turun ilk maçı ise 5 eylul'de sevilla'da oynanmıştır ve sevilla'nın 1-0 üstünlüğü ile sona ermiştir.
rövanşta amigo orhan önderliğindeki eskişehirspor taraftarı stadı hınca hınca doldurmuş büyük bir kısmı maça girebilmek için statta sabahlamıştır.
maç başlar ancak her şey eskişehirspor'un beklediği şekilde gitmez ve derken dk. 77'de sevilla golü bulur. herkes demoralize olur ancak kendilerini bir mucizenin beklediğinden de bir haberdirler.
sevilla'nın golünden sonra eşine ender rastlanılan bir mucize gerçekleşir ve kalan 12 dakikalık sürede eskişehirspor fethi heper ile 3 gol bulur ve sevilla'yı kupanın dışına iter.
gollerin dakikaları : 78,82 ve 89'dur.
maçın ardından önce eskişehir daha sonra da türkiye yıkılır.
arkadaşın üste gönderdiği linklerden birinde bulunan maçla ilgili ilginç bir anı şöyle:
"maç öncesini ve bazı detayları, maçın oynandığı 1970 yılında 26 yaşında bir delikanlı olan hüseyin günal'dan dinleyelim: 'maça bilet bulmak çok zordu. zaten es es'in maçlarına bilet bulmak her zaman olay olmuştur. aynen nba maçları gibi bilet alan bayram ederdi. tribün şvu o kadar iyidi ki ısınmak için sahaya çıkan sevillalı futbolcular ağızlarını bir karış açık, dakikalarca tek bir ağız gibi hiç hata yapmadan tezahürat yapan bizim tribünleri seyrettiler. alman hakem gerhart kunze sahaya çıkarken "es es es" diye inleyen bizim tribünleri duyunca bir anda durdu ve şaşırdı. ince, uzun ve sarışın bir adam olan kunze, "es es es" tezahüratını nazi almanya'sının ordu birlikleri olan ss'lerle ilgili bir tezahürat zannetti ve dondu kaldı. daha sonra yanındakiler durumu anlatınca maça gülerek çıktı ve çok da iyi yönetti.'"
dönemin spor yazarları maçla ilgili şunları söylemiş:
şükrü gülesin: "eskişehir'de son yıllarda görülen yeni bir futbol mucizesi oldu. 80 dakika sevilla'yı seyrettik. hatta bir ara sevilla 1-0 öne geçmişti. ve işte son on dakikaya kadar oynamayan eskişehirspor canlandı, coştu, köpürdü. sanki golü beklercesine sevilla'yı bastırdı. birbirinden güzel üç gol atarak eskişehir'i matemden bayrama soktu."
erdoğan bayraktar: "maçın 80. dakikası oynanıyordu. bir eskişehir bastırıyor, bir sevilla... eskişehir'den gol bekliyorduk çünkü sevilla'dan daha ağır basıyordu kırmızı şimşekler. o da ne? eyvah, eyvah. yazık oldu eskişehir'e pisi pisine bir gol... 'bu iş burada bitti' dedik. golün atıldığı an saatler 79'uncu dakikayı gösteriyordu. eskişehirspor'un tur atlaması için üç gol lazımdı. yok yok mucize lazımdı. işte biz bunları düşünürken santra yapıldı ve arka arkaya üç gol. olmaz böyle şey ne büyüksün fethi. sevilla artık elendi. yok yok 'sevilla porsuk'ta boğuldu.'"
j. antonio blazquez (ispanyol gazeteci): "olmaz böyle şey. bir takım dokuz dakikada üç gol atamaz. eskişehirspor'un aldığı sonuç tam anlamıyla bir mucize! yok yok olamaz böyle bir şey. elenemez sevilla... şunu söylemek gerekir ki, birinci ve ikinci gollerde kalecimizin hatası büyüktü. her şeye rağmen eskişehirspor yediği golden sonra çıkardığı oyunla galibiyeti hak etmiştir. güzel futbolun yanı sıra seyirciye hayran kaldım. biz ispanyol seyricisini ateşli sanırdık fakat eskişehir seyircisi bizimkileri bastırdı. ne diyelim tebrikler."
fethi heper bu maçta 3 gol atarak avrupa kupalarında hat-trick yapan 3.futbolcumuz olmuştur.maç uefa kupasında oynandığından bu kupa da hat-trick yapan ilk futbolcumuzdur.ilk 2 hat-trick yapan futbolcumuz:
bir eskişehirli olarak gururlanacağım yegane maçtır. sonuçta 1970 yılında bir türk takımımının şartlar ne olursa olsun bir ispanyol takımını eze eze yendiği maçtır. keşke bugünde takımda eskişehir çocukları yer alsa bizde hepsini bağrımıza bassak.
1970-71 sezonu ilk defa avrupa sınavına ilk defa çıkacak olan eskişehirspor’un fuar şehirleri kupası, rakip ise daha emekleme çağındaki es es'e hayli dişli gelecek olan mücadele edeceği kupa, sevilla idi. gazetelerde çıkan haberlere göre, ilk maç için ispanya’ya iki gün önceden giden kırmızı şimşekler 40 derecelik bir sıcakla karsılaşınca futbolcular toplam 43,5 kilo vererek bitkin düşüyor, ancak sevilla'daki 35 bin kibir çim zemine sahip olması, kafilenin bu üzüntüsünü gideriyor. ispanya’daki maça silik stadın kusursuz tak sahaya süren antrenör abdullah gegiç, eskişehirspor’un aldığı 1-0'lik mağlubiyeti hem imini 4-2-4 düzeninde bir şans, hemde kaçırdığımız gol fırsatlarını düşünerek bir sansızlık olarak görmüş. takım ispanya’dan hayli umutlu dönüyor eskişehir’e ve ikinci maç için hazırlıklara başlıyor. bütün şehir rövanşta es es'ten iki farklı galibiyet bekliyor. öyle ki, bu maç için şehirdeki fabrikalar ve işyerleri tatil ediliyor. o dönemde genç bir yönetici olan aydın begiter ve efsane amigo orhan tarafından, taraftarı çosturmasi için dönemin yıldızlarından kalipso kralı metin ersoy getiriliyor. şehirdeki o naif ve çoskulu havayı daha iyi anlatacak bir örnek: eskişehirspor, formalarına ay-yıldızı zamanında isleyememiş, maça da çok az bir zaman kalmış, herkes panik halinde ve imdada es es'li yöneticilerin esleri yetişiyor.
