ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
yaşayan bendeki didi
brezilya'nın unutulması zor oyuncularından didi'nin, fifa'nın bir değerlendirme ve arşiv toplantısında türk futbolu için söylediği şeyler samimi bir içtenliğin brüksel'den ülkemiz üstüne sallanan elleridir. valdir pereria didi'nin "türk futbolu yakında brezilya olacak" sözü bizi yakından tanıyan ve çok seven bir stat efsanesinin görüşüdür. fenerbahçe'nin bugünkü durumuna çok üzüldüğünü ve özellikleri sebebiyle sarı - lacivertli camianın çabuk toparlanacağını belirten brezilyalı futbol adamının türkler için "akrabam" kelimesi beni eski hatıralara götürdü.
1972 - 1975 yılları arasında fenerbahçe'de çalışıp, sarı - lacivertli takımı ligde üst üste iki defa şampiyon yapan brezilyalı teknik adam, insanın dünyaya bir kereden fazla geldiğini iddia eden görüşten yana olduğunu belirtir, örf, yemek ve adetleriyle "brezilya'dan önce türkiye'de doğup yaşayıp öldüm. kabil olsa da bana türkiye'yi dolaştırsanız, doğduğum evi sizlere gösteririm" derdi.
futbolda hiçbir diploması olmayan bir ümmi idi didi...
ama futbol oyunu iliklerinden hiç çıkmamacasına vücuduna öyle işlemişti ki, futbolu çok çabuk ve ayağa pas olarak makina gibi oynayan, stopun ve driplingin her çeşidini yapan, şutları her noktadan kaleye gönderen, santrfor osman'ı neden sonra frikik kralı yapan yenilmez bir fenerbahçe yaratmıştır öylesine şampiyonluğa şartlanan bir takım ortaya koymuştu ki didi, hoca daha uzun süre kalsa takımının başında, fenerbahçe dördüncü hatta beşinci şampiyonluğunu o tarihte yakalayabilirdi. ama üçüncü yılında emin cankurtaran ligin ikinci yarısında didi'yi ülkesine gönderip gegiç'i antrenör yapınca bu rekor rüya sona erdi. fenerbahçe o zaman, hiçbir galatasaray maçını kaybetmeyecek bir moral ve oyun düzenine gelmiş ve futbolcular bu ezeli rekabet oyununa en yeni elbiselerini giyerek bir bayrama çıkar gibi fırlamışlardır santraya... o derece özgüvenli ve kaybedeceklerini hiçbir saniye bile düşünmeden... didi soyunma odasında her oyuncuyu duşa sokar onlarla değişik konuşur fazla heyecanlı fuat ve ziya'ya da yüksük kadehi ile birer viski içirirdi.
o fenerbahçe teknik direktörü, ben gazeteci olarak günün her saatinde idman seyahat ve maç birlikte olur, tercüman berç'ten çok karşısında beni görürdü. tercüman'da çalışırken "fenerbahçe'den önce didi ve teknik direktörlük" isimli bir yazı dizisi kaleme almış ve hocanın dünyanın en kötü iklimli ülkesine gidişini şöyle anlatmıştım. "kuşlar, peru'ya ölmek için uçar." didi bu tefrikayı tercüme ettirdikten sonra benle karşılaştığında her keresinde şahsıma "poeta - şair" yakıştırmasını yapardı.
bir adana seyahatinde rahmetli osman karatop'un davetlisi olarak bir gece kulübündeyiz. etrafta yığınla meraklı ve didi hayranı adam var. didinin birkaç laf söylemesi için bir alkış kopar. didi sahneye çıkar. fakat berç tercüme için yerinden kıpırdamaz. didi bana işaret eder, kalkar yanına giderim.
didi konuşur, ben tercüme ederim. adanalı alkışlar. hele ertesi günkü maç için "her şey çok sıcak burada. dostluk, güleç insanlar, adana demirspor ve saha" deyince gece kulübü, miting meydanlarının halini alır. hiçbir adanalı'nın "bu islam, ingilizce, fransızca veya almanca bilebilir ama, portekizceyi nasıl öğrenmiş " diye düşünmemesine ben ne diyebilirim ki o zaman...