not : ismin yanındaki rakkam o oyuncunun millî takımda kaçıncı oyunu olduğunu gösterir.
çok yağmurlu ve rüzgârlı bir havada başlayan oyunun ilk devresinde ikisi bariz ofsayt olmak üzere üç gol yiyen takımımız haftayıı 3-0 mağlûp bitirdi.
ikinci devrede rüzgâr dindi. takımımız ilk devrede çeklerin istifade ettikleri bu avantajdan mahrum olarak oyuna başladı. bekirin şahsî gayreti ile attığı bir golle vaziyet (3-1) oldu. zeki, bekir, alâettin ve m. leblebinin kaçırdıkları muhakkak birer sayıdan sonra çekler iki gol daha attılar. maçın sonuna doğru bekir'e yapılan bir penaltıdan takımımız ikinci golünü bu meşhur oyuncumuzun ayağından kazandı. maç da az sonra bitti.
iştirak ettiğimiz bu ilk olimpiyat oyunları futbol turnuvasından (5-2) mağlûp çıkıyorduk.
futbolcularımız bilhassa ikinci devrede fevkalâde bir oyun çıkarmışlardır.
takımımızın antrenörü billy hunter : "nedim fevkalâde oynamış, cafer, nihat, zeki ve alâeddin en iyi oyuncularımız olmuşlardır. çocuklar bu ilk mühim maçın tesiri altında birinci devrede bocalamışlar fakat ikinci devre rakipleri kadar düzgün ve güzel oynamışlardır. şanslı olsaydık maçı kazanabilirdik" demiştir.
dip not: maç anlatımları 1949 yılına ait olduğundan kitaptaki anlatım aynen buraya aktarılmıştır.
dip not2: kadrolarda bazen 11den fazla futbolcu ya da aynı futbolcunun 2 kere yazıldığını görebilirsiniz. aynı oyuncular maç içinde mevki değiştirdiklerini, 11den fazla oyuncularda oyuna sonradan girdiklerini göstermektedir.
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
sait çelebi (hazırlayan: m. sabri koz)'un "ilk yıldızlar ilk hatıralar" başlıklı yazısından;
fenerbahçe kulübü'nden ismet bey
ismet bey cılız ve zayıf, hastalıklı vücuduna ve saatini tehdid eden fazla yorgunluğa rağmen spora ve bilhassa futbola nasıl devam ettiğini anlatıyor. ne sıhhati, ne ailesi, ne mektebi onu bu tatlı zevkten men edememiştir.
geniş göğsü, cakalı yürüyüşü, fiyakalı selâmlarıyla her hafta spor çayırlarında gördüğümüz bu sevimli sporcumuzun olimpiyata gideceği şu haftalarda hatıratını dinlemek, herhalde karilerimizi fazla alâkadar edecektir. ismet bey hatıratını şu suretle naklediyor:
"çocukluk ve gençlik devirlerinde, bilerek bilmeyerek, spor nâmını verdiğimiz şeylerin peşinde koşmak ve uğraşmakla dolu hayatımızı birkaç sahifede ihtisar [özetleme] şüphesiz benim için pek güç olacak.
