ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
ömer madra'nın "ömür boyu süren şarkı: metin oktay" başlıklı yazısından;
galatasaray'ın, önce bahri, sonra da ergun'un sakatlanmasına "dokuz buçuk kişi" kalmasına rağmen fenerbahçe'yi 5-0 yendiği o unutulmaz maçta 4 gol birden atması ve her golden sonra karşısında değişen "çaresiz" markajcıların sonuncusu şerefin kendisini resmen elle tutmasına aldırmayıp, onu kolunu kendi bedeninden sökerek "perdeyi kapatan'1 golü atması...
ilk basımı 1994 yılı olan ali sami alkış'ın "bu kitabı okuyanı vururum" kitabından;
metin oktay; galatasaray'ın fenerbahçe ile yapacağı maçtan önce sakattı... topuk kemiği ezilmiş, üstüne basamıyordu. baba gündüz, futbolcusunun elinden tutmuş o doktor senin, bu doktor benim diyerek hastaneleri tek tek dolaşıyordu. ama hiçbir tıp adamı, metin'i f. bahçe maçına yetiştirecek garantiyi veremiyordu. derken; galatasaray'ın kamp yaptığı otele esrarengiz birisi geldi... sıkılgan tavırlarla kral'ın yanına yaklaştı ve «merak etme, ben seni iyileştiririm,» dedi. metin, şöyle gözucuyla adamı süzdü... garip davranışlı birisiydi... gözü tutmadığı için üzerinde durjrıadı. fakat adam inatçı birisiydi, kendisine inanmasını istedi. metin oktay; doktor doktor dolaşıp sakatlığına acil çözüm bulunamamasının verdiği yılmışlıkla; denize düşen yılana sarılır misali «peki» dedi.
adam çantasını açtı... içerisinden kocaman bir koyun kuyruğu çıkardı. üzerine, önceden hazırladığı bir kocakarı ilacını sürdü... daha sonra da karabiber serpti. adam; bu ilaçlı ve karabiberli koyun kuyruğunu metin'in topuğuna sarıp, bir bezle bağladı... takım arkadaşları bu olup bitene kahkahalarla gülüyor, metin'le dalga geçiyordu...
bütün gece, bu kocakarı ilacı esprisiyle geçti. ancak ertesi sabah olduğunda, metin oktay ayağındaki şişin indiğini ve ağrının tamamiyle dindiğini gördü... şaşırdı, şaşırdı, şaşırdı... gece kendisiyle dalga geçen arkadaşlarına ayağını gösterdi, herkesin ağzı bir karış açık... metin oktay, kendisini maça yetiştiren ve adını dahi bilmediği adamı mumla aramaya başladı. hediye almak, gönlünü almak istiyordu. adam ortalıkta yoktu.
18 aralık 1960 günü fenerbahçe maçına gitmek için, kamp yaptıkları otelden tam ayrılacakları sırada; onu gördü. metin derhal yanına koşup, esrarengiz dostuna sarıldı: «dile benden ne dilersen arkadaş...» «kaç para istiyorsan vereceğim, çekinme söyle!...» «senin yaptığını ünlü doktorlar yapamadı. sen bir gecede hallettin. sana şükran borcum var... al şu paraların hepsi senin olsun.»
esrarengiz dost; heyecanla cebindeki bütün parasını kendisine uzatan metin oktay'ın kolunu geri çevirerek tek tek konuştu: «senden fenerbahçe'ye bugün 4 gol atmanı istiyorum. ancak bu şekilde ödeşiriz.»
metin oktay, şaşırdı, sarsıldı... istenilen şey olacak gibi değildi ama; kendisini bugüne kavuşturan adama «olamaz... yapamam» diyemedi. bir ara daldı, düşündü, kararını verdi: «tamam arkadaş, söz...» «söz mü?...» «söz!»
esrarengiz adam, hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve puslu günün alacasında kaybolup gitti. metin, arkasından uzun süre bakakaldı... söz verdiği için fenerbahçe'ye atmak zorunda kaldığı 4 golü düşünmeye başladı. düşündükçe hırslandı.
inanılmaz ama, metin oktay o gün 3 gole ulaşmıştı... ama yırtınıyor, çırpınıyor dördüncüyü bir türlü atamıyordu. metin'in o günkü hırsını görenler, bir gariplik olduğunu seziyorlardı.
maç bitti bitiyordu... metin sanki yeni başlıyordu... bastırmalı, uçmalı, vurmalı ve söz verdiği dördü mutlaka yapmalıydı. ...ve vurdu... ve attı... ve dörtledi!.. metin, sözünü yerine getirmenin yorgun coşkusuyla golden sonra yattığı yerde kaldı. sakatlandı sanıp yanına doktor çağırdılar. halbuki o sakatlıktan değil, mutluluk şokundan ayağa kalkamıyordu.
galatasaray o gün fenerbahçe'yi bahri'nin de bir gölü ile tam 5-0 yenmişti... metin'in sözü de, yerine gelmişti... tarih 18 aralık 1960.
