not : ismin yanındaki rakkam o oyuncunun millî takımda kaçıncı oyunu olduğunu gösterir.
oyuna rüzgâr altında başladık. iki taraf ta gelişi güzel oynuyor. 7. nci dakikada yaptığımız bir akında bulgarlar vahabı onsekiz çizgisi üzerinde faulle durdurdular. verilen frikiki fikret güzel bir şutla kaleye yolladı. topa yetişen eşref takımımızın ilk sayısını rakip ağlarına taktı. bu gol bulgarları kamçıladı. hemen karşı hücuma geçtiler. mukabelede gecikmedik. eğer sağ iç ve sağ açığımız biraz iyi oynasalar yerleştiğöiz bulgar yarım sahasında netice alabileceğiz. yirminci dakikada necdet çıktı, yerine leblebi girdi. devre bittiği zaman (1-0) galibiz.
ikinci devre başlar başlamaz bulgarların yaptıkları tehlikeli bir akınını ancak kornerle kurtarabildik. biraz sonra yaptığımız bir akında muzafferin attığı güzel bir golü hakem ofsayt olmadığı halde, ofsayt diye kabul etmedi. bu devrede oyun çok hızlı oynanıyor. rakip akınlarından birinde bulgar sağaçığı beraberlik gollerini atmağa muvaffak oldu. dakika 6. iki dakika sonra selâheddin uzak mesafeden attığı bir şutla ikinci sayımızı yaptı. bulgarların bir akınını yine kornerle durdurduk. kornerden gelen topa atılan şut beklerden birinin koluna çarptı. hakem bu gayri kasti hareketi penaltı ile cezalandırdı. bulgarların ikinci golü. az sonra yine kornerden gelen bir topla üçüncü gollerini de attılar. oyun bir sayı farkla ve maglûbiyetimizle neticelendi. hakem maçı daha fena ve tarafkirane idare edemezdi.
dip not: maç anlatımları 1949 yılına ait olduğundan kitaptaki anlatım aynen buraya aktarılmıştır.
dip not2: kadrolarda bazen 11den fazla futbolcu ya da aynı futbolcunun 2 kere yazıldığını görebilirsiniz. aynı oyuncular maç içinde mevki değiştirdiklerini, 11den fazla oyuncularda oyuna sonradan girdiklerini göstermektedir.
öldüğü zaman, cebinde 375 kuruş çıktı. 33 yıl önce türk sınırından çıktığı zaman da, cebinde sadece 2 ingiliz lirası vardı. paris’te racing kulübü kapısından girdiğinde ise, o 2 ingiliz lirası bile yokta cebinde...
ve sonra bu adam, türkiye’nin ilk profesyonel futbolcusu, evet, futbolü para için oynayan ilk türk olarak spor tarihimize geçiyordu.
yakın arkadaşlarının deyimiyle «futbol, onu aç öldürmüştü». doyurmamış, yaşatmamıştı. fakat o, günüyle, gecesiyle, ömrü boyunca futbol için yaşamıştı. türkiye’de meşin top kovalandıkça da, gönüllerde, hâtıralarda yaşayacaktı.
işte biz de, türk futbolünün ölmezleri arasında yer alan vahap özaltay'ın renkli hayat hikâyesinden bâzı sahneler sunmakla, hem aziz hâtırasını bir daha anmak, hem de kendisini yeni kuşaklara gereği gibi tanıtmak amacındayız...
11 ocak 1932 pazartesi akşamı saat 19.40 da sirkeci'den kalkan trende çikolata tenli türk futbolcusu da vardı.
vahap, ingiltere'ye, hem de g günlerin en ünlü takımı arsenal'de futbol oynamağa gidiyordu. garda kendisini uğurlayanlardan «olimpiyat» dergisi muhabirine «evet, demişti, londra'ya arsenal'e gidiyorum. henüz bir anlaşmam yok. ama ümitliyim... »
ve ümitlerle dolu, trene binmişti seviniyor, yerinde duramı yordu. «oğlum vahap, avrupa'ya gidiyorsun... arsenal'e... rüyaların hakikat olacak...»
lokomotif kilometreleri yutuyordu bir yandan... birden kompartımanlardan bir ses duyuldu «uzunköprü... uzunköprü...»
az sonra, sarmalı, kordonlu -vahap'ın deyimiyle- «romanya generallerine benzer üniformalı» bir gümrük memuru gelmiş ve «üzerinde para var mı?» demişti. vahap garipsedi bu soruya: «dostum, cevabını verdi, cebinde paran olmayan avrupa'ya seyahateçıkar mı?» bu cevap, tuzluya oturacaktı vahap'a... «müsaadesiz ecnebi parası çıkârmak yasaktır» diyen memur. vahap’ın bütün parasını gümrükte alıkoyacaktı.