şimdiye kadar sporlardan memleketimizde yapılması mümkün, hattâ müşkil olanların bile, hemen hepsiyle uğraştım. bunlardan futbol, hokey, tenis, boks, güreş sporlarıyla ve nihayet denizcilik ile meşgul oldum. fakat bugün benden yalnız futbol hatıratım isteniyor. futbol ki sevdiğim sporların ikincisi sayılabilir. 326 [1910] senesinde henüz dokuz yaşında iken bu sporun ne olduğunu bilmeyerek başlamış, fakat bir sene sonra osmanlı ittihat mektepleri'nde bunun peşinde epeyce yorulmuş idim. o vakit ben ne oynadığını bilmeyen bir zümrenin nâmdâr [ünlü] kalecisi bulunuyordum. o zamanki oynadığımız futbolun faidesi alîl [sakat, hasta], cılız, neşv ü nemasını ikmal etmemiş [gelişmesini tamamlamamış] vücutlarımızı biraz daha hırpalamak, biraz daha ezmekten ibaretti. ve buna futbol ismini vermek bir hata olurdu. nitekim bunu bir sene sonra fenerbahçeli mustafa bey'in hakemliğiyle oynadığımız bir oyunda anlamıştık. mustafa bey mütemadiyen düdüğünü öttürüyor, 'faul', 'ofsayd' gibi kelimelerle 'taç' ve 'aut'dan başka bir şey bilmeyen bizleri bîzâr ediyordu. işte ben on iki sene evvel böyle başlamıştım. kadıköy nümûne mektebi'ne esnâ-yı naklimde [naklim sırasında] orada kıymetli futbolcu bulmuştum ve hemen mektebin ikinci timinde müdafaa mevkiine idhal edildim [katıldım]. bir kere de fener'e karşı yaptığımız bir maçta -beğenildiğimden olacak- ağabeyimin arkadaşlarından mustafa bey'in delaletiyle [kılavuzluğuyla, yardımıyla] galatasaray'a kaydedilerek üçüncü ve dördüncü timlerde oynamaya başladım. şimdiye kadar oynadığımız oyunlarda futbolu spor olarak yapmadığımız tabiî idi. çünkü küçücük boyumuz, incecik boynumuz ile her gün güneşin en hararetli zamanlarında pek çok saatlerimizi top peşinde geçiriyorduk.
bu fena itiyâd [alışkanlık] beni o hâle koymuştu ki herkes teverrüm ederek [vereme yakalanarak] ve fat eden pederime benim de iltihak edeceğimde [katılacağımda] müttefik idiler [anlaşmışlardı]. mamafih bu esnada ben bu alîl vücudumla futbol sahasında mütemadiyen terakki ediyordum. 0 kadar ki, meşhur oberle ile celâllerle aynı timde oynamaya başlamıştım. bu vaziyet, spor sahasında yegâne küçük bir çocuk olan bana büyük bir zevk ve gurur veriyordu.
beni tanıyanlar pek hâlâ bilirler ki, 331 [1915] senesinde birinci timlere dahil olduğum zaman ancak 14 yaşında bulunuyordum.
65 kiloluk sikletim, 66 santimlik göğsümle ilk oyuna girdiğim gün oberle şaşırmış, timin kaptanını çağırarak bu küçük çocuğun ne maksatla time idhal edildiğini [katıldığını] sormuştu. fakat maçın akabinde [bitiminde] hayretle yanıma sokularak daima benim için kullandığı 'le petit' ünvanıyla sırtımı okşamış, bana her zaman neşv ü nema için verdiği nasihatlerine başlamıştı.
o sene ben bu küçücük vücudumla çok terakki etmiştim. sene sonunda şampiyon çıkan altınordu'ya karşı kulübün yaptığı muhtelit [karma] time bizden de oberle ve timin kaptanıyla birlikte ben dahil oluyordum. hattâ küçüklere itiraz eden anadolu kulübü time oyuncu vermemişti. o zaman maça girerken, eski oyuncu olan bir rakibin kenardan 'ben ismet'in topa vurduğu kadar maça girdim' dediğini ben işitmiştim.
hiç şüphe yok ki bu, benim yerini zabt ettiğim bir muavindi, belki hakkı da vardı. fakat kuvvet[l]i bir genç olan o zamanki altınordu'nun solaçığı karşısında zayıf vücudumla oynadığım oyun herkesin nazar-ı takdirini celb etmişti [övgüsünü kazanmıştı]. halbuki bu kadar yorgunluğa vücut zafiyeti [zayıflığı] de tahammül edemiyordu. nitekim ertesi sene adım atamayacak bir hâle geldim. o zaman böyle olmakla beraber bu çıkmaz yoldan dönemiyordum. bu esnada kadıköy sultanîsi'nde zafiyetim dolayısıyle futboldan men edilmiş ve müdîriyetçe de beni kontrol için tenbihât-ı lâzımede [gerekli uyarılarda] bulunulmuş idi.
