bologn'a'da yenildik... roma da yenildik... istanbul'da yenildik. milano'da yenildik... hem de hep farklı neticelerle... futboldaki üstünlükleri bir tarafa, italyanlar şanlıydılar da... bu maçlardan sonra herkes aynı suale cevap aradı: «yenilmeyi anlıyoruz, ama neden bu kadar fark oluyor?»
ben, son 5-0'ın, yâni milanodaki galatasaray - milan maçının üzgün bir kaç seyircisi arasındaydım.
maç bitti, istanbul'a döndüm. aynı sualle karşılaştım. neden bu kadar fark olmuştu?
soranlara şu noktayı izaha çalıştım: fark, galatasarayla, milan'ın oynadığı futbolde değil. iki memleketin futbol anlayışında. iki memleket futbolunun idare ediliş şeklinde... milan, italya futbolunda kuvvetli bir cemiyet, mali imkânları, teknik kuruluşu ve futboldeki itibarı bakımından küçük çapta bir devletti. ve bu küçük futbol devleti, italya daki futbol endüstrisi içerisinde, ismi geçtiği zaman kuvvetini kabul ettirebiliyordu. aslında italyadaki futbolun bir sistem içerisinde her gün biraz daha ileriye gidişi, milan kulübünün de bu dev futbol sanayiinin bir köşesini teşkil edişiydi.
dostların, bu izahımdan bir hisse çıkardılar mı, bilmem. ama, durum budur. fark, evvela işletmecilikte... biz, bu ileri futbol dünyasında çok, çok geri kalmış bir ülkenin çocuklarıydık...
bugün bir kere daha onlarla çarpışacağız. halk, bütün üzücü neticelere rağmen milli kadronun isimisiz çocuklarını destekleyecekler, onları en iyi neticeye hazırlayacaktır. bizim de bu genç kadrodan bir beklediğimiz var tabii... türkiye ve italya futbolü arasındaki anlayış ve sistem farkına rağmen rakiplerini, iki futbol arasında 6 gollük bir fark olmadığına inandırmaları...
şairin dili ile sormuştuk: «kim aldatmış bu kadar insanı?» evet bizi, oynadığımız şeyin modern futbol olduğuna kim inandırmıştı?
ilgililer - yetiştiriciler, idareciler hattâ federasyon başkanlığı yapmış kimseler - bize «haksızlık etme» diyorlardı.
sonunda kader bizi italyanlarla başbaşa bırakınca aynı şahıslar yazdılar, çizdiler, demeçler verdiler: «kendimizi dev aynasında görmeyelim.»
gerçek kabul edilse de edilmese de gerçektir.
biz, modern futbolu henüz öğrenememişizdir. öğrenmek için de bilgi ışığı altında bir gayretimiz yoktur.
şu halde, bugünkü maç ne olur? elbette misafirler bizden iyi futbol oynayacaklar, aramızdaki aşılmaz uçurumu bir kere daha bize göstereceklerdir. skor ne olursa olsun gerçek budur...
ne olur attık «aldatılmış» veya «kendi kendini aldatmış» insanlar olmaktan kurtulsak... ne olur artık bu konuda soreumlu olarak futbolcuyu, antrenörü, seçiciyi şunu bunu görmekten vazgeçip gerçeğe boyun eğsek...
ve ne olur spor alanlarındaki yenişi de yenilişi de milli bir zafer veya felâket olarak görmekten kendimizi kurtarsak...
avrupa milli takımlar kupasının revanş maçında italya'ya 1-0 mağlûp olduk
müdafaa taktiği ile oynayan takımımız bir varlık gösteremedi ve kupadan elendi. sahanın yıldızı rakip takım soliçi corso idi
golü sormani attı
kahraman bapçum
italyanlardan sadrce bir gol yedik ve.. ve ne oldu dostlar? başımız göpe mi erdi? bu maçı berabere bitirsek hattâ bir golle biz kazansaydık ne olacaktı? belki aramızdan bir çoğu sanacaktı ki, futbol itibarımız kurtulmuştur. hayal olacaktı bu tabi!..
oysa skor ne olursa olsun değişmeyen ve değişmeyecek olan şu idi; «aramızdaki fark bir uçurumdur.»
taktik defansifti. amaç skorun büyümemesi idi. iyi ama 90 dakikanın büyük bir kısmında tipik bir «ha babam» müdafaası yapan futbolcular başarılı mı sayılırdı? hele maçın başından itibaren sanki maç yenibahçe ile fenerbahçe arasında oynanıyormuş gibi frikik atılmasına mâni olarak, taca çıkan topu tribüne sallayarak - vakit geçirmeğe çalışan futbolculara ne denirdi?