* * *
ilerleyen yol, vahap’ın ümidini arttırmıştı. mendil cebinde. gümrükte söylemeyi unuttuğu 2 ingiliz lirası buluvermişti. tren bileti calsis’ye kadar olduğundan, «eh, diyordu vahap, bu 2 ingilizle ekmek» yer, su içer, idare ederim.» bu sırada karşısında bir yolcu binmişti. bir italyan.. acaba italyan yol arkadaşı yardım eder miydi? belki de onun yolluğundan faydalanır, karnını rahatça doyururdu. vahap bu düşünceler içinde, sadece 2 sterling olduğunu söyler söylemez, italyan kompartıman arkadaşı, «ah, dedi rica etsem.... bende hiç para yok!.. milano'ya kadar yiyeceğinize ortak olsam!.» 2 ingiliz'e bir italyan ortak çıkmıştı.
* * *
vahap, manş’ı görüşünü «top» dergisinde söyle anlatmıştı: «...manş'ı gürünce, bizim gazetelerde manş’ı geçen yüzücülere ait haberleri hatırladım. bunları okudukça, hani biz de yüzeriz o kadar, der geçerdik. ama bu manş, başka manş... çift uskurlu vapurlar bile manş'ın akıntılarını yarıp geçeceğim diye ne yapacağım bilmiyor.»
bir ara vapurda karsısında yolcunun koltuğunda «14» numarayı görmüştü. «13 de yakınlarda olmalı.. kim, oturuyor bu uğursuz numarada?» diye düşündü. aradı, taradı... sonunda tepesine baktı. 13 numaralı koltukta oturan, kendisinden başkası değildi.
dover'e yâni ingiliz adasına ayak bastığında ise, «13» ün uğur getirmediğini hemen anlayacaktı: ingiliz polisi sokmuyordu vahap’ı... «niye geldiniz?» demişlerdi. «futbol oynamak için..» vahap’ın bu cevebına gülmüştü polisler: «burada herkes futbol oynuyor... bunun için taa türkiye'den kalkıp gelinir mi?» vahap, o günlerde alınan bir kararla ingiliz adasında yalnız ingiliz futbolcularının oynayabileceğini, ancak sınırda öğrenmişti. «şimdi ne olacak?» diye sordu polislere, ingilizler gayet nâzikti: «sizi getiren vapur iki saat sonra fransa'ya dönecek.»
* * *
iki ingiliz lirasını da yolda italyan’la ortak tüketen vahap, böylece beş parasız paris'e gelmişti. fakat rastladığı bir türk hariciyecinin yardımıyla racing'e başvurdu. ummadığı bir anda da bu ünlü kulübün antrenmanında buldu kendini... yalnız şaşırmıştı vahap... antrenmana kilot ve altay'dan getirdiği siyah - beyaz forma ile çıktığı halde, öteki futbolcular uzun pantalon, kalın formalarla sahadaydı. «böyle napoleon kıyafetiyle futbol oynanır mı?» diye düşünen vahap, «antrenmanın eşofmanla yapıldığını» ilk defa görüyordu. evet, ilk türk profesyoneli bundan 33 yıl önce antrenmanda ilk eşofmanı giyiyordu.
bugün çoklarının «millî futbolcu» olarak tanıdığı vahap özaltay, ay - yıldızlı formayı futbol sahalarından önce atletizm pistlerinde giymişti.
1932 eylülünde izmir'de 400 metre şehir rekorunu kıran vahap, bir ay sonra da atina'da düzenlenen balkan olimpiyatlarında 4x400 türk bayrak takımında koşmuştu.
ay - yıldızlı ekibin ilk elamanı olarak yarışa başlayan özaltay, başarılı bir koşudan sonra bayrağı ikinci adamımız mehmet ali’ye (şimdi türkiye işçi partisi genel başkanı olan mehmet ali aybar'a) vermişti.