filvaki [gerçi] müdürün bunda hakkı vardı. çünkü ben deri ve kemikten mürekkeb bir ucube [garip yaratık] kalmıştım. o esnadaki ebadımı [boyutlarımı, ölçülerimi] şuraya kaydediyorum:
sene 332 [1916] - baş 15 - sıklet 42 kilo. boy 1,48, boyun 30, göğüs 66, kol 19, bazu 21,5, bel 56, baldır 32 santim idi.
her sene kaydeylediğim ebâd cedvelinin teşrîn-i evvelindeki [1916 ekim-kasım] sahifesi işte bu suretle kapanmıştı. üç sene her gün böyle biraz daha ezilerek, kaybederek geçti. bu esnada mekteb-i tıbbiye-i şahaneye [tıp fakültesi] kabul edilmiştim. muayene-i sıhhiyede [sağlık muayenesinde] echeze ve azamın [organlarımın] tamamen mükemmel olduğu bilmuayene [muayene ile] sabit oldu. bununla beraber 49 kilo sıkletli, 76 santim göğüslü, 32 santim kollu, zayıf kavruk bir çocuktum. kavruk bir çocuktum. baz, kimselere olduğu gibi, asker ocağı bana da yaradı. ananeye [geleneğe] fevkalâde riayetkar olan bu mektepte bilhassa o zamanlarda hak daima sınıf arkadaşlar, arasında kuvvette görülüyordu. tabiatın bana verdiği asabı [sinirli], hadîd [hiddetli], haşîn [sert] etvârım [tavırlarım] netîcesi bu mektepte çok belâlara maruz kalıyor ve eziliyordum. artık çocukluktan çıkmış, darülfünun talebesi [üniversite öğrencisi] olmuştum. spor hakkında bir fikir edinmeye başladığımdan çalışmanın tarzını değiştirerek muntazam [düzenli] bir şekle soktum. 46 kiloluk sıkletimle jimnastik yaptığım gün herkes 'karga kadar vücuduyla jimnastik yapıyor' diye benimle istihza [alay] ediyordu. çünkü orada jimnastik yapma hakkı olanlar kuvvetli, iri vücutlulardı. buna rağmen ben azimkârâne tam iki sene çalıştım. iki sene sonra etrafımda alaylar istihzalar yerine hayretler takdîrler görünmeye başladı. bu zamana kadar ağabeyimin o kulüpte bulunması dolayısıyle galatasaray'da oynuyordum. bu kulübü cidden severdim. harp senelerinde galatasaray'ın şâyân-ı hürmet [saygıdeğer] azaları [üyeleri] vatanı müdafaaya koştuğundan kulüp birtakım spor ruhu taşımayan şahsiyetlerin elinde kalmıştı. ve nihayet sporculuğun kıymetdâr bir uzvu olan muhterem reisi ali sâmî bey bile gücendirilerek istifa ettirildiğinden kulüp bütün bütün çığrından çıkmıştı.
bu hal karşısında biraderim istifa eylediği gibi ben de kulüple olan alâkamı kat' ederek [ilgimi keserek] ilk defa ve resmen fenerbahçe kulübü'ne dâhil oldum. bu esnalarda sporu daha iyi anlamaya ve daha esaslı çalışmaya başladım. oyunlardan sonra su-i istimallerden kaçındım. gıdanın derece-i ehemmiyetini idrâk ettiğimden terli terli dört bardak su ve iki lokma ekmeğin o zamana kadar bendeki tesîr-i tahribkârîsini [yıkıcı etkilerini] hissediyordum. ne çâre ki pek geçti.