italyanlardan sadece bir gol yedik. gel gör ki, türk futbolu dün en kötü günlerinden birini yaşadı. rakiplerimiz ise, kazanmak hırsı ve inadı içerisinde değildiler. «bir boşluk anı bulup atabilirsek ne ala.» düşüncesi ile oyunu rolantiye almışlardı. gene de zaman zaman - daha doğrusu çok zaman - inanılmaz bir rahatlık içinde futbol sanatının en ince ve zarif örneklerini gösterdiler. ama ister istemez tek ve perakende kaldı bu hareketler.
birinci perde
ilk dakikalarda ogün mevsimsiz bir fırtına gibi çarptı gözümüze. 4 üncü dakikada şeref'in gerilerden şandellediği bir topa bloke eden vieri'ye yüzde yüz kasıt kokan bir nizamsız şarj yaptı, iki dakika sonra bu defa salvadore'nin üzerine çok fena bindi. evvah ki- galiba toptan çok adam kovalayacaktık. 9 uncu dakikada oyun henüz kızışmadan bir ümit ışığı parlamıştı: uğur gerilerden koparıp getirdiği topla sıyrılmış, dalmış, düzelmiş ve şutunu çekmişti. vieri uçuyor ve ellerinin üzerinden geçen top az farkla auta çıkıyordu. biraz sonra özer de seri halinde faullerine başlayacak ve dakikalar ilerledikçe ay yıldızlı takımın defansı iyi kapanan, fakat şuursuz davranan bir tutumla oyunu sıkıştıracaktı. devrenin yirminci dakikasından sonra squadra azzurra (mavili tkaım) «zone defence» yapan bir basketbol takımı karşısında oynar gibi ay-yıldızlıların kalesini ablukaya alıp inanılmaz bir rahatlık içinde ver-kaçlar yapmağa başlamıştı bile...
devre işte bu hava içinde, genel görünüşü «zevksiz» geçti. 27 nci dakikada maldini'nin uzaktan attığı frikikte pula'nın çok güzel yükselerek vurduğu kafa şutu iyi yer tutan turgay'ın elinde kalıyordu. bir dakika sonra gene pula'nın beklenmez bir anda adetâ dokunurcasına vurduğu top direğin dibinden auta gidecekti. turgay bu son şute galiba bakamamıştı bile...
ikinci perde
ikinci devrenin görünüşü de birinci devreden hiç farklı değildi. bizimkiler yorulmuşlar ve yorgunluklarını gizleyemez olmuşlardı. en ufak çarpışmada yere düşüp, uzanıp yatışlarda sadece «vakit geçirmek» ve «maçı yenilmeden kurtarmak» kompleksi değil biraz da bu «yorgunluk» vardı.
italyanlara gelince oyunun başındaki enerji, çeviklik, sürat ve rahatlılık vasıflarını aynen gösteriyorlardı. ve hala, her hareketlerinde «bir boşluk yakalarsak ne ala...» havası vardı. dalmıyorlar: uzak şütlerle top öldürmüyorlar: imkân buldukça top tutup, bekliyorlardı o ânı...
ve sonunda buldular da...
final
menichelli, soldan daldı, sokuldu ve ortaladı... kale ağzında pula'nın takası ile top tam turgayın karşısında bitiveren sormani'nin önüne düştü... sonrasını ne turgay farketti ne de seyirciler... galiba sessizlik içinde topun yepyeni kale ağlarında çıkardığı hışırtıyı duyduk yalnız... sormani'nin vurduğu yer kaleye o kadar yakındı ki, turgay belki de bu topa vurdurmakta hata etmişti... maçın bitmesine dört dakika vardı.
böylece italyanlardan sadece bir gol yedik. ama onlar «futbol» oynadı, biz de «futbol olduğunu sandığımız şeyi...» bu hikaye de böylece bitti.
milli takımımızı bologna'da 6-0, dün de mithatpaşa'da 1-0 mağlûp ederek avrupa milli takımlar kupasında tur atlayan italyan onbiri bugün şehrimizden ayrılacaktır.
futbol federasyonumuz dün akşam misafir kafile şerefine bir yemek vermiştir. geç vakte kadar devam eden yemekte iki taraf futbolcu ve idarecileri hazır bulunmuştur.
fabbri: "türkler futbol oynamamıza müsaade etmediler"
neticeden memnun olan italyan futbolcuları en çok suat'ı beğendiler. eken «şanssızdık» dedi
doğan şener
hepsinin, kendi kulüplerinin armasını ve renklerini taşıyan birer çantası vardı.