* * *
vahap, «millî atlet» ünvanını kazandıktan bir ay sonra da, milli futbol takımımızda yer aldı. 1932 kasımında taksim stadında oynanan ve 3 - 2 mağlûbiyetimizle kapanan türkiye bulgaristan milli maçında santrforumuzdu. maçtan sonra spor dergilerinde yayınlanan yazılar arasında, sadun galip’in vahap hakkındaki şu satırları dikkati çekmişti: «...vahap açıklarla oynamadı, oyunu açamadı. ama güzel hareketler yaptı. en güzeli, soldan gelen topun üstünden atlayarak sağiçe bir sayı fırsatı hazırlamasıi bir de yine sağiçe eşapelik bir pas vermesiydi. bulgar merkez muhacime tefevvuk etti.»
* * *
vahap’ın unutulmayan golerinden biri, çağının en ünlü kalecisi ispanyol zamora'yı altedişiyle doğmuştu. racing'in bilbao karmasiyle maçında sağaçığın uzattığı topa vahap, penaltı noktasında öyle bir sıçramış ve kafayı öyle vurmuştu ki... o kudretli zamora'nın uçması fayda vermemiş, top ağlara takılmıştı. fransız halkı bir ağızdan «veyap veyap» diye bağırarak stadı inletmişti o gün...
* * *
vahap'ın bir başka golü de, kendisine «ingiliz adalarında gol atan ilk türk üvanını kazandırdı. londra'daki racing - chelsea maçında fransa takımının 2-1'lik galibiyetini sağlayan golü, vahap atmıştı. chelsea'nın güçlü kalecisi woodley, vahap'ın âni atağı karşısında şaşırmış, sert bir şut beklerken, türk futbolcusunun mükemmel plâsesine şahit olmuştu. ingiliz kalecisi atladığı anda, top çoktan ağlardaydı. ingilizleri ingiltere'de yenen golün kahramanı türk vahap, paris'e dönüşünde bir kahraman olarak karşılanacaktı.
* * *
vahap, racing’e 5 bin türk lirasına transfer olmuştu. aylığı da 300 lira idi. az mı? o günlerde zeytinyağının kilosu da 25 kuruştu racing yöneticileri, vahap'a «diğer futbolculara duyurmamak kaydı ile» ayrıca ayda 200 lira kadar prim de veriyorlardı. aslında racing'de hiçbir futbolcu, ötekinin kaç para aldığını bilmiyordu.
* * *
vahap, ilk gidişinde racing'de uzun yıllar oynayacaktı. ama arada racing'in istanbul'a gelişi, işleri karıştırdı. özaltay, «türk takımına karşı oynamam» diye direndikçe, fransızlar «açıktan gol primi» vâad ediyorlardı. fenerbahçe maçına zorla çıkardılar. ama vahap topa ayağını sürmedi doğru dürüst... bu da, fırtına kopardı. sonunda kopan ise, vahapla racing arasındaki bağlar oldu. racing, fransa’ya vahap’sız döndü.
* * *
vahap, 1936 olimpiyatları öncesinde büyük form göstermişti. hele izmir'in yetiştirdiği diğer iki yıldız, sait ve fuat'la kurdukları üç orta türk futbolünün unutulmayacak bir çağını yaratmıştı. meselâ avusturya'nın fırtına takımı first vienna, istanbul ve izmir karmaları önünde coşarken, izmir'in «sait - vahap - fuat» üç ortası karşısında sönüvermişti. fuat ve sait'in gollerine biri kafa, öteki nefis sutla iki gol ekleyen vahap, izmir'in viyanalıları 4-1 yenmesini sağlamıştı. bu üstün form'a rağmen, vahap 1936 berlin olimpiyatlarına götürülmedi. o günlerin dedikodusu gerçekten garipti:hitler siyah ırktan hoşlanmadığı için vahap’ın milli kadrodan çıkarıldığı söylenip durmuştu.