vücudum kuvvet'endikçe futbolda da elzem olan mukavemet ve sür'at hassalarını [dayanıklılık ve hız özelliklerini] kazanmaya başlıyordum. fakat bu esnada boks. daha ziyâde inhimakimi mucib oldu [düşkünlüğüme yol açtı] ve futbolda benim için bir devre-i tevakkuf [durgunluk dönemi] başladı. birkaç sene evvel galatasaray'ın avrupa turnesi ne iştirakim futbolun terakki ettiği bu memleketlerde ne suretle çalışıldığın, daha yakından görmeye sebep olduğundan futbolu daha iyi anlamaya başladım. o zaman fikrim şu noktada toplanmıştı: futbola esasi, olarak çalışırsa iyi. samîmî ve güzel bir spor... yoksa vücudu bilhassa gençleri tahrip etmek için pek fena bir yol ve en müdhiş bir vasıta.
o zamandan beri istanbul'da birçok ecnebi takımlar ile çarpışırdık. ve bunlar bize çok istifâdeler bahşetti [sundu]. şimdi artık muktedir bir muallimin idaresinde milletimizi temsil etmek üzre paris olimpiyatı'na hazırlanıyoruz. ümit ederiz ki türkler paris'teki kolomb stadı'nda dünyanın şampiyonluğuna namzet [aday] çekoslovaklara karşı mağlub olsa bile büyük bir muvaffakiyet temin edecektir. ve bütün gayem orada milletim için iyi bir oyun oynamaktır..."
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
sait çelebi (hazırlayan: m. sabri koz)'un "ilk yıldızlar ilk hatıralar" başlıklı yazısından;
fenerbahçe solaçığı bedri bey...
türklerin de 1924 olimpiyatı'na iştirak etmeleri takarrür etmiş [kararlaştırılmış] ve bir türk futbol grubu ihzar edip [hazırlayıp] millî takımı meydana çıkarması için bir antrenör ihtiyaç hissedilmişti.
çok geçmedi günün birinde mister hunter nâmında bir ingiliz futbol antrenörü eskişehir'de seçme müsabakalarında hazır bulundu. hunter'in ilk nazarında takdirini celb edip beğendiği oyuncular meyânında [arasında] ben de vardım.
bir zaman geldi ki, paris olimpiyatı'na iştirak etmek üzre yola çıkan türk futbolcuları meyânında ben de bulunuyordum.
paris'te çekoslavalara karşı çıkan türk timinde solaçık olarak oynadım. o gün diğer ekser arkadaşlarım gibi beklenilen oyunumu oynayamadım. o gün zaten bir iki kişi müstesna kimse muvaffak olamadı. bunun en büyük sebebi ise aylar geçtiği halde büyük ve heyecanlı bir maçtan uzak ve yabancı kalmamızdır. yoksa o gün karşımıza ihtiyat [yedek] oyuncusu ile çıkan çek takımını mağlup etmemiz pek de uzak bir hayal değildi.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
devlet ilk kez spora doğrudan yardım ediyor
idman cemiyetleri ittifakı başkanı ali sami bey ile uluslararası olimpiyat komitesinin türkiye temsilcisi selim sırrı (tarcan) bey, türkiye cumhuriyeti'nin 1924 paris olimpiyatlarına katılmasının, bu genç ülkenin yepyeni bir imajla dünyaya tanıtılması açısından çok iyi olacağı düşüncesindeydiler. gerçi osmanlı devleti, birkaç sporcu ile de olsa, 1912 yılında stockholm'de yapılan olimpiyat oyunlarına katılmıştı. osmanlı adına olimpiyat oyunları'na ilk kez katılan sporcular vahram papazyan ve mıgır mıgıryan'dı. 1924 olimpiyat oyunları öncesinde ise amaç, mümkün olduğu kadar çok spor branşında oyunlara katılmak ve türklerin modern sporlarda gelişmiş ülkelerin sporcularından aşağı olmadıklarını göstermekti.