begiter'in esinin önderliğindeki yönetici esleri iğne iplikleriyle formalara ay-yıldızı dikip maç saatine yetiştiriyorlar. 16 eylül 1970 günü saat 13:30'da eskişehir atatürk stadı’na çıkan onbir söyle: mümin, ilhan, abdurrahman, ismail, süreyya, doğan, burhan(nihat), fethi, vahap(halil), ender. ilk yari karşılıklı ataklara geçiyor, iki takımda pozisyonları değerlendiremiyor ve..0-0. ikinci yari tribünler amigo orhan ve metin ersoy'la çoksuyor. ancak ilk gol beklenenin aksine es es'ten değil, 77. dakikada acostadan geliyor ve sevilla öne geçiyor. tribünleri dolduran binlerce eskisehir'linin umutları, eylül ayında bile kendini hissettiren o ünlü soğukla beraber donuyor sanki. ancak bu ayaz yanlızca bir dakika sürüyor, 'çengel' lakaplı kaptan fethi 78 ve 89. dakikalarda iki gol atarak es-es'i öne geçiriyor. artik maçın bitimine bir dakika ve eskişehirspor’un tur atlaması için bir gole ihtiyacı var.
bir futbol mucizesi için sahne hazır: amatör ruhla futbol oynayan ve avrupa'ya kadar çıkan anadolu takimi, takımına inanan bir şehir, karsısına güçlü bir ülkenin güçlü temsilcisi ve hızla eriyip giden saniyeler. hakem maçı bitirmek üzereyken. fethi yine ortaya çıkıyor, kafayı çakıyor ve mucize gerçek oluyor. skor 3-1 olmuş, eskişehirspor tur atlamıştır. bu şehrin hep birlikte gördüğü olağanüstü bir rüyadır bu. yıllar sonra bile anlatılacak, o hülyalı günlere tekrar dönebilmek için uykulara yatılacaktır. 90'li yılların basında üçüncü lige kadar düşecek olan, şimdilerde ise 'aman beni başkan yapmasınlar' diyerek kimsenin klübun önünden geçmeye cesaret edemediği es-es, ispanyol sevilla'yı porsuk sularına böyle gömmüştü iste. bu, türk takiminin bir ispanyol takimini avrupa kupaları’ndan elediği ikinci esleşmeydi (ilki göztepe-atletice madrid) ve üçüncüsüne tanık olmak için uzun yıllar beklenecekti."
kentin meşhur soğuğuna aldırmadan bütün şehir rövanşa hazırlanıyor ve 16 eylül 1970 tarihine geliniyor. futbolun bütün şöhretleri eskişehir atatürk stadı'na akın ediyor. eskişehir ve işyerleri filmin ikinci perdesini izlemek için tatil ediliyor. tribünlerin ateşini daha da arttırmak isteyen eskişehirsporlu yöneticiler kalipso metin ersoy'u maça davet ediyorlar. ersoy, amigo orhan'a destek olurken maç başlamazdan evvel saha da bir şov gerçekleşiyor eskişehirliler. boğa misali kuşanan bir seyircinini eskişehirspor'u temsil eden matador tarafından altedilişi büyük alkış koparıyor. milliyet'in haberine göre, begiter'in eşinin kurduğu eses'in yönetici ve futbolcu eşlerinden oluşan takım, iğne iplikleriyle formalara ay-yıldız işliyor. taraftarın desteğiyle maça hızlı başlayan eskişehirspor ilk yarı gole ulaşamıyor. dengede giden maçın 77. dakikasında 9 numaralı acosta sahneye çıkıoyr ve herkesi düş kıraklığına uğratan golü atıyor.
24 mart 2000 tarihinde kaybettiğimiz aydın köker'in radyo anlatımıyla, sevilla maçı;
"karşılaşmanın 19. dakikasında bir hakem hatasından büyük bir gol tehlikesi atlattı eskişehirspor. 19. dakikada ofsayt durumunda bulunan lora topla beraber kaçtı. yan hakem ofsaytı kaldrımadı, açık bir ofsayttı. verdi pasını berruezo'ya. çok müsait bir pozisyondu fakat berruezo topa yetişemedi. mümin çıktı aldı. şimdi gene tehlikeli bir pozisyon. aman, acosta gidiyor, tehlikeli. vurursa gol olabilir. vurdu gidiyor, gol gol gol gol gol sayın seyirciler. gol, gerçekten hazin bir gol. deminden beri size anlatmak istediğim bir hadise cereyan etti!.."