* * *
1936’da tekrar racing'e giden özaltay, fransa’da bir yıl daha oynamıştı. ancak fransızlar, takımlardaki yabancı oyuncu sayısını azaltıyor, üçten ikiye, ikiden de bire indiriyorlardı. buna rağmen, racing’deki tek yabancı da, türk vahap’tı. bir başka yabancı alabilmek için, vahap’a fransız uyruğuna geçmesini teklif ettiler. vahap, «ben vatan haini olamam» dedi ve racing'i bırakıp kesin olarak yurda döndü.
vahap futbole ilkokul sıralarında başlamış, arada osmanlı devlet demiryolları takımında oynamıştı. 1924'de altay'a girdi. dört yıl sonra istanbul’a geldi ve bir sezon beşiktaş'ta yer aldı. fransa'dan ilk dönüşünden sonra gene altay formsasını giymiş, ama 1935'de «profesyonel olduğu öne sürülerek resmi maçlarda oynamasına izin verilmemişti. sonraları bu müsaade çıktı. vahap, paris'ten ikinci dönüşünde ankaragücü'ne girdi ve bir mevsimden fazla oynadı. daha sonra güneş'e geldi. 1945-46 mevsiminde de türkiye'de ilk profesyonel kulübü kurmağa teşebbüs etti. fakat teşkilat izin vermeyince, teşebbüs suya düşüverdi.
* * *
vahap öldüğünde yayınlanan bâzı biyografilerinde «beyrut'ta doğduğu» bildiriliyordu. oysa özaltay 1906‘da istanbul'da akaretlerde doğmuştu. ama «beyrut» sözü de pek asılsız değildi. kardeşi saim'in açıkladığına göre, «beyrut» meselesi 1928‘de altay’ın bir yunanistan seyahati vesilesiyle ortaya çıkmıştı. askerlik durumu dolayısıyla yurt dışına çıkmasına engel doğunca, «doğum yeri: beyrut» formülü bulunmuş ve pasaportu alıp maça gitmek uğruna istanbullu vahap beyrut'lu oluvermişti.
* * *
vahap, bilbao'ya karşı maçında bir ara ispanyol santrhafının kilotunun arka cebinden bir mendil sarktığını görmüştü. çok geçmeden mendilin yere düştüğü de, gene vahap'ın gözüne çarptı. top uzakta olduğundan hemen eğildi ve mendili alıp «senyorita» diyerek ispanyol futbolcusuna uzattı. ispanyol mendili hırsla çekmiş, bir yandan da vahap’ın yüzüne sert sert bakmıştı.
özaltay yıllar sonra bu hâtırasını naklederken, «ispanya'da erkeğe senyor dendiğini bilimiyor değildim. ama maç heyecanı içinde rakibini kadın yerine koymuştum» diyordu.
* * *
bir de paris'in colombes stadı'nda manchester city takımına karşı oynarken, ünlü ingiliz futbolcusu brook'la mücadelesi vardı vahap'ın. «müthiş bir oyuncu» diye anlatacaktı sonradan, «bizim kaleciden gelen toplara beraber çıkıyorduk, ama birini bile alamıyordum. halbuki kafa vuruşlarıma da güvenirdim. brook'un sıçradığı her topu alması, beni iyice kamçılamıştı. ne yapıp yapıp almalıydım topu. belki sekiz, dokuz defa kaptırdıktan sonra, top gene ikimizin bulunduğu yana geldi. müthiş hızla sıçradım. topa yapıştırdım kafayı. kazanmıştım. arkadaşlarımın önüne düşen düşen top, nihayet brookl'u alt ettiğimi gösteriyordu. sevinçle döndüm: «ne haber?» demeye hazırlanıyordum. bir de ne görsem: brook oturmuş, ayakkabısının çözülen bağını bağlıyor!.. meğer ben yalnız sıçradığım için alabilmişim topu...»
fransa’nm eperne şehrine maça gittikleri sırada, buranın «şampanya şehri» olduğunu söylemeleri, vahap’ın ilgisini çekmemişti.
«top her yerde yuvarlaktır, şampanyasından bize ne?» deyip geçmişti. ama şehre iner inmez gerçeğin böyle olmadığını anladı: güzel kızları şişe şişe şampanya sunuyorlardı... nezaket icabı reddedemedikleri için de, racing'in onbir oyuncusu sarhoş çıkmıştı maça... vahap «öyle sarhoştuk ki» diyordu, «ayağımın dibinden geçen topu ıskalıyordum. fakat en hoşu, rakip kalecinin de, vurdum zannederek o yana plonjon yapmasıydı. böylece ikimiz üstüste yuvarlanmıştık. tam kalkarken, uzağa gitmeyen top ayağıma çarpıp da ağları bulmaz mı? golü atan ben de, yiyen kaleci de şaşırmıştık. halk ise kahkahadan kırılıyordu.»