işte bu anlayış ve beklenti ile, dönemin zor ekonomik koşullan içinde, -önceki bölümün sonunda değindiğimiz gibi-, devlet kasasından idman cemiyetleri ittifakı'na 17 bin lira aktarılmıştı. sonra, on bin liralık bir ödenek daha çıkarılacak, bu paranın da yeterli olmaması üzerine, milli eğitim bakanlığının tahsisatından iki bin lira daha idman cemiyetler ittifakı'nın kullanımına verilecekti. oyunlar için ayrılan bu hatırı sayılır bütçeyle, özellikle en çok önem verilen üç ana branşta yurt dışından hoca getirilmesine karar verilmişti. bu kapsamda, atletizm hocası olarak amerikalı mr. robin, güreş için macar raol peter ve futbol için daha sonraki yıllarda galatasaray ile birlikte türk futbolunun bir dönemine damgasını vuracak olan iskoç billy hunter göreve getirilmişti. sporcu seçiminde, ağırlıklı olarak istanbul'daki sporculardan yararlanılmışsa da, ülkenin diğer kentlerinden gelen sporcular için seçme müsabakaları düzenlenmişti. atletler ile futbolcular için kadıköy'deki union club sahası, güreşçiler için de taksim stadı'ndaki boks salonu kiralanmıştı.
3 mayıs ile 27 temmuz tarihleri arasında oldukça uzun bir zaman dilimine yayılan olimpiyat oyunlan'na türkiye iki ayrı kafile hâlinde gitmişti. henüz kılık kıyafete ilişkin devrim kanunları yokken, türk sporcular onları geleneksel kıyafetler içinde görmeyi bekleyen batı kamuoyunun karşısına modern kıyafetlerle çıkmışlardı. dönemin gazetelerinde de, türkiye'nin olimpiyat oyunlarında sportif açıdan ne yapabileceğinden ziyade bu yeni batılı imajı üzerinde durulmuştu.
1924 paris olimpiyat oyunları türk sporcuların uluslararası deneyimlerini artırmalarını sağlamaktan öteye gidememişti. turnuvaya billy hunter gibi bir profesyonelin yönetiminde kısa bir sürede hazırlanan milli futbol takımı ise, ilk maçta karşısına çıkan dönemin en güçlü takımlarından çekoslovakya'yla başa baş bir mücadele çıkarmışsa da, sahadan 5-2'lik bir mağlubiyetle ayrılarak elenmekten kurtulamamıştı.
ilk basımı 2012 yılında cem zamur'un "onun gibisi gelmedi: memleket futbolundan portreler" kitabından;
gökler hakimi ibrahim kelle
(...)
altınordu'da yıldızı bir anda parlamış ve milli takım kadrosuna çağrılmıştı. bununla beraber oynanan ilk milli maçta altınordulu ibrahim olarak kadroda yer almıştı. arkasından 1924 paris olimpiyatlarına katılan milli kadroya çağırıldı. milli takım'ın ilk yurtdışı deneyimi olimpiyatlar'daki çekoslovakya maçıydı. o, 5-2 kaybedilen bu maçta yer almadı, fakat olimpiyatlar'a bambaşka bir anlamda damgasını vuracaktı. federasyon o dönemde olimpiyatlar'a hazırlaması için milli takım'ın başına iskoç billy hunter'ı getirmişti. paris'e varıldığında kafile olimpiyat köyüne yerleşmişti. olimpiyat köyünde yapılan çalışmalarda turnuvaya katılan dünya futbolcuları arasında düzenlenen bir yarışmaya kelle ibrahim de katılmıştı. ilk önce antrenörü billy hunter'la karşılıklı olarak topu yere düşürmeden 250 kafa pası yapmış, bireysel yarışmada ise tek başına topu düşürmeden 163 kez kafasında sektirerek rekor kırmıştı. olayın esas ilginç yanı ise bu yarışmaları seyreden uruguaylı yöneticilerin kelle ibrahim'den ricası olur. teknik olarak üst düzeyde olan uruguaylı futbolcular ayaklarına ne kadar hâkimseler, hava toplarına o derecede uzaklardır. yöneticileri kelle ibrahim'den, oyuncularına kafa vuruşu antrenmanı yaptırmasını istemişlerdir! böylece ibrahim (hem de futbolcu olarak katıldığı bir turnuvada) uruguay takımı'nı çalışarmaya başlamış; ama daha ilk antrenmanda oyuncuların ağzı bir karış açık kalmış, çünkü kafası üzerinde topu düşürmeden bir kaleden öbürüne götürmüş ve "şimdi sıra sizde," demiş. sonuçta dersini iyi çalışan uruguay takımı ayaklan kadar olmasa da kafalarını da çalıştırıp andrade, arispe, casella, cea, chiappara, etchegoyen, ghierra, petrone, scarone, urdinaran ve zingone'li kadrosuyla olimpiyat şampiyonu olunca, uruguaylı yöneticiler kelle ibrahim'e bir teşekkür belgesi vermişlerdir. bu başarısının ardından 1934'te soyadı kanunu çıktığında, başka isim aramasına gerek kalmadan soyadına kavuşmuştur: "kelle".