o dakikalarda gegiç tarafından ısınmaya gönderilen halil, bu golle umutları sönen hocası tarafından tekrar kulübeye çağırılıyor: "haydi bre, sen mi kurtaracaksın takımı, otur!.." derken bu golden bir dakika sonra, eses temmuz 1970'de ankaragücü'nden transfer ettiği, sağ açık mevkiinden sarı doğan'ın yaptığı ortayı altı pas üzerinde yakalayan fethi, kalecinin sağından eses'in ilk golünü kaydediyor ama kalan 12 dakikada gol yemeden iki gol daha atmak imkansız gibi... bir ara fethi de gegiç'in yanına geliyor ve "sir, maç böyle biter, biz çıkalım genç arkadaşlara şans ver" diyor. abdullah gegiç, kaptana "olmaz öyle şey" diyerek tekrar sahaya gönderiyor ve halil, eses formasıyla bu ilk maçında o kadar hırslı oynuyor ki girer girmez yakaladığı pozisyonlarla arkadaşlarını da motive ediyor. maçın 82. dakikasında ilhan'ın sağdan yaptığı ortayla gelen topu kaptan fethi çok şık bir uvuruşla ağlara takarak eses'i 2-1 öne geçiriyor. ileri uçta bunlar yaşanırken defansta buruk bir sevinç yaşanıyor. ismail, süreyya'ya gözleri nemli bir şekilde, "ağabey keşke o golü yemeseydik, yazık oldu" deyince tatar süreyya, "siz de ileri gidin, ben tek başıma savunma yaparım" diyerek ismail'i ve ilhan'ı da ileriye gönderiyor. eses'i ikinci tura ve aynı zamanda tarihe geçirecek olan mucize gol, ilhan'ın ortasıyla yine fethi'den, bu sefer kafayla 89. dakikada geliyor. kaptan golleri sıraladıkça tribünde ayağa kalkıp aşka gelen feriha abla'nın gür sesi duyuluyor eskişehir atatürk stadı'nda: "aslanım fethi, koççum benim!.." kaptanın kafayla attığı nadir gollerden en akıl dolu olan bu gol... kafalara çıkmayan, kafa golü atmada başarılı olmayan fethi, kendisine takılanlara, üniversite tahsiline gönderme yaparak "o kafa bize lazım" dermiş. en lazım olduğu dakika sevilla'yı porsuk'un serin sularına gömen bu kafa golü oluyor. son 10 dakikada gelen üç muzice golü çoğu eskişehirspor taraftarı izleyemiyor. zira futbolun 90 dakika olduğunu bir anlık ümitsizlikle unutuyorlar ve stadı terk ediyorlar.
maçın son düdüğüyle birlikte eskişehir'de yer yerinden oynuyor, gerçi şehir o yıllarda böylesi günlere alışık, maça giden, maçı terk eden, maça giremeyen herkes sokaklara dökülüyor, sabaha kadar gecelerini gün ediyorlar. ertesi gün bütün gazeteler eskişehirspor'u manşetlere taşıyor... "ilk golde atatürk stadı, ikinci golde eskişehir, üçüncü golde türkiye ayağa kalktı" diyor biri, "bir ara maçı yöneten doğu almanya'nın fifa kokartlı hakemi gerhart kunze durdu ve muhteşem eskişehir seyircisiyle onların şefi amigo orhan'ı izlemekten kendini alamadı" diyor diğeri... hakem elbette ateşli eskişehir seyircisine hayran kalmıştır ama pür dikkat tribünleri seyre dalmasında "es es" çeken seyircileri nazi sempatizanı sanmasının payı da büyüktür.
eskişehirspor sevilla galibiyetiyle avrupa kupalarında bir ispanyol takımını eleyen ikinci türk takımı oldu. ilk olarak, 22 kasım 1967'de atletico madrid'i 3-0'lık bir sonuçla eleyerek bu ünvanı alan göztepe'ye, eskişehirspor'dan sonra, ancak ta 2000 yılında real mallorca'yı eleyen galatasaray ortak olacaktı. eses'in sevilla galibiyeti tarihe şu verilerle geçti:
galeana'nun cümlesinden (ç)alıntıyla "arjantinli"nin yerine "eskişehirli"yi koysak: "sahada yalnızca yirmi bin kişi vardı, ama hangi eskişehirliyle konuşsanız o gün orada olduğunu söyler..."
"ben yönetici olduğum için ispanya'daki ilk maça da gitmiştim. maç 40 derecede oynandı ve emin olun eskişehirspor maçtan sonra takım halinde 15 kilo vermiştir, o denli bunaltıcı bir sıcaktı. 1-0'la döndük... buradaki maç başladı, adamlar kapandığı için takımımız hiçbir varlık gösteremiyor. 78. dakikada golleri geldi. şeref tribününde, aynı zamanda ispanya'nın en tanınmış avukatlarından olan sevilla'nın başkanı 'artık bu iş bitti' diye öyle bir kasıldı ve puro yaktı ki maçı beraber izlediğimiz eşimin bile dikkatim çekti bu hareketler... golün ardından ilhan ortalıyor, fethi vuruyor vc beraberliği sağlıyoruz. son on küsur dakika... iki gol daha atmalıyız ki tur atlayabilelim. neyse ilk golün ardından takını da taraftar da şaha kalktı ve 3-1 kazandık maçı. maçtan sonra sevilla'ya yemek verecektik. bizi ispanya'da ağırladıkları otellere, restoranlara karşılık olarak biz de dönemin eskişehir'inde basma fabrikasını yemek için ayarladık. kabul etmediler. zaten maçtan hemen sonra eşofmanlarla otellerinden ayrılıp istanbul'a hareket ettiler. yol üstünde saraçoğlu tesisleri var o zaman, orayı kapatıp, şarap, bira ne varsa epey bir içmişler, havaalanına öyle zil zurna gitmişler eskişehirspor-sevilla maçı sadece bizim değil, onların da unutamayacağı bir maç olmuş tur yani..."
"sevilla maçına babamla gitmiştik. lise 1'e yeni başlamıştım. küçük olsam da düşününce enfes bir maç izlediğimi hatırlıyorum. golü yediğimizde büyük bir sessizlik oldu. hatta tel ögülerin orada bir kişi yığıldı kaldı, herkes şoke olmuştu. sevilla golü attıktan sonra kaptan fethi'nin hırsla kalemizden topu alışı ve santraya bir an önce götürmek isteyişinin görüntüsü hâlâ bellegimdedir. maçtan sonra köprübaşı felç oldu. amigo orhan bir arabamn üstüne çıktı. tezahüratlara, şarkılara oradan devam etti. köprübaşı'ndaki o anımız hayat dergisinde fotoğraflarla yayımlanmıştı..."