1928 yılında türk futbol kafilesini çekoslovakya'ya götüren tren, sofya'da dört saat kalacaktı. bunu öğrenen futbolcular, şehri gezmek üzere dağılmışlardı. ama kaleci fehmi, muhafızgücünden selâhattin, bir de vahap, ötekilerden daha akıllı davrandı, birer bisiklet kiralayıverdiler. sofya'nın her yanını dolaşmış, memnun bir şekilde bisikletleri teslim ettiler. bir de saatlerine baktılar ki...
trenin hareketine iki dakika var. vahap «öyle bir koştuk ki diyordu. «bu kadar sene top oynadım, atletizm yaptım, ama böyle koştuğumu hatırlamıyorum. ayağımı atmamla tren kalkmıştı. bir de karşıma kafile reisimiz muvaffak (menemencioğlu) bey çıkmaz mı? adamakıllı bir papara yedim o müthiş koşunun üstüne...»
* * *
vahap fransa’da oynadığı yıllarda en büyük üzüntüsü, bâzı maçlarında kendisini teşvik edecek tek türk seyircinin bulunmayışı idi. fakat bir gün marsilya'da oynadığı sırada, racing’in ilk golünü atmasıyla tribünlerden «yaşa vahap» diye sesler yükselmişti. vahap çok sevindi. bağıranların, marsilyada ticaret yapan musevi vatandaşlarımız olduğunu da, maçtan sonra öğrenecekti.
* * *
acı, tatlı anılarıyla, sınırların dışına taşmış başarılarıla bir tarihti vahap... seyredenlerin takdirle anlattığı futbol stili, hele nefis kafa golleri. o’nu türk futbolünün ölmezleri arasına yerleştirmişti.
yakınları, «ya ben futbolu yeneceğim, ya futbol beni yenecek» sözünü ağzından düşürmediğini söylüyorlar. haklı imiş: sonunda, futbol yendi onu... bütün ömrünü bağladığı, bütün sevgisini sunduğu futbol... kendi isminden ayırmadığı kulübü» nün. altay'ın kongresinde gene «futbol» konuştu... ve gözlerini yumdu. top sönmüştü...
mîllî futbol takımımızı çalıştırmak üzere ingiltere'den celbedilen antrenör mister pegnam, bir senelik mukavelesi bittiği için memleketine gitmiştir. futbol federasyonu, millî takım için merkezî avrupa’dan bir antrenör getirmek fikrindedir.
23 teşrinievvel (ekim) 1932 tarihli cumhuriyetten;
bulgar millî takımı geliyor
türkiye ve bulgaristan federasyonları arasında yapılan muhaberat neticesinde bulgar millî takımının istanbul'a gelerek millî takımımızla karşılaşması kabul edilmiştir. bulgar millî takımı 4 teşrinisani cuma günü istanbul’da millî takımımızla maç yapacak, 6 teşrinisani pazar günü de sofya - istanbul muhtelit takımları karşılaşacaktır.
balkan futbol şampiyonu olan bulgar millî takımile yapacağımız müsabakalar çok mühim olacaktır.
31 teşrinievvel (ekim) 1932 tarihli cumhuriyetten;
bulgar takımı geliyor
türk millî takımile müsabaka yapacağını yazdığımız bulgar milli takımı perşembe günü şehrimize gelecek ve cuma günü millî takımımızla karşılaşacaktır. pazar günü de istanbul - sofya muhtelit takımları karşılaşacaktır.
cuma günü millî takımımızla karşılaşacak olan bulgar millî takımı bugün sofya’dan hareket edecek ve yarın sabah konvansiyonel trenile şehrimize gelmiş olacaktır. bulgar millî takımı on bir oyuncu ve iki idareci olmak üzere 13 kişilik bir kafile halinde yola çıkacaktır.
idareciler doktor t. zıbof ve peter grazdanof’tur. oyuncular da şunlardır:
1— bulgaristan - türkiye milli futbol takımları arasında 4 teşrinisani 1932 cuma günü taksim stadyomunda beynelmilel müsabaka icra kılınacaktır. bu müsabakayı yugoslâvya beynelmilel hakemlerinden m. vassilicovitch idare edecektir. müsabaka saat 15 te başlıyacaktır.
2— istanbul - sofya muhtelit takımları arasında 6 teşrinisani 1932 pazar günü gene taksim stadyomunda temsili futbol müsabakası yapılacaktır.
bu müsabakayı ingiliz hakemlerinden mister allen idare edecektir.
müsabaka saat 15 te başlıyacaktır.