1923-1965... 42 yıllık hatıra slavya... çek millî takımı ve...
türk futbolunun hocası çek'leridi...
halûk san
bundan 43 yıl önce ilk defa karşılaştığımız bugünkü rakiplerimiz çekoslovakya, modem türk futbolunun ilk hocası sayılmaktadır. 1923 yılında istanbul'a gelen orta avrupa’nın en kudretli onbiri slavya galatasaray ve altınordu'yu 7 - 0, fenerbahçeyi 10 - 1 ve üç takım karmasını da 7 - 3 mağlûp etmişti. bu maçlardan sonradır ki, futbolcularımız çek takımının tesiri altında kalmış ve modern futbol memleketimize yerleşmeğe başlamıştır.
slavya maçlarından tam bir yıl sonra paris olimpiyat oyunlarında futbol milli takımımıza rakip olarak o zamanlar avrupa’nın en namlı milletlerinden biri olan hocalarımız çek'lerin çıkması bayii enteresan bir olaydı. başa-baş bir oyun çıkaran milli takımımız paris’teki maçın ilk devresinde heyecandan ve rüzgâr altına dürmenin verdiği bir duraklamadan üç gol yemiş, ikinci yarıdaki üstü oyunumuza rağmen ezilmeden sahadan çek’lere 5-2 mağlûp ayrılmışlardı.
mehmet yüce'nin, "idmancı ruhlar: futbol tarihimizin klasik devreleri: 1923-1952, türkiye futbol tarihi - ikinci cilt" kitabından;
türkiye’nin futbolda katıldığı ilk olimpiyat olmasa da en itinâyla hazırlandığı ve ümitli olduğu olimpiyat 1924’te tertip edilen paris olimpiyat oyunları’dır.
1924 türkiye futbol birinciliği müsabakaları futbol tarihimizi anlatan birçok kaynakta eskişehir’de yapıldı diye yazar. halbuki yukarıda bu turnuvanın ankara istiklâl sahası’nda icrâ edildiğini gördük. ( http://www.macanilari.com...hriye-192419247001--.html) bana göre futbol tarihi kaynaklarımız mezkûr turnuva ile eskişehir’de icrâ edilen milli takım seçme müsabakalarını karıştırıyor. 1924 paris olimpiyat oyunları için milli takım oyuncularını seçmek üzere antrenör william (billy) hunter tarafından eskişehir’de tertiplenen müsabakaları aşağıya yazıyorum:
paris olimpiyat oyunlarına seçme müsabakaları (eskişehir müsabakaları)
tarih...saat...takıml...sonuç...takım2
21 mart 1924 - 10:00 - istanbul muhteliti - 6-0 - eskişehir muhteliti 21 mart 1924 - 16:00 - istanbul muhteliti - 4-0 - ankara muhteliti 22 mart 1924 - - istanbul muhteliti - 3-1 - izmir muhteliti
milli takım paris’e, iskoç billy hunter’ın azimli çalışmaları neticesinde oldukça idmanlı bir surette hazırlanmıştı. mayıs ayının başlarında kuralar da çekildi. kura, matbûat âlemimizde talihsizlik olarak yorumlandı.