sevilla maçının oynandığı yıl saint benoit'da orta bölüme gidiyordum. eses aşkıyla daha o yıllarda istanbul-eskişehir arasında mekik dokuyoruz. neyse, efsane maçı izledik yine döndük istanbul'a... fransızca dersinde kompozisyondan sınav olacağız. ben zaten maçın etkisinden kurtulamamışım, aldım kalemi elime sevilla maçını bir güzel fransızca yazdım. hiç unutmam öğretmenimiz joseph edizel ki kolejde kıt notuyla nam salmıştı, hayatında hiçbir sınavda 7 dahi vermemesine karşın, eses'in sevilla maçım yazdığım sınav kâğıdına tuttu 10 verdi, yetmedi bir de bu kompozisyon okul tarafından ödüllendirildi. ben dört köşeyim tabii, eses'im ispanya boğalarını madara etmiş, ben de onun sayesinde zor bir sınav dan tam not almışım!..
aradan yıllar geçti, 1997'de milliyet spor servisi dış haberler'de çalıştığım günlerde görevli olarak cenevre'ye gittim. tesadüf, kaldığım otelde sevilla'nın o günkü kadrosundan eloy da vardı ve hemen o müthiş maçla ilgili konuşmaya başladık. eloy, o yıl takımlarından 5 kişinin milli takımda olduğunu ve başardı bir sezon geçirdiklerini anlattı. hatta eskişehir'den dönüşte ligde atletico madrid'i 4-3 yenip liderliklerini sürdürdükleri için son dakikalarda gelen gollerle eses tarafından elenmeleri ispanya'da da uzun yıllar basın tarafından bir talihsizlik olarak yorumlanmış. eloy, geçen çeyrek asra rağmen o gün sahada yaşananları ayrıntısıyla hatırlıyordu ve başladı anlatmaya...
'maç 1-0 üstünlüğümüzle devam ederken ilk maçın da verdiği rahatlıkla turu atlayan tarafın biz olacağına o kadar inandık ki, oyun disiplinimizi bıraktık. bir ara sağ bek oyuncumuz maç devam ettiği bir arada eline bir limon aldı ve eskişehirspor seyircilerine baka baka limonu yemeye başladı. aman allahım, takımlarından ümidini kesmiş rakip taraftarlar bu harekete öyle bir tepki gösterdi ki, hepsi birden hemen organize olup tekrar takımlarını motive edici sloganlara başladılar. o sırada da eskişehirspor bir oyuncu değişikliği yaptı ve takıma hareket geldi. neyse maç bitti, soyunma odasında hepimiz kahrolmuş vaziyette oturuyoruz. antrenörümüz max merkel odaya girer girmez azuaga'nın üstüne yürüdü ve kafa attı. söylediği cümle yenilgimizi özetler gibiydi:
-sonumuzu sen hazırladın, uyuyan devi sen uyandırdın!'...
orhan erpek ile yaptığım söyleşi boyunca seçici oldu; geçmişle ilgili ve özellikle kendisinin saha içindeki hareketleriyle ilgili sorulanını ustalıkla geçiştirdi. ben de onun her fırsatta büyüklerimden zevkle dinlediğim performansını, yaptığı el kol hareketlerini ve bunlann anlamını çok merak etmeme rağmen erpek'in bu tutumuna saygı duydum. ancak geçmişten bir belge olarak, o günlerin maç atmosferinde amigo orhan'ı tasvir eden bir yazıyı aktarmak istiyorum.
maçın başlamasına on beş dakika kadar kısa bir süre kaldığı halde, eskişehir'in atatürk stadı'nda tribünleri hıncahınç dolduran seyirci kalabalığı, büyük bir sessizlik içindeydi. maçı seyre gelen, ilk defa bu stadda bulunan bir yabancı olsaydınız, tribünleri dolduran 20.000 eskişehirli'nin böyle sessiz sedasız duruşuna bakarak, 'hani? nerede?.. eskişehir'deki brezilyayı hatırlatan tezahürat bu mu? eskişehirsporlular'ın o gök gürültüsünü andıran, bir ağızdan kopar gibi çıkan feryatları? meğer yazılanların, söylenenlerin hepsi balonmuş!' diye peşin bir hükme varırdınız. gerçekten de o ateşli eskişehirspor taraftarları, uslu uslu yerlerine oturmuş, bir yandan stad hoparlöründen yayınlanan şarkıları dinliyor, bir yandan da eğlencelik kabilinden leblebi-çekirdek atıştırıyorlardı. sanki biraz sonra yapılacak karşılaşma, eskişehirspor için hayatî hiçbir önem taşımıyordu... futbol maçı değil, alelade bir jimnastik gösterisi seyredeceklerdi sanki...
meğer seyirci alesta bekliyormuş... yine sessizlik içinde geçen bir beş dakikadan sonra, kırmızı kazaklı bir gencin çıkış tünelinden sahaya fırlamasıyle birlikte, o saatlerdir 'tıs' çıkarmadan oturan binlerce kişi öylesine korkunç bir gürültüyle ayaklandı ki, sormayın... stad bir anda bayram yerine dönmüştü. havaî fişekler atılıyor, sirenler çalmıyor, dev kaynana zırıltılarının kulakları sağır eden gürültüsü arasında, 20.000 kişi hep bir ağızdan, 'or-han!, or-han!' diye tempo tutuyordu. kırmızı kazaklı genç, saha içinde bir tur atıp, tribünleri selâmladıktan sonra, tam santra yuvarlağına gelip durdu. ve... onun bir el kaldırmasıyla birlikte, o korkunç gürültü bıçak gibi kesildi. şimdi dünyanın en büyük korosu, maestro 'amigo' orhan yönetiminde gösterisine başlıyordu...
orhan, kollarını önce iki yana açıp, bütün tribünlere şöyle bir baktıktan sonra, yavaş yavaş dizlerini kırıp, çömelmeye başladı kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. ellerini yumruk yaptı. sol dizi tam yere değmek üzereyken, birden kollarını açarak havaya fırladı. ve onun bu fırlayışı ile birlikte, stadı dolduran 20.000 kişi gırtlaklarını yırtarcasına 'heyyy allah.!' diye haykırdı. aynı hareketi birkaç defa üst üste tekrarladı. her seferinde 'amigo' orhan ayağa fırlarken, eskişehirsporlu taraftarların 'heyy allah!' diye haykırışları âdeta yeri göğü inletiyordu.