corso'nun mavi-siyah, orlando'nun sarı - kırmızı, maldininin siyah - ırmızı, sormani'nin kırmızı - yeşil... maçtan sonra neşeli sakin ve ağızlarında birer şarkı mırıldanarak, formalarını, ayakkabılarını, havlularını çantalarına yerleştiriyorlardı.
yalnız, kısa boylu, zeki bakışlı bir adamın canı sıkkındı, italyan milli takımının tek seçicisi edmondo fabbri oyundan da, neticeden de hiç memnun olmamışa benziyordu. söze, «türkler kaybetmekten korktular.» diye başladı. durdu ve başını iki yana sallıyarak devam etti: «kazanmak için oynasalardı, belki de sahadan galip ayrılabilirlerdi. ama kendi oyunlarını ve bizim oyunumuzu bozmak için çalıştılar. kısacası, futbol oynamamıza müsaade etmediler. gayeleri müsabakadan berabere ayrılmaktı. ama hiç, istedikleri netice ile bitemezdi. nitekim öyle oldu italya 1-0 kazandı.»
futbolcular arasında en orijinal cevabı sağaçık orlando verdi: «niye mi yavaş oynadık? bologna'dan altı gol avantajımız vardı. kendimizi öldürecek değildik ya.»
diğerleri arasında pula, dört yerinden yaralanmasına rağmen gülüyor, sormani, maldini, facchetti, salvadore ve corso da suat'ı methediyorlardı.
türk mîllî takımının soyunma odasında...
bir beraberliği kaçırdıklarını belirten futbolcularımız ise neticeye çok üzülmüşlerdi.
kaptan turgay «gene takım sayılan bu ekibin aldığı netice iyi değil, fevkalâdedir.» diyordu. teknik komite başkanı saim kanur da şunları söyledi: «netice 0-0 olabilirdi. futbolcularımız verilen vazifeleri kudretleri nisbetinde yapmağa çalıştılar. denk bir mücadele kabul etseydik bologna'da ki âkıbet tekerrür edebilirdi.»
maç başlayıp dakikalar ilerledikçe milli takımımızın düşüncesi açıkça ortaya çıktı.
bugüne kadar italyanlarla oynıyan takımlarımızdan daha az, hatta hiç gol yememek arzusundaydık. bu iptidai düşünceyi sadece sahada yüzde yüz iyi niyetle çalışan çoğu tecrübesiz, futbolcularımıza mal etmek, haksızlık olur. zira onlar, bu düşüncenin yaratabileceği az farklı neticelere sarılıp, yarın öbür gün böbürleneceklerin masum birer piyonları idiler. kalemizin önündeki yığınaktan ileri fırlatılan havan topu güllesi gibi toplar ve ilerde bunları kovalayan yalnız br uğur'cuk, bir nedim'cik, bir de ogün'cük...
çoğu zaman da iki kişi ile kontrol edilen sadece nedim'cik. yani anlayacağınız 1-9-1 sistemi. halbuki bir beraberliğin veya bir farklı mağlûbiyetin bize ilerde şans tanıyacağı maçlardan da değildi bu maç.. kolay kolay kapanmıyacak 6-0'ın revanşı idi. öyleyse sadece futbolu fena oynamadığımızı anlatmak için daha modern bir düşünce içinde olmalıydık. üstelik kendi sahamızdaydık da. italyanlarda gene de bir bakımdan bizden üstün olduklarını ispat ettiler işte. hem de kendilerini fazla da sıkmadan... ve bir kere daha anlaşıldı ki, milli takımımız öyle bir kalemde şunu bunu harcayarak, yerlerine ilerde de bir klas olmıyacakları besbelli futbolcuları koyacak bir ortamda değildir. hem etimiz, budumuz ne ki? memlekette senelerdir kaç hakiki futbolcu yetiştirdik. ama hemen söyliyeyim ki, dünkü olaganüstü yavan futbolumuzun en hakiki sebebi değildir, bu vakitsiz budayış... sıra ile herkes milli takımımız bir kere eline geçirip şansını deneyeceğine ve bizle de en sonunda bir sihirbaz bulacağımızı zannedeceğimize oturup futbolumuzun çok çürük temellerini yeniden kuvvetlendirmek için çareler aramalıyız. bir macar maçı galibiyeti emin olun bizi çok yerimizde saydırdı. italyanlara karşı alınacak tesadüfi bir zafer de inanın bizi gene aynı tempoya sokardı. eğer ders alacaksak, biraz da şükretmeliyiz.
son altı ay içinde italya karşısında muhtelif maçlarda uğradığının 10-1, 6-0 ve 5-0 lık mağlûbiyetlerden sonra dünkü 1-0 lık netice ilk bakışta bir başarı sayılabilir.