çekoslovaklara karşı türkler
“geçen hafta paris’te çekilen kurada futbolda talih, çekoslovaklara karşı türkleri çıkardı. 25 mayıs’ta icra edilecek bu müsabaka hiç şüphesiz bizim için pek ehemmiyetlidir. 23 millet arasında en kuvvetlilerine isabet etmişiz,..”
maç günü geldi çattı. istanbul spor matbuatı paris’te yerini aldı. mısırlıların da haberlerini ihmâl etmeyerek paris’ten en son haberleri verdiler okuyucularına...
türkler-çekoslovaklar
“talihin mağdurlarından olan bizler maçımızı görmeden iki gün evvel mısırlılar ile fransızları seyretmeye gitmiştik. stad dö paris’te (stade de paris) cereyan eden bu müsabakada mısırlılar büyük bir faikiyetle hasımlarını mağlup etmişlerdir. nihayet bizim maç günü yaklaştı. bir gece önce hepimizde heyecan hâkim... her gördüğümüz, her okuduğumuz türklerin pek fena bir netice ile mağlup olacağını bildiriyordu.
herhalde idmancılar gibi benim de gecem pek iyi geçmedi. ertesi sabah ispanya - italya maçını görmek için kolomb stadına (stade de colombes) binlerce meraklıyı taşıyan otokarların birinde ben de yer bularak gittim. futbolcularda fazla heyecan vardı. herkes pek suni olarak müsabaka ile alâkadar olmadığını hissettirmeye çalışıyor ise de vaziyetler sahte idi.
nihayet müsabaka saatlerine yaklaşıyorduk. meraklı akını bütün kolomb’a gelirken, biz stad berjer (stade bergeyre)’e gidiyorduk. bu stadın uzun çayırlı pisti futbolcularımızın pek de lehinde değildi. spor bilen, bilmeyen bütün türkler stadın muhtelif mevkilerine sıralanmışlar ve bunların etrafını da istanbul’un yadigârları rum, ermeni ve museviler almışlardı...”
muazzam yağmur altında türklerin, rumlann, ermenilerin ve musevilerin desteklediği milli takım, ilk partiyi biraz da şaşkınlıktan olsa gerek ikisi ofsayttan olmak üzere üç gol yiyerek tamamladı. ikinci parti faikiyet bizim takımdaydı. maneviyatı düzelen idmancılarımız bekir’in dört kişiyi geçerek yaptığı golle coşuyor lâkin çeklerin yine biri ofsayttan olmak üzere attığı iki golle ümidi kırılıyordu. talihsiz oyuncularımızı halk alkışlarken ve maç böyle bitecek zannedilirken, bekir yine harikalar yaratarak çek muavin ve müdafilerini yarıyor ve bu akma mani olamayan çek müdafaası penaltıya sebebiyet veriyordu. milli takım ilk resmi müsabakasından ikiye karşı beş golle mağlup ayrıldı. dünya meşhurları çekoslovaklardan belki beş gol yedik ama avrupa’da büyülü bir futbol oynayan ve herkesi hayran bırakan bekir de iki gol sıkıştırıverdi meşhurların kalesine...
türkiye idman mecmuası ise çeklerin bizim oyunumuz karşısında şaşırdığını ve “takımımızın muvaffakiyetli bir mağlubiyeti ile neticelenen bu müsabakanın, beynelmilel bir sahada aldığı şerefli bir mağlubiyetidir” diyordu. yani sizin anlayacağınız, futbol tarihimizin şerefli mağlubiyetleri çekoslovakya müsabakası ile başladı.
mehmet yüce'nin, "idmancı ruhlar: futbol tarihimizin klasik devreleri: 1923-1952, türkiye futbol tarihi - ikinci cilt" kitabından;
böylece 1923-24 sezonunun sonuna yaklaştık. sadece milli takımın paris'ten sonra çıktığı bol dedikodulu ''şimâl turnesi'' kaldı. bu müsabakaların detaylarına girmeden neticelerini vermekle yetineceğim. içlerinde daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış, milli takımın türk muhteliti namıyla çıktığı bazı enteresan maçlar da var.
paris ve şimâl-i avrupa turnesinde milli takım ve türk muhteliti'nin müsabakaları