öldüğü zaman, cebinde 375 kuruş çıktı. 33 yıl önce türk sınırından çıktığı zaman da, cebinde sadece 2 ingiliz lirası vardı. paris’te racing kulübü kapısından girdiğinde ise, o 2 ingiliz lirası bile yokta cebinde...
ve sonra bu adam, türkiye’nin ilk profesyonel futbolcusu, evet, futbolü para için oynayan ilk türk olarak spor tarihimize geçiyordu.
yakın arkadaşlarının deyimiyle «futbol, onu aç öldürmüştü». doyurmamış, yaşatmamıştı. fakat o, günüyle, gecesiyle, ömrü boyunca futbol için yaşamıştı. türkiye’de meşin top kovalandıkça da, gönüllerde, hâtıralarda yaşayacaktı.
işte biz de, türk futbolünün ölmezleri arasında yer alan vahap özaltay'ın renkli hayat hikâyesinden bâzı sahneler sunmakla, hem aziz hâtırasını bir daha anmak, hem de kendisini yeni kuşaklara gereği gibi tanıtmak amacındayız...
11 ocak 1932 pazartesi akşamı saat 19.40 da sirkeci'den kalkan trende çikolata tenli türk futbolcusu da vardı.
vahap, ingiltere'ye, hem de g günlerin en ünlü takımı arsenal'de futbol oynamağa gidiyordu. garda kendisini uğurlayanlardan «olimpiyat» dergisi muhabirine «evet, demişti, londra'ya arsenal'e gidiyorum. henüz bir anlaşmam yok. ama ümitliyim... »
ve ümitlerle dolu, trene binmişti seviniyor, yerinde duramı yordu. «oğlum vahap, avrupa'ya gidiyorsun... arsenal'e... rüyaların hakikat olacak...»
lokomotif kilometreleri yutuyordu bir yandan... birden kompartımanlardan bir ses duyuldu «uzunköprü... uzunköprü...»
az sonra, sarmalı, kordonlu -vahap'ın deyimiyle- «romanya generallerine benzer üniformalı» bir gümrük memuru gelmiş ve «üzerinde para var mı?» demişti. vahap garipsedi bu soruya: «dostum, cevabını verdi, cebinde paran olmayan avrupa'ya seyahateçıkar mı?» bu cevap, tuzluya oturacaktı vahap'a... «müsaadesiz ecnebi parası çıkârmak yasaktır» diyen memur. vahap’ın bütün parasını gümrükte alıkoyacaktı.
* * *
ilerleyen yol, vahap’ın ümidini arttırmıştı. mendil cebinde. gümrükte söylemeyi unuttuğu 2 ingiliz lirası buluvermişti. tren bileti calsis’ye kadar olduğundan, «eh, diyordu vahap, bu 2 ingilizle ekmek» yer, su içer, idare ederim.» bu sırada karşısında bir yolcu binmişti. bir italyan.. acaba italyan yol arkadaşı yardım eder miydi? belki de onun yolluğundan faydalanır, karnını rahatça doyururdu. vahap bu düşünceler içinde, sadece 2 sterling olduğunu söyler söylemez, italyan kompartıman arkadaşı, «ah, dedi rica etsem.... bende hiç para yok!.. milano'ya kadar yiyeceğinize ortak olsam!.» 2 ingiliz'e bir italyan ortak çıkmıştı.
* * *
vahap, manş’ı görüşünü «top» dergisinde söyle anlatmıştı: «...manş'ı gürünce, bizim gazetelerde manş’ı geçen yüzücülere ait haberleri hatırladım. bunları okudukça, hani biz de yüzeriz o kadar, der geçerdik. ama bu manş, başka manş... çift uskurlu vapurlar bile manş'ın akıntılarını yarıp geçeceğim diye ne yapacağım bilmiyor.»
bir ara vapurda karsısında yolcunun koltuğunda «14» numarayı görmüştü. «13 de yakınlarda olmalı.. kim, oturuyor bu uğursuz numarada?» diye düşündü. aradı, taradı... sonunda tepesine baktı. 13 numaralı koltukta oturan, kendisinden başkası değildi.
dover'e yâni ingiliz adasına ayak bastığında ise, «13» ün uğur getirmediğini hemen anlayacaktı: ingiliz polisi sokmuyordu vahap’ı... «niye geldiniz?» demişlerdi. «futbol oynamak için..» vahap’ın bu cevebına gülmüştü polisler: «burada herkes futbol oynuyor... bunun için taa türkiye'den kalkıp gelinir mi?» vahap, o günlerde alınan bir kararla ingiliz adasında yalnız ingiliz futbolcularının oynayabileceğini, ancak sınırda öğrenmişti. «şimdi ne olacak?» diye sordu polislere, ingilizler gayet nâzikti: «sizi getiren vapur iki saat sonra fransa'ya dönecek.»
* * *
iki ingiliz lirasını da yolda italyan’la ortak tüketen vahap, böylece beş parasız paris'e gelmişti. fakat rastladığı bir türk hariciyecinin yardımıyla racing'e başvurdu. ummadığı bir anda da bu ünlü kulübün antrenmanında buldu kendini... yalnız şaşırmıştı vahap... antrenmana kilot ve altay'dan getirdiği siyah - beyaz forma ile çıktığı halde, öteki futbolcular uzun pantalon, kalın formalarla sahadaydı. «böyle napoleon kıyafetiyle futbol oynanır mı?» diye düşünen vahap, «antrenmanın eşofmanla yapıldığını» ilk defa görüyordu. evet, ilk türk profesyoneli bundan 33 yıl önce antrenmanda ilk eşofmanı giyiyordu.
bugün çoklarının «millî futbolcu» olarak tanıdığı vahap özaltay, ay - yıldızlı formayı futbol sahalarından önce atletizm pistlerinde giymişti.