sonra birden hareket değişti. orhan'ın sağ elini, sert hareketlerle sağa sola sallamasıyla, korosu da tempoyu değiştirdi. şimdi bütün stad 'es-es-es! ki-ki-ki! eski, eski, es!' avazeleriyle çın çın ötüyordu. orhan yeni bir el hareketi daha yaptı ve bu defa seyirciler, 'hop-hop-hop! güm-güm-güm! kırmızı şimşek, hey-hey-hey!' diye haykırmaya başladılar. tam bu sırada kırmızı-siyah formalı eskişehirspor on biri, şimşek gibi sahaya fırladı.
eskişehir'in atatürk stadı'nda eskişehirspor'un oynadığı her maçtan önce, bu program uygulanır. maçın başlamasına on dakika kalıncaya kadar sessiz sedasız oturan halk, 'amigo' orhan'ın sahada görünmesiyle, birden hareketlenir. onun kol ve vücut hareketlerine uyarak, belirli sözleri, hep bir ağızdan haykırmaya başlar. ve tam, 'kırmızı şimşek hey-hey-hey!' diye bağırılırken, çıkış tünelinde bekleyen eskişehirspor sahaya fırlar. yalnız eskişehir'de değil, kırmızı-siyahlı takımın her gittiği şehre göç eden taraftarlar, 'amigo' orhan'ın idaresinde bu değişmeyen programı uygularlar. binlerce insanı kol ve vücut hareketleri ile idare eden 'amigo' orhan'ın ünü, artık türkiye sınırları dışına taşmıştır..."
"rahmetli 4. noter polat cansızoğlu, adapazarlı deve ziya, alexi kosigin (hikmet üstertuna), bahçeli şeref lokantasının sahibi rahmetli enver yönder, rahmetli naci tümer, rahmetli papaz muzaffer (aydın begiter'in abisi) ve ayı yusuf'un çekirdeğini oluşturduğu yaklaşık 20 kişilik bir taraftar grubumuz vardı. eskişehir'deki birçok mahalle ve taraftar grubu gibi bu grup da eskişehirspor için önemli hizmetlerdebulunmuştur. neyse,sevilla maçı var. herkes hazırlık yapıyor kendi çapında. biz önce bahçeli şerefte bir güzel içlik, zerzevatlarımızı bidona doldurduk, maça öyle geldik. o zamanlar plâstik bardak yok. cam bardakları ceketlerimizin ceplerine koyduk, maçta içmeye devam edeceğiz. polis, öyle büyük olaylar çok sık olmadığı için üst baş araması yapmazdı... ikinci yarı beraberlik golümüzü atınca, inşallah ikinciyi de atarız diyorduk, derken mucizevi üçüncü golümüzü de attık. zaferimizi hıçkıra hıçkıra ağlayarak kutladık. polat'ın ağlamasını bugün bile hatırlarım. allahım, bir erkek bu kadar mı güzel ağlar?.."
"eskişehir iktisadi ve ticari ilimler akademisinde talebeyim. kampanya dönemlerinde de kütahya şeker fabrikasında muhasebecilik yapıyorum. eskişehir'de sevilla maçı var. maçtan bir gün önce şefe gittik, durumu anlattık. şef de lanet bir herif. kabul etmedi tabii... 8 eskişehirli arkadaş birer istifa dilekçesi yazıp önüne koyunca şef uyandı. işler tepe taklak olmasın diye izni verdi. hemen eskişehir'e geldik, maçtaki yerimizi aldık. son 20 dakika içinde sevilla'nın golü geldi. normalde biz takıma sonuna kadar bağlıyız ama ilk defa nasıl küfür ediyoruz. biz işimizden olmayı göze alıp maça gelmişiz, bir de yeniliyoruz yani. golümüz son dakikalarda geldiği için stadın büyük bir kısmı boşalmıştı. dolayısıyla onlar son 12 dakikada gelen üç golü izleyemedi. üç gol de birbirinin kopyasıydı... hep sağdan orta, hep fethi, hep hep gol!.. biz golü sanat okulu tarafından yedik. üç golümüz de hava hastanesi tarafındaki kaleye atıldı. bol bol sevinç gözyaşları döküp tur attıktan sonra kütahya'ya döndük. fabrikanın tesislerinde eskişehirli arkadaşlarla sabaha kadar rakı içtik..."
""o zaman eskişehirspor genç takımında futbolcuyum. maç kazanıldı. sonraki ilk antrenmanda teknik direktör abdullah gegiç futbolculan topladı ve herkes övgü dolu sözler beklerken o bütün ciddiyetiyle fethi heper'e kızdı. hepimiz şaşırdık. zira 3 gol atıp takıma tur atlatmıştı. bu büyük başarıya rağmen fethi heper'in attığı gollerde, önceden belirlenen alanda olmadığını, kendi alanını terk ettiğini söylüyordu..."
