bir gençlerbirliği deplasmanı hikayesi: ‘bir yanımız roket, bir yanımız bomba/burası farklı bir dünya..’ yazar başak alpan - 2 şubat 2019
bu bir deplasman hikayesi.. geçen sezon, hem de ilhan cavcav sezonunda küme düşen gençlerbirliği’nin 1. ligdeki rakibi hatayspor’la oynayacağı maç için geldiği ve taraftar grubu alkaralar’ın da takımını yalnız bırakmadığı hatay deplasmanı.. hatay’ın, acının, hatırlamanın ve ankara’nın hikayesi.
deplasmana gitmeden alkaralar’ın sosyal medya hesabına bir mesaj düşüyor. hatay emniyeti spor güvenliği’nden polis murat, alkaralar’ın kente geleceğini öğrenmiş, irtibat numarası istiyor. polisten böyle bir mesaj almak hepimizi şaşırtıyor, ‘nasıl bir deplasman olacak?’ sorusu aklımızda büyümeye başlıyor. deplasman aracı, küçük bir minibüs, sürücüsü de dikmenli şakir. buradaki dikmenlilik vurgusu çok önemli, çünkü şakir deplasman boyunca künefe dahil tüm sosyal olguları dikmenlilik üzerinden değerlendiriyor.
güzel bir cumartesi gününde hatay sokaklarını arşınlamaya başlıyoruz. hatay için söylenecek çok fazla şey var. sanırım en önemlisi kentin çok kültürlü havası: merkezde atatürk caddesi’ni kesen hacılar sokak st.pierre kilisesi’ne çıkıyor, oradan 40 asırlık türk yurdu caddesi’nden tam aşağıya indiğinizde karşınızda ali ismail korkmaz vakfı (alikev) ve duvardaki ‘düşlerinde özgür dünya’ yazısı.. 19 yaşında bir çocuğun dövülerek öldürüldüğü bir dünya özgür olur mu bilmiyorum ama, her önünden geçişimde olduğu gibi o vakıf, o duvar özgürlük hayalini daha bir canlandırıyor.
ertesi gün, maç günü.. ankara’nın kuru soğuğuna inat hatay pırıl pırıl bir güneşle karşılıyor bizi.. maç başladıktan kısa bir süre sonra hatayspor tribünlerinden hiç duyulmadık bir tezahürat yükseliyor: ‘bir yanımız roket, bir yanımız bomba/burası farklı bir dünya..’. bir anda hatay’ın büyüsü, muhteşem mutfağının damağımızda bıraktığı tat, güneşin getirdiği nikbinlik siliniyor, apaçık, çırılçıplak gerçeğe bırakıyor yerini: bir yanımız roket, bir yanımız bomba.. evet, savaş coğrafyasındayız aslında.. ‘sen bu humusu hatay’da yiyeceksin şekerim’li, ‘hatay’ın insanları inanılmmaaz şekerrr’li orta sınıf turistlerin indirimli uçak biletleriyle ınstagram fotoğrafı çektirmek için eski el arabası, duvara asılmış bakraç peşinde koştukları bu kent, suriye’deki savaşın başladığı 2011’den beri bir savaş coğrafyası.. burası farklı bir dünya, tıpkı kilis gibi, tıpkı gaziantep gibi, tıpkı ankara gibi.. maçtan, bağlamdan kopuyorum, ‘düşlerinde özgür dünya’yla ‘burası başka bir dünya’ arasında gidip gelen aklım, 284 no’lu durakta ve bahtı kara bir garda takılıp kalıyor. ankara’yı, kentin hafızasına takılanları hatırlıyorum. bir kentte yaşamak, bir kenti sevmek, 13 mart 2016’da bombanın patladığı 284 no’lu otobüs durağının, ethem’in (sarısülük) vurulduğu noktanın, ankara garı’nın, asım bezirci’nin sözünü tabela yapmış ankara mali müşavirler birliği’nin önünden her gün geçmek, her gün acı anıları burnuna sokan şehrin hafızasını duyumsamak biraz da.. insan, çok acayip bir varlık.. hayata tutunabilmek için acıyı hemen ötekileştiriyor, sanki 10 ekim 2015’te ‘ne kadar özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı’ diyen bir