3— milli takım kadrosunu teşkil edecek futbolcuların isimleri aşağıda tesbit edilmiştir:
galatasaray’dan: nihat, burhan, küçük necdet beyler.
fenerbahçe’den: zeki, muzaffer, fikret, cevat, hüsamettin ve niyazi beyler.
istanbulspor’dan: salâhattin ve kaleci kemal beyler.
beşiktaş’tan: hüsnü, hakkı ve eşref beyler.
karşıyaka’dan: lûtfi bey.
izmirspor'dan: nazmi ve ihsan beyler.
altay’dan: vehap bey.
4— yukarıda isimleri yazılı idmancılar, levazımlarile beraber 2/11/932 perşembe günü saat 15,30 da galatasaray kulübünde toplanacaklar ve sahada ekzersiz yapacaklardır.
5— kaptan zeki beydir. antrenör m. şivenk idmancıların masajına ve nezarete memur edilmiştir.
bulgar kafilesi ve yugoslav hakem üç teşrinisani 1932 perşembe günü saat onu yirmi ikide sirkeci istasyonuna muvasalat edeceklerdir.
cuma günü türkiye - bulgaristan millî takımları arasında yapılacak maçın, cumartesi çıkacak olempiyat mecmuasında, avrupa’da bile düşünülmemiş, yapılmamış yepyeni bir tarzda neşredileceği haber alınmıştır.
mîllî takımımızla yarın karşılaşacak olan bulgar millî takımı 18 kişilik bir kafile halinde bu sabah saat onda şehrimize gelecek ve futbol federasyonu erkânı sporcular tarafından sirkeci istasyonunda karşılanacaktır.
bulgar millî takımile yarın yapılacak müsabaka taksim stadyomunda oynanacak ve maça saat üçte başlanacktır. müsabakayı, yugoslavya federasyonu hakemelerinden m. vasilkoviç idare edecektir. yugoslavya'lı hakem de bugün bulgar takımile şehrimize gelecektir.
bulgar millî takımı, bugünkü vaziyete göre balkan'ların en kuvvetli futbol takımı ve balkan şampiyonudur. geçen haziranda belgrat’ta yapılan balkan futbol şampiyonasında romanya, yunanistan ve yugoslavya millî takımlarını büyük farklarla yenerek balkan şampiyonu olmuştur. bulgar'larla son temasımızda sofya'da bizi de 1-5 mağlûp etmişti. bulgar'larla kendi topraklarımızda yapacağımız müsabakalar çok çetin olacaktır.
bulgar millî takımile yapacağımız müsabaka hakkında futbol federasyonu reisi hamdi emin beyle görüştük, bize şunları söyledi:
— biz, millî takımı iyi bir şekilde çıkaracağız. takımımız anformdur. bundan evvel de rus’ların karşısında iyi bir imtihan geçirmiştir ve sevk içindedir. müsabaka yapmak kabiliyeti artmıştır. bulgar'lar, muhakkak ki balkan'ların en kuvvetli takımıdır, onların kuvvetini aldıkları neticelerle ölçüyorum, maamafih neticeden ümitsiz değilim. müsabakayı yugoslavya’lı hakem m. vasilkoviç idare edecektir. yugoslavya'lı hakem, gayet güzel türkçe konuşmaktadır. bulgar milli takımının bu ziyaretine mukabele etmek üzere ilkbaharda biz de sofya’ya gideceğiz. millî takımın nasıl çıkacağını şimdi söyliyemem. fakat takımın her hattına ayni derecede kuvvet vereceğiz.»
futbol federasyonunun eski reisi ve ankara mıntakasının reisi muvaffak bey de türkiye-bulgaristan maçı hakkında fikirlerini şu suretle izah etmiştir:
«— bulgar'lar bizden iki puvan daha fazladırlar. bulgar takımı viyana’lı bir antrenörün nezareti altında çalışmaktadır. eğer buraya anform bir halde gelirlerse bizi iki puvan fazla farkla mağlûp ederler. bulgar millî takımı, eski bildiğimiz bulgar takımı değildir. »
futbol federasyonu bulgar millî takımı şerefine pazar günü akşamı tokatlıyan otelinde bir akşam ziyafeti verecektir. cuma günü müsabaka başlamadan evvel de şehir bandosu türk ve bulgar millî marşlarını çalacaktır. vali muhittin bey şehir bandosunu vermeği vadetmiştir.