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
prof. dr. fethi heper'in "türk futbolunda devrim yaratan eskişehirspor efsanesinin başlangıcı" başlıklı yazısından;
eskişehir'e döndükten sonra sevilla maçının hazırlıklarına başladık. maçtan bir gece önce ünlü kalipso kral, metin ersoy kamp yaptığımız otele geldi ve bütün akşam, yatma saatine kadar, bize kalipso öğretti. eğleniyor ve biraz da stres atıyorduk. 1970 eylül ayının sıcak bir çarşamba günü sahada yerimizi aldık ve maç başladı. amigo orhan ve 20 bin kişilik orkestrası yine muhteşem bir tezahüratla yeri göğü inletiyordu. birinci yarı 0-0 bitti. hiç de istedigimiz gibi oynayamıyorduk. sevilla antrenörü max merkel sanki bizim oyunumuzu kilitlemişti. 69. dakikada santraforları acosta bir gol attı ve sevilla eskişehir'de de 1-0 öne geçti. bütün hayallerimiz yıkılmıştı. maçı kazanmamız için üç gol atmamız gerekiyordu. 81. dakikada bir pozisyon doğdu ve ilk golümüzü attım. yanıma hiç kimse gelip tebrik etmedi. zaten seyirciler de yavaş yavaş stadı terk ediyorlardı. 87. dakikada 25 metre uzaktan nefis bir şutla ikinci golümüzü de attım. ismail yanıma yaklaştı, "kaptan keşke bu golü biraz daha erken atsaydın. şimdi hiç zamanımız kalmadı" dedi. gerçekten üç dakika kalmıştı ve biz gol yemeden bir gol daha atmak zorundaydık ancak bir mucize gerekiyordu. 90. dakikada ilhan sağdan kayarak nefis bir nrta yaptı ve yine ben kafa ile üçüncü golümüzü sevilla ağlarına gönderdim. büyük bir mucize gerçekleşmiş ve ispanyolların dev takımı sevilla'yı birinci turda elemiştik. bu olay, bütün türkiye için, bizim için, taraftarımız için elde ettiğimiz çok büyük bir zaferdi. türk futbol tarihinde ilk defa anadolu bozkırlarından gelen, genç ve deneyimsiz bir takım alnının teriyle avrupa kupalarında ikinci tura çıkmıştı. seyirciler sahaya dolmuş, çılgınlar gibi zaferi kutluyorlardı.
ikinci turda hollanda'nın fc twente takımı ile karşılaştık. ilk maçı 3-2 kazandık. iki golü ben, diğerini halil attık. ikinci maçı hollanda'da oynadık. bir gol de burada atmama rağmen maçı 6-1 kaybedip elendik. iki turda 6 gol atarak avrupa'da turnuvanın en çok gol atan futbolcuları arasında yer almam, bizim tek tesellimiz olmuştu. 1970-71 sezonunu dördüncü sırada bitirebildik.
ilk basımı 2001 yılında olan hakan dilek'in "mahallenin en şık abileri" kitabından;
ender konca: "başka türlü bir şey..."
1967, tunus... akdeniz olimpiyatları... ümit milli takım, ender'in golleriyle ilk iki maçını galip bitirdi. final maçında yenildi ve turnuvayı ikinci tamamladı. afrika sıcağında üst üste üç maç oynadı gençler. üçüncü maçta sıcak ve yorgunluktan iyi bir oyun ortaya koyamadılar ve sahadan yenik ayrıldılar.
maç bittikten sonra, ender'in yanına "iyi giyimli bir bey" yaklaştı: "beni hiç sinirlenmeden dinle. bu söyleyeceklerim ileride işine çok yarayacak." merakla dinlemeye başladı genç ender: "ilk maçında çok iyi oynadın; iki gol attın. ikinci maçta vasattın; bir gol attın. takımın yine galipti. üçüncü maçta tam anlamıyla döküldün. yarın sana çevrendekiler, kötü de olsan iyi futbol oynadığını söyleyip aldanmana yol açacaklar. sakın onları dinleme. sürekli çalış!" iyi giyimli bey geldiği gibi sessizce ortadan kayboldu. ender bu bilge tavırlı kişinin gazeteci samim var olduğunu öğrendi sonraları. dinledikleri de tartışmasız, yaşamına yön verdi.
kasımpaşa, istanbul'un futbolcu potansiyeli yüksek yerlerinden biri... galatasaraylı kadri aytaç, fenerbahçeli nevruz, ender konca şimdilik sayabildıklerimiz. belli ki toprağında taşında bir şeylervar kasımpaşa'nın. ender lise çağlarındayken çabukluğu, seriliği ve golcülüğü ile sivriliverdi yaşıtları arasından. önce gidip kasımpaşa genç takımı'na yazıldı. 1965'li yılların kasımpaşa'sını çalıştıran doğan koloğlu, ender'e bir hücumcuda olması gereken bütün incelikleri öğretti. ender, bu taktikle yirmi bir golün altına imzasını attı ve ikinci lig'in gol kralı oldu. hem de eskişehir, sarıyer, toprakspor, güneşspor, beylerbeyi gibi güçlü takımların olduğu bir ligde.
dönen transfer
kasımpaşaspor'un genç gol kralı istanbul kulüplerinin de dikkatini çekti. önce fenerbahçe böyle bir golcüyü kaçırmamak için amatör olarak 50 bin lira teklif etti. ancak ogün'lü, şerefli kadro ender'in gözünü korkuttu. sırf iş bozulsun diye, fenerbahçeli idareci kadir has ile yaptığı 50 bin liralık anlaşmayı bozup 100 bin lira istedi. bu arada kendisini galatasaray'a almak isteyen gündüz kılıç ikinci lig'de bir takımda pişmesini öğütledi. ender sanki gündüz kılıç'm isteğini gerçekleştirircesine istanbulspor'a 40 bin liraya imza attı.
pera günleri
genç ender, "dinyakos" kramponların imal edildiği hamal yokuşu ile ömer hayyam'ın kesiştiği yerdeki spor mağazasının önünde gezdi günlerce. yunanlı sanatçı aliki vuyuklaki'nin hafif "açık" filmleri için kuyruğa girdi. beyoğlu'na gezmeye çıkan metin oktay'ın,turgay şeren'in peşlerine takıldı daha çocukken. ama işte arap yılmaz, koca kasapoğlu, bahattin, bile, yalçın, zorbay, arsız hasan, arap celal gibi dönemin kaliteli topçularından kurulu istanbulspor un en genç oyuncusuydu artık.