sürü insan ankara’nın göbeğinde ölmemiş gibi acıyı, şiddeti başka şehirlere, başka coğrafyalara iteliyor, erteliyor. öbek öbek çelişkiden ibaret orta sınıf ‘ayy gaziantep’in baklavası güzel de gitmeye çekiniyorum ben’ diyor, her sabah 17 şubat 2016’da bombaların patladığı merasim sokak’ın önünden geçmezmiş gibi.. belfast’a ilk gittiğimde, shankill yolu’nda hala katolik ve protestan mahalleler arasında toplamı 30 kilometreye varan 40 tane duvar olduğunu gördüğümde gözlerime inanamamıştım. en acayibi de bu ‘barış duvarı’nın iki katlı turist otobüslerinin uğrak noktası olmasıydı. ‘şu sağımda gördüğünüz duvar katolik ve protestan mahallelerini ayırmak için örüldü. efendim? barış mı? haa evet, 20 yıl önce bir anlaşma imzalandı evet, ama duvar duruyor. barış duvarı’nı ziyaret etmek için “visit” yazıp 3350’ye gönderin lütfen..’ barışı ‘alan’ bıkkın turistler, duvarı da alıyor çünkü, yanında hatay’da duvarda asılı duran bakraç bedava üstelik.. bu fotoğrafta ali ismail’in duvarı yok ama, o sadece düşlerinde özgür çünkü..
evet, bir kentin travmaları da sevdaya dahil yani… çünkü ankara, 10 ekim patlaması, 15 temmuz’da alçak uçan jetlerin çıkardığı korkunç sesler yüzünden meclis duvarına yakın çoğu evin camlarının kırılması olduğu kadar, sakarya’da her gördüğünde bana elini öptüren, ‘torunum’ diyen köfteci doktor, beni her gördüğünde boynuma sarılan ve benden paten isteyen çiçek satıcısı şilan, sadece bir çorba parasında gözü olan trt spikerlerine taş çıkartan türkçesiyle kader, yıkılan 19 mayıs stadı, kuğulu park, ayrancı’daki cemal süreya parkı, eskiden 100.yıl’ın gözbebeği olan bir sen bir büfe, dikmen caddesi’ndeki eski gülen gözler pastanesi aynı zamanda.. ilkokulda ‘almanlar yenik sayılınca biz de yenik sayıldık’ teranesini boşuna öğrenmedik belki, kenti ‘alan’ acısını da, hikayesini de birlikte alıyor. gençlerbirliği’ni sevince, ankara’yı ve hikayesini de sevmiş oluyorsunuz ve bu hikayeyi anlatmak da sadece yaşananları anımsamakla mümkün.. hanna arendt’in dediği gibi, ‘hikâye anlatıcılığı, “tarihin moloz yığınları arasında kazı yapıp geçmiş deneyimlerin “inci”lerini, tortuları ve gizli anlamlarıyla, beyinleri gelecek için yönlendirebilecek şekilde, yeniden ortaya çıkarmak”1 demek çünkü..
stadyumdaki berbat zeminin de etkisiyle hatayspor’a 3-1 yeniliyoruz. maçın sonunda yanımıza polis murat geliyor, ‘hatay’da bir şeye ihtiyacınız olursa diye size ulaşmak istemiştim, mesaj attım, cevap vermediniz’ diyor. ‘e biz sizin polis olduğunuzu nereden bilelim’ yanıtı üzerine tartışma uzarken ‘ben de ankara’da yaşadım bir süre, dikmen’de’ diyor polis murat. tabii şoför şakir hemen konuya dahil oluyor, iş tatlıya bağlanıyor, futbol sahalarındaki şiddet sorunu dikmenlilik üzerinden çözülüyor, passolig’in yapamadığını şoför şakir ve polis murat hallediveriyor, ‘polis evi’nden sola sap, ilk değil ikinci sol, hah işte orada yaşadım bir süre’ tarifiyle güle oynaya ankara’ya doğru uğurlanıyoruz. yolda tatlı bir yorgunluk ama bir yandan da içten içe ankara’ya dönüşün verdiği anlaşılmaz mutluluk. biz sanırım ankara’nın hikayesini seviyoruz. bırakıp gitsek de peşimizden gelen hikayesini.. şoför şakir’in dikmen’deki gülen gözler