımına alışıyordu. ancak sıkılıyordu. bir aralık yurda dönmeyi düşünmüş, yüzbin kişilik şehirde tektürkçe bilen bulamadığı için aynanın karşısına geçip, kendi kendiyle konuştuğu, kendi kendiyle dertleştiği olmuştu.
sonra aradan birkaç hafta daha geçecek ve klagenfurt şehrinin tek türk’ü sıcak bir dostluk çemberinin içinde bulacaktı kendini. sisler ve şüpheler dağılıyordu yavaş yavaş. yeni dostlar edinmeye başlamıştı. başta kulüp başkanı ruttnig... ve biri erkek, diğeri kız iki arkadaş. kiagenfurt postahanesi memurlarından erich laschofer'le, ergun'un şimdilik misafir edildiği gastof krall’ın idare müdürü heidi sabith... birbirlerini deli gibi seven çiftin ergun birkaç hafta içerisinde en candan dostu oluyordu. artık yedikleri içtikleri ayrı gitmeyecek ve 20 yaşındaki sarışın heidi «yalnız türkün» ilk almanca hocası olacaktı...