çim saha
1966'da genç milli takımlar avrupa şampiyonası maçları eskişehir de oynandı. türkiye genç milli takımı belçika, polonya ve bulgaristan'ın bulunduğu grupta birinci oldu. ender, turnuvanın en iyi oyuncularından biri olarak göz doldurdu. eskişehirspor genel kaptanı aydın begiter, ender'in transferi için en az üç dört kez istanbul erkek lisesi'ne geldi gitti. en sonunda istanbulspor başkanı ali sohtorik'i büyükada'daki evinde bağlayıp bu transferi 100 bin liraya gerçekleştirdi. ender'in, kendisini isteyen istanbul kulüpleri ve altay'ın yanında eskişehir'i tercih edişinin nedeni neymiş biliyor musunuz? sahasının çim olması. daha iyi ve daha zevkli futbol oynamak için... peki para? para o kadar önemli değil. insan bugünkülerin tutumlarını görünce ender'in tavrını nereye koyacağını bilemiyor.
sakarya depremi
aydın begiter futbolcuyu gözünden tanır. her yıl onlarca genç insan begiter'ın "tezgâhından" geçer. dahası. eskişehir aydın begiter'siz, begiter de eskişehir'siz düşünülemez. yine bir transfer döneminde karşıyakalı genç taşkın, fenerbahçeli canan ve ender, begıter'in tuttuğu araçla yola çıktılar. buraya kadar her şey normal. eskişehir yol ayrımında araçları birden yalpalamaya başlar. 1967 sakarya depremi, genç futbolcuların eskişehir seyahatinin önünü kesmişti. yer yarılmış, binlerce insan bu deprem nedeniyle evsiz kalmıştı. bilecik yokuşunda yola dökülen kayalar araçların önünü kesti, ancak gece yansı başka bir araçla eskişehir'e ulaştılar.
küçük dev
ender hep mütevazı ve sessiz... yavaş yavaş anlatıyor. kimi kez biraz hüzünlenerek... hep içerden yaşayarak... anlattıkları gözlerine vuruyor çoğunlukla. futbolu çok sevmiş ender konca. bu kadar sevmese, sabahın dördünde herkes uyurken idmana çıkıp saat on idmanına ter atarak hazırlanmasının nasıl bir gerekçesi olabilir ki. o küçücük boyu ve zayıf görünen ama dirençli fiziğiyle büyük bir yükümlülüğün altına soktu kendini: "futbolu en iyi şekilde oynamak." tabii ki nefis ortalar, şutlar ve bitmek tükenmek bilmez bir enerji çıktı ortaya. küçük yaşlardan beri tutkuyla bağlandığı futbol, onun için kendi deyimiyle "başka bir şey"di. eskişehirspor burhan, kamuran, nihat, fethi gibi çok klas futbolculardan kurulu bir ekip oluşturdu ve ligde fırtına gibi esmeye başladı.
ender bu ekipte dört yıl aralıksız forma giydi. hem de sevilla gibi bir ispanyol devini eleyen ve o maçta iki farklı mağlubiyetten üç farklı galibiyete geçebilecek kadar kendinden emin ve dayanışma içinde olan bir takımda. ender de efendiliği ve çalışkanlığıyla takımın temel direklerinden biri oldu ve eskişehir seyircisinin gönlünde taht kurdu.
asist kralı
onun zamanında oynadığı takımların santrforları ya gol kralı oldular ya da gol krallığını kovaladılar. ömer kaner, fenerbahçeli cemil ve osman bunun bariz örnekleri. futbolda bugün gollük pasların önemi yeterince biliniyor, bunun üzerine istatistikler yapılıyor; ne var ki, o dönemlerde ender hep ikinci planda kaldı. 1967'de geldiği eskişehir'den avrupa sevdasıyla ayrıldı ender. milli takımımızın almanya ile köln'de yaptığı ve 1-1 biten karşılaşmada "panzerlerdin dişli futbolcusu berti vogts'a çimleri yoldurdu. bu oyunu onu eintracht frankfurt'a taşıdı.
eintracht frankfurt
ünlü alman takımında holsenbein ve grabowski gibi çok kaliteli oyuncular vardı. çalıştırıcıları ise ünlü teknik adam riebeck. ender bu takımda tam 27 maç oynadı ve 11 golün altına imza attı. altına imza attığı bir başarısı daha var. frankfurt'ta hazırlık devresi sonrası yapılan 17 maçta kesintisiz formasını sırtından çıkarmadan arka arkaya oynayan tek futbolcu vardı: ender konca. ancak henüz yeni evlendiği eşi ile almanya'da çok yalnızlık çekti ender. memleket sevgisi ağır bastı ve türkiye'ye dönmek istedi. almanya'ya transfer olduğu 1971 yılına kadar milli takım'ın değişmez elemanı olan konca, frankfurt'ta top oynadığı zaman milli takım' da sadece iki kez forma bulabildi. oysa türkiye'de o zamana kadar 45 kez milli olmuştu.
ülkeye dönüş
ender'in türkiye'ye döneceği haberi çabucak duyuldu. önce galatasaray girdi devreye. ama konca, turgan ece ile anlaşamadı. sonra beşiktaş talip oldu. bu transfer de gerçekleşemedi. ancak fenerbahçe başkanı emin cankurtaran kulübünün ve ender'in isteklerini anında karşıladı ve ender sarı-lacivertli formayı giydi. konca bu transferden 230 bin lira aldı. 1972-73 senesinde lisansında doğan bir aksaklık sonucu fenerbahçe'ye çok da yararlı olamadı. 1973-74 sezonunda ise geçirdiği büyük sakatlık tam kapasiteyle oynamasına engel oldu. ancak ender'in değişmez bir ilkesi vardı: "futbolcu kendine çok iyi bakmalı ve kollamalı. işine duyduğu saygının gereği bu."