öyle ya, şöhretli futbolculardan kurulu milli takımımız bologna'da altı gol yemişti... ismi yıldıza çıkmayan gençlerden teşkil edilen ay-yıldız'lı opnbir ise, bir golle mağlûp oldu. o da müsabakanın bitmesine dört dakika kala. demek ki, futbol federasyonu ve teknik komite, takımı gençleştirme yoluna sapmakla doğru bir adım atmıştı:
bizce, böyle düşünüş hatalıdır. zira, dünkü takımın bir an için ayni taktikle bologna'da oynadığını düşünelim, hep birlikte mazallah diyelim, netice çok çok daha ağır olurdu. çünkü tecrübesizler müdafaa oyununda ipin ucunu tecrübelilerden daha fazla kaçıracak ve sahada tel tel dökülüp dağılacaktı.
ondan sonra, orlando'dan, menichelli'den, sormani'den, rivera'dan gelsin goller. bir de buna italyan'ların istanbul'daki revanşı düşünerek fazla gol atmak hırsını da ilâve edecek olursak ..
fabbri, dün futbolcularına kendilerini fazla sıkmamalarını tembih etmiş olmalıydı. zira, daha maçın başında oyunu rolantiye aldılar. sertlikten kaçtılar ve kontratakla neticeye gitmeye çalıştılar. bu düşünce içerisinde pek gözü okşayan futbol gösteremediler. italyan futbolunu gözlerinde devleştirenler, italya milli takımı bu mu diyebilirler. bizce bu suale verilecek cevap kocaman bir hayır demek olacaktır. zira şartlar futbolcuların uzun boylu işi ciddiye almalarını icap ettirmiyordu. bologna'daki 6-0'lık mağlûbiyete kısaca dünkü maç için söyliyeceğimiz son söz gençlerin, şöhretli futbolculara nispetle daha fazla mücadele etmiş olduklarıdır.
milli futbol takımımız, dün, italyan milli takımına, mukadder kötü neticelerin en iyisini alarak 1-0 mağlûp oldu.
ancak, netice bakımından utandırıcı olmayan dünkü oyun, oynadığımız futbol bakımından maalesef ayni vasfa lâyık değildi ve çapı düşük bir takımın tipik didinmeleri içinde, sahada koşuşmaktan öteye gidemedi.
iyi düşünülmüş taktiğimiz elemanlarımızın büyük bir ekseriyetinin kifayetsizliği yüzünden, ancak müdafaa safhasında, o da rakibi bozmak anlayışı içinde başarılı idi. müdafaa oyuncularımızdan çoğunun kestikleri topları bu futbol mantığıyla kullanmaktan uzak oluşları ve hücum hattında «yapıcı» kimse bulunmaması hücum gücümüzü tamamen tesirsiz bir hale getirmişti.
fiziğimiz kifayet ettiği müddetçe nispeten daha az bâriz olarak görünen bu zaaf, takatten düştüğümüz ölçüde barizleşti ve maçın sonlarına doğru pek meydanda bir acz hâline geldi.
italyan takımı, karşısındaki sıkışık ve mücadeleci müdafaaya rağmen zaman zaman modern futbol anlayışına güzel örnekler verdi. müdafaada hemen hemen hiç bir zaman fazla zora gelmediler ve buldukları birkaç fırsattan bir tanesini değerlendirerek maçı alıp gittiler.
hepsi usta futbolcular olan rakiplerimizin soliçleri corso ince futbol zekâsıyla bilhassa temayüz etti. hemen hemen hiç koşmadan oynayan bu futbolcuyu, memleketimizde cari olan «doksan dakika koşan adam» prensibinden isabet payı üzerinde düşünülmek üzere, ilgili arkadaşlarımızın dikkat nazarlarına sunmak isteriz.
bir milli maç daha bitti. netice o kadar mühim değil, yeter ki buldan gerekli derleri almış olalım.