1932 eylülünde izmir'de 400 metre şehir rekorunu kıran vahap, bir ay sonra da atina'da düzenlenen balkan olimpiyatlarında 4x400 türk bayrak takımında koşmuştu.
ay - yıldızlı ekibin ilk elamanı olarak yarışa başlayan özaltay, başarılı bir koşudan sonra bayrağı ikinci adamımız mehmet ali’ye (şimdi türkiye işçi partisi genel başkanı olan mehmet ali aybar'a) vermişti.
* * *
vahap, «millî atlet» ünvanını kazandıktan bir ay sonra da, milli futbol takımımızda yer aldı. 1932 kasımında taksim stadında oynanan ve 3 - 2 mağlûbiyetimizle kapanan türkiye bulgaristan milli maçında santrforumuzdu. maçtan sonra spor dergilerinde yayınlanan yazılar arasında, sadun galip’in vahap hakkındaki şu satırları dikkati çekmişti: «...vahap açıklarla oynamadı, oyunu açamadı. ama güzel hareketler yaptı. en güzeli, soldan gelen topun üstünden atlayarak sağiçe bir sayı fırsatı hazırlamasıi bir de yine sağiçe eşapelik bir pas vermesiydi. bulgar merkez muhacime tefevvuk etti.»
* * *
vahap’ın unutulmayan golerinden biri, çağının en ünlü kalecisi ispanyol zamora'yı altedişiyle doğmuştu. racing'in bilbao karmasiyle maçında sağaçığın uzattığı topa vahap, penaltı noktasında öyle bir sıçramış ve kafayı öyle vurmuştu ki... o kudretli zamora'nın uçması fayda vermemiş, top ağlara takılmıştı. fransız halkı bir ağızdan «veyap veyap» diye bağırarak stadı inletmişti o gün...
* * *
vahap'ın bir başka golü de, kendisine «ingiliz adalarında gol atan ilk türk üvanını kazandırdı. londra'daki racing - chelsea maçında fransa takımının 2-1'lik galibiyetini sağlayan golü, vahap atmıştı. chelsea'nın güçlü kalecisi woodley, vahap'ın âni atağı karşısında şaşırmış, sert bir şut beklerken, türk futbolcusunun mükemmel plâsesine şahit olmuştu. ingiliz kalecisi atladığı anda, top çoktan ağlardaydı. ingilizleri ingiltere'de yenen golün kahramanı türk vahap, paris'e dönüşünde bir kahraman olarak karşılanacaktı.
* * *
vahap, racing’e 5 bin türk lirasına transfer olmuştu. aylığı da 300 lira idi. az mı? o günlerde zeytinyağının kilosu da 25 kuruştu racing yöneticileri, vahap'a «diğer futbolculara duyurmamak kaydı ile» ayrıca ayda 200 lira kadar prim de veriyorlardı. aslında racing'de hiçbir futbolcu, ötekinin kaç para aldığını bilmiyordu.
* * *
vahap, ilk gidişinde racing'de uzun yıllar oynayacaktı. ama arada racing'in istanbul'a gelişi, işleri karıştırdı. özaltay, «türk takımına karşı oynamam» diye direndikçe, fransızlar «açıktan gol primi» vâad ediyorlardı. fenerbahçe maçına zorla çıkardılar. ama vahap topa ayağını sürmedi doğru dürüst... bu da, fırtına kopardı. sonunda kopan ise, vahapla racing arasındaki bağlar oldu. racing, fransa’ya vahap’sız döndü.
* * *
vahap, 1936 olimpiyatları öncesinde büyük form göstermişti. hele izmir'in yetiştirdiği diğer iki yıldız, sait ve fuat'la kurdukları üç orta türk futbolünün unutulmayacak bir çağını yaratmıştı. meselâ avusturya'nın fırtına takımı first vienna, istanbul ve izmir karmaları önünde coşarken, izmir'in «sait - vahap - fuat» üç ortası karşısında sönüvermişti. fuat ve sait'in gollerine biri kafa, öteki nefis sutla iki gol ekleyen vahap, izmir'in viyanalıları 4-1 yenmesini sağlamıştı. bu üstün form'a rağmen, vahap 1936 berlin olimpiyatlarına götürülmedi. o günlerin dedikodusu gerçekten garipti:hitler siyah ırktan hoşlanmadığı için vahap’ın milli kadrodan çıkarıldığı söylenip durmuştu.
* * *
1936’da tekrar racing'e giden özaltay, fransa’da bir yıl daha oynamıştı. ancak fransızlar, takımlardaki yabancı oyuncu sayısını azaltıyor, üçten ikiye, ikiden de bire indiriyorlardı. buna rağmen, racing’deki tek yabancı da, türk vahap’tı. bir başka yabancı alabilmek için, vahap’a fransız uyruğuna geçmesini teklif ettiler. vahap, «ben vatan haini olamam» dedi ve racing'i bırakıp kesin olarak yurda döndü.