cemil-osman-ender
ender'in ortalan cemil'in çabukluğu ve osman'ın golcülüğü ile birleşince fenerbahçe iki kez şampiyonluğa uzandı. o yıllarda fenerbahçe datcu, adil, yavuz, ercan, fuat, yılmaz yen, ziya şengül, ersoy, zafer, ömer, serkan, selahattin, emin gibi iyi isimlerden oluşan bir kadro kurmuş, fenerbahçe sevgisi seyircisiyle birlikte bu yıllarda sokağa taşmıştı. fenerbahçe seyircisinin tezahürat literatürüne giren bir slogan var ki, o da ender ile eskişehir'den taşındı tribünlere. es-es'lerin ''fethi, nihat, ender / filelere gönder" sloganı, san-lacivert dillerde "cemil, osman, ender / filelere gönder" biçimine dönüştü.
neden biz?
fenerbahçe sonraki yıllarda yaşadığı istikrarsızlığın faturasını oyuncularına çıkardı. halbuki ender'e göre, didi futbolculuğunun dışında iyi bir çalıştırıcı değildi. fenerbahçe, yine ender'e göre o dönemlerde idman dahi yapmadı. basan, üst düzey futbolcuların özel performansıyla geldi. 1975-76 sezonunda yeniden eskişehir'e döndü. ancak takımındaki eski havayı bir daha bulamadı. eskişehir altyapının son derece önemli olduğu bir takım havasında idi. ne var ki, paranın devleriyle baş edememiş ve gerekli kaynaklan altyapıya aktaramayan bir konuma sürüklenmişti.
22 yıl aralıksız büyük bir sabırla, oya işler gibi futbol oynadı ender konca. şikayetsiz ve bilerek oynadı. jübilesi sırasında maçın onuncu dakikası omuzlarda yükselişi, soyunma odasına yönelişi... her şey tamamdı. ancak ertesi gün anladı ender futbolun yokluğunu, nasıl bir şey olduğunu. önce altyapı hocalığını düşündü. sonra kulüplerin vurdumduymazlığı karşısında bundan vazgeçmek zorunda kaldı. ilk antrenörlük deneyimini eskişehir'de tattı. sonra sırasıyla diyarbakırspor, çorlu, maltepe... 1992'de fenerbahçe'de venglosh'un yardımcılığını yaptı. 1993'te osieck'le başladığı ligi, adanaspor'da noktaladı. daha sonra göztepe, düzce, marmaris ve son olarak da artvin hopa...
gurbet yazgı mı?
ender'in sınır tanımaz futbol tutkusu ancak aşkla tanımlanabilir herhalde. sadece düzgün bir çim sahada top oynamak için, "takdiri size bırakıyorum" deyip önüne konulan parayı düşünmeyecek, ülkenin bütün coğrafyasına kendi ilkelerini taşımak için çalıştırıcılık yapmaya yeltenecek kaç kişi tanıyorsunuz?
su gurbette ararmış kendini... söz işgüzarmış, aşk da...
türk futbolunda devrim yapan 10 yabancı teknik adam
#3 abdullah gegiç anadolu ihtilali
türkiye belki de "kaybedenlerin memleketi"... derwall ve veselinoviç'in 1984 avrupa şampiyonası'ndaki yenilgilerle türkiye gelmeleri ilk değildi. 1966 şampiyon kulüpler kupası finalinde partizan, real madrid'i yenip kupayı alabilse partizan'ın hocası abdullah gegiç real madrid'in başına geçecekti... ancak vasovic'in golüne amancio ve serena karşılık verince hem real madrid şampiyon kulüpler kupası'nı kazandı hem de abdullah gegiç partizan'dan ayrılıp başka bir takım aramak zorunda kaldı. babasının tavsiyesiyle türkiye'ye geldi. ilk sezon çalıştırdığı fenerbahçe, tıpkı partizan gibi, sonunu getiremedi... sarı-lacivertli takım bitime iki hafta kala vefa'ya radoviç'in hatalı goller yediği maçta 2-0 mağlup olunca şampiyonluğu beşiktaş'a kaptırdı. böylelikle gegiç'in fenerbahçe defteri kapandı ama türkiye macerası devam edecekti... ertesi sezon için eskişehirspor'un teklifini kabul etti. dört sezon sürecek gegiç ve es-es fırtınası o kararla başlamış oldu. ilk başarıya da ligin üçüncü haftasında fenerbahçe'yi 3-0 mağlup ederek ulaştılar. 1967-68 sezonunu dokuzuncu sırada tamamlayan eskişehirspor, 1968-69 ve 1969-70 sezonlarında ligi ikinci bitirdi. 1970-71 sezonu ise sadece ispanya'nın değil avrupa'nın da en güçlü takımlarından biri olan sevilla zaferiyle başladı. deplasmanda 1-0 yenilgiyle dönülen fuar şehirleri kupası maçının rövanşında son dokuz dakikada atılan üç gol kırmızı şimşekler'e hem 3-1'lik galibiyeti hem de turu getirdi. aynı sezon ligi dördüncü tamamlayan gegiç'in takımı, 1971-72'de de ligi yine ikinci sırada noktalarken, hem türkiye kupası'nı hem de cumhurbaşkanlığı kupası'nı müzesine götürdü. türkiye'de en uzun süre çalışan yabancı teknik adam unvanını taşıyan gegiç sonraları beşiktaş'ta, yarım sezon yine fenerbahçe'de, samsunspor'da, adana demirspor'da ve bursaspor'da görev yapsa da hiçbirinde eskişehirspor'daki kadar ses getirmedi. bursaspor'un şimdilerde kullandığı vakıfköy tesisleri'nin yapımında büyük emeği oldu. 1969 yılında 6 maç türk milli takımı'nın başında sahaya çıkan gegiç, 1977'de türk vatandaşlığına geçti. köln futbol yüksekokulu'nu bitirerek "futbol profesörü" unvanını aldı. bir dönem gazetelerde yazarlık da yapan gegiç 2000'li yılların başında sırbistan'a döndü, halen zemun'un danışmanlığı görevini yürütmekte. son olarak mart ayının ilk haftası eskişehirspor'un davetlisi olarak bir maça geldi, omuzlarda taşındı. gelişiyle ve varlığıyla bu yazının da fikir babası oldu...