takımımız güzel oynadı, hakemin bir penaltı icadı mağlûbiyetimize maloldu
bir intikam maçı yapılması muhtemeldir
türkiye - bulgaristan millî futbol takımları dün taksim stadyomunda resmî bir müsabaka yaptılar. bu müsabakada bulgar millî takımı 3-2 galip geldi. balkan futbol şampiyonu olan bulgar millî takımı, dünkü galebeyi pek kolaylıkla elde edememiş, bizim ufaktefek bazı hatalarımızdan istifade etmek ve yugoslavya'lı hakem m. vasilkoviç'in pek haksız olarak verdiği penaltıdan bedava bir gol yapmak suretile temin edebilmiştir.
balkan şampiyonluğunu kazanan bulgar takımı, gözümüzde büyüttüğümüz kadar mühim bir kuvvet değildir. bunu dünkü oyunlarile isbat etmiştir. bizim takımın muhacim hattında sağiç oynıyan muzaffer, oyunun başından sonuna kadar berbat bir oyun oynamamış ve çok mühim fırsatların kaçmasına sebebiyet vermemiş, hatta ayağına geçen bütün topları bulgar oyuncularına pas atar gibi vermemiş olsa idi, müsabakanın neticesi başka türlü olacaktı.
bundan başka ilk devrenin on beş yirmi dakikasında sağ açık oynıyan necdet ile, bundan sonra ayni mevkii işgal eden leblebi mehmet te oyun üzerinde biraz müessir olsa idiler, gene netice lehimize dönebilirdi. işte muhacim hattının bu iki oyuncusunun bozuk olması kazanılacak bir oyunu bize kaybettirmek için kuvvetli bir âmil olmuş, hakemin, körkörüne bir penaltı vermesi de türk milli takımını mağlûp vaziyete düşürmüştür.
hakem m. vasilkoviç, kalemize çekilen bir korneri müteakıp yakın bir mesafeden atılan kuvvetli bir şutun, müdafilerimizden birinin koluna çarpması üzerine penaltı cezası vermiştir. koluna top dokunan düdafiimiz, bunu kasten tevkif etmediği gibi, topun geldiğini bile görememişti. halbuki penaltı gibi çok zalimane bir cezanın bilhassa böyle beynelmilel maçlarda verilmesi için mutlaka bariz bir kastin mevcut olması lâzımdır.
beynelmilel futbol nizamnamesinin 9 uncu maddesindeki mevaddı esasiye aynen şöyledir:
«bir oyuncu - kendi ceza sahası dahilinde bulunan kaleci müstesna - topa kasten elile dokunamaz.»
ayni maddenin hakemlere talimat fıkrası da şudur :
« hakemler, şu mühim noktaya dikkat ediniz ki cezalandırılması lâzım gelen, bu kaidenin kasten ihlâli keyfiyetidir. top, bir oyuncunun koluna temas etmesinden dolayı ceza vermek belki bir görenek olagelmiştir. fakat bu hareket kastî olmadıkça ceza vermek muhik değildir.»
beynelmilel nizamnamenin bu sarahatine ve yapılan beynelmilel müsabakanın ehemmiyetine rağmen hakem, haksız bir harekette bulunmuştur. hakemlerin ne kadar büyük bir salâhiyete malik olduklarını takdir etmekle beraber umumî nizamatın haricine çıkmamaları ve hak ve hakikatten ayrılmamaları lâzımdır.
bundan başka, ikinci devrenin başlangıcında muzaffer güzel bir gol yapmıştı. hakem, bu golü de hiç bir esasa istinat etmiyen ofsayt kaydile hükümsüz bırakmıştır. yugoslavya'lı hakem tarafından yapılan bu hataların mutlaka bizi mağlûp ettirmek kastile icra edildiğini zannetmiyoruz. fakat böyle mühim bir maçın mes'uliyetini üzerine alan bir zatın daha vukuflu ve daha nüfuzu nazar sahibi olması lâzımdır.
eğer bum üsabaka, alelâde ecnebi takımlarile yapılan bir müsabaka ve hatta şehirler arasında yapılan temsilî bir maç olsaydı, biz bu satırları yazmağa lüzum görmez, bu kusurları affeder ve müteessir olmazdık. fakat m. vasilkoviç'in, millî takımımızın mağlûbiyetini teshil eden bu hatalarını kat'iyyen affetmeyiz.