sarı – kırmızılıları metin, bahri, mustafa ve candemir’in sakatlıkları düşündürüyor
necmi tanyolaç
– neyin var metin? – neden antrenmana çıkmadın? – sakatım. sağ ayağımın üzerine basamıyorum. – solun sağolsun metinciğim. tek ayağın da kâfi fenerbahçe’ye…
metin, galatasarayın antrenmanını saha kenarından tâkip ediyordu… yağmur yağıyor ve o, habire taraftarların suallerini cevaplandırmaya çalışıyordu. taraftar bu… elbette soracaktı metinin nerede sakatlandığını. fenerbahçeye karşı oynayıp, oynamayacağını… doktorların tavsiyelerinı… az mı hasretini çekmişlerdi metinlerinin… ve sağ ayağının üzerine basamayan galatasaraylı santrfora galatasaraylı taraftarlar âdetâ yalvarıyorlardı: «solun var ya? solun var ya? tek ayağın kâfi fenerbahçeye…»
metin, bilinmez, bu yüzde yüz samimi temenniler karşısında neler geçirdi içinden, neler düşündü?... o anda bir endişenin tesiri altında kaldığını etrafına hissettiriyordu. ya üzerine basamadığı sağ ayağı fenerbahçe maçına kadar iyileşmezse… ya iki demir ayaktan biri, diğerini yalnız bırakırsa…
antrenmana, antrenmana çıkacak futbolculardan herhangi biri gibi gelmişti. saati saatine, dakikası dakikasına. onun, futbol disiplininden anladığı buydu. dakik olmak. ama, çamur deryasında neşe içinde büyük maça hazırlanan arkadaşlarının arasında olamayacakmış… hürriyetsiz günlerini hatırladı. içerdeyken de. kalben hep galatasaraylı arkadaşlarının yanıbaşında hissetmişti kendisini. üzülüyordu tabii… göztepe maçında uğradığı talihsizlikti doğrusu. hayatını iki ayağıyla kazananlar anlardı bunun acısını. seracettinle çarpışmış ve saha kenarına alınmıştı. acıyı bir an duynuş, sonra tekrar oyuna dahil olmuştu. «adelelerim henüz soğumamıştı. girdim oyuna, bir de gol attım. geceyi çok zor geçirdim. doktorlar evvelce sakatlığa mâruz kalan sağ ayak bileğimin bir küçük kemiğinde çatlaklık buldular…»
taraftarların nefesi kesilmişti. ızahatı dinleyenlerden biri dayanamayıp, atıldı:
– ee, sonra? – doktor biraz evvel, sen bu ayağınla sahaya çıkıp, futbol oynayamazsın. en azından 15 gün istirahat etmen lâzım, dedi…
bu talihsiz hikâyenin başlangıcından ziyade, sonuyla galatasaraylı taraftarları perişan ettiği muhakkaktı. yalvaran gözlerle bakıyor, tek ayağıyla sahaya çıkmasını isteyecek kadar kıskançlık gösteriyorlardı… ve metin devam ediyordu: «böyle büyük maçlara hazırlandığımız zamanlara ben hep ana baba günleri derim. nazlanacak, dudak kıvırıp, sizden bir şeyler bekleyen insanları üzecek günler değildir bunlar. fenerbahçeye karşı takımımdaki yerimi almaktan başka bir düşüncem yok…»
sonra yere eğildi. ârızalı ayağiyle oynadi. ayak, ayakkabının topuğuna basıyordu. bu hareketi birkaç kere tekrarladı… ayağını ovmuyor da, okşuyor sanırdınız… yarışa çıkacak bir atın jokeyi tarafından okşanışı gibi…
* yılların iki büyük şöhreti metin ve naci, dün milliyet'te eski günlerini hatırladılar. «taçsız kral» filminin dört yıl öncesine ait bir sahnesi çekilecekti. fenerbahçe'nin santrhafı naci ile galatasaray santrforu metin, dört sene önce millıyet'te buluşmuşlardı. kendilerini dâvet eden arkadaşımız necmi tanyotaç, bir gün sonra yapılacak galatasaray - fenerbahçe maçı için ne düşündüklerini sormuştu.. naci «maç berabere biter» demiş metin’in cevabı ise «bir farkla biz kazanırız. tabii naci bırakırsa» olmuştu. konuşma sonra şöyle cereyan etmişti. naci: «metin'in peşini bırakmayacağım. bir gölge gibi tâkip edeceğim» metin: «biliyor musun naci'ciğim hava yağmurly. güneş de yok. bu durumda pek gölgemi falan göremezsin.» (milliyet arşivine göre bu maç 5-0 galatasaray'ın galibiyetiyle bitmiş. gollerin dördünü metin atmıştı) «taçsız kral» filmine ait bu enteresan sahnenin çekimi 1.5 saat sürdü. her hareket defalarca tekrar ediliyor, bir yanlış jest yüzünden emekler boşa gidiyordu. metin ne de olsa artık kameranın karşısında durmağa alışmıştı ama naci de, necmi tanyolaç da buram buram terliyordu. metin «ne zannettiniz ya» diye güldü. «filmin çekilmeğe başlanmasından bu yana tam üç kilo kaybettim.» artık metin'in rakibi değil takım arkadaşı olan naci, «vallahi metin'ciğim sen hem kabiliyetli, hem de sabırlı adamsın. ben imkânı yok bu güç işe girmem» diyordu. metin sözlerini şöyle tamamladı: «hele şu film işi bitsin. galatasaray kampında uzun bir süre dinlenecek ve yeni mevsime kendimi çok iyi hazırlayacağım.»