ürkek, çekingen, kendine güveni olmayan bir türk milli takımıydı bu... oyuna girememiş, hücumda hafif kalmış, verilen talimatın dışında bir harekete girişmekten şiddetle kaçınmıştı...
bir küçük kitabın basmakalıp satırlarını ezberletmişlerdi çocuklara... bu kitapçığın içindeki sevimsiz, soğuk hükümleri ezberlemek mecburiyetinde olmayan tek talihli futbolcu ise turgay'dı. kaleci olması ona, arkadaşlarının elinden alınan «futbol oynayabilme hürriyetini» kazandırmış ve arada bir oyuna kendiliğinden bir şeyler katabilmişti.. bunun dışındakiler, yâni 10 futbolcu futbol oynamak yerine, bu kitabın sayfalarını çevirdiler.. milli takım bu kitabın dışına çıkamayacak ve mesela şeref, bir korner atışında ilerideki iki arkadaşının yanına gidemeyecek, topa çıkamayacaktı. şerefe, diğerlerine olduğu gibi «aman, sakın olduğun yerden ayrılma» demişlerdi.
bu ölçü esas alınırsa, millî takımın dün italya karşısında vazifesini yaptığı söylenebilir. o zaman kimin itiraza hakkı olur ki?
biz, futbolun bir düzen, bir disiplin oyunu olduğuna kabul etmemize rağmen, dünkü maçı, seçici ve antrenörün görüşlerinin dışında bir gözle takip ettik ve itiraf edelim ki, «sıkıldık.» zira, hiç bir takım kendi sahasında böyle acayip, böylesine korkak, bu derece gol yerim endişesiyle oynayamaz ve oynamamalıdır. oynarsa, o takıma futbol oynadı denmez... ve böyle bir gaye için de türk milli takımına futbolcu seçmeye lüzum yoktur..
anlaşılıyor ki; dünkü oyun şekli türk futbolundan çok iş başındaki federasyonun prestiji kurtulur düşünceliyle tespit edilmişti..
şöhretli rakiplerimize karşı tek golle yenildiğimiz için, sevinecekler olur herhalde... ölçü bu ise, «vay türk futbolunun haline...»
türkiye - italya maçını televizyondan seyreden bartu "takımımız iyi oynamadı" dedi
şükrü gülesin roma'dan bildiriyor
venezia'lı milli futbolcumuz geçtiğimiz çarşamba günü mithatpaşa'da oynanan ve türk milli takımının 1-0 mağlûbiyeti ile neticelenen türkiye - italya milli karşılaşması hakkında da şunları söylemiştir, «müsabakayı aynı akşam televizyonla takip ettim. takımımızın hemen bütün elemanları 90 dakika boyunca topu taca atmaktan başka iş yapmadılar. buna mukabil italyan takımı da hiçbir varlık gösteremedi. iyi bir tertiple yenebileceğimiz rakiplerimiz karşısında böyle bir takım çıkartmak ve mağlûp olmak bence başarısızlıktır.»
istanbul'da oynanan türkiye - italya milli maçını seyreden italyan gazetecileri, dün tek seçici ve antrenör fabbri'yi şiddetle tenkid etmişlerdir.
italyan futbolcularının devamlı olarak kapalı defans karşısında oynadığını ve artık buna alışması lazım geldiğini ifade eden yazarlar, «türklerin yaptığı kapalı müdafaa önünde aciz kalan italya milli takımı 12 nisan'da brezilya ile yapacağı maçta acaba şöhretli brezilya defansı karşısında ne yapacak onu merak ediyoruz» şeklinde yazılar yazmışlardır.
tek seçici fabbri, avrupa milli takımlar kupasının ikinci turunda rusya ile yapacakları iki karşılaşmadan ilkini roma'da oynanmasını istediğini söylemiş ve brezilya ile yapacakları maçın, rusya için hazırlanacak kadroya çok büyük yardımı dokunacağını açıklamıştır.
"orlando bütün enerjisini sahada değil dans ederken kullandı"
şükrü gülesin roma'dan bildiriyor
türkiye - italya maçından sonra verilen ziyafette orlando ile dans eden inci birol için süpersport mecmuası «türklerin kozu» demektedir.
italya'nın milano şehrinde çıkan haftalık supersport mecmuası, türk futbol federasyonunun, italya - türkiye maçından sonra verdiği ziyafette, pozzo'nun talebesi fabbri'nin maç sonrası da taktiğini büyük muvaffakiyette tatbik ettiğini yazmıştır.
orta sahifesini tamamen ziyafetteki resimlerle süsleyen yazar, «futbolcularını sıkı bir müdafaa taktiği, trapattoni'nin deyimiyle de çalım üstadı türk omar sivorisi inci birol'un şerrinden koruyan fabbri» nin bu alanda da muvaffak olduğunu belirtmiştir.
yazar, inci birol'la çok ilgilenen italyan milli takımının sağaçığı orlando'ya da çatmış ve «sahada duran bu futbolcu, inci birol'la dans ederken bütün enerjisini kullandı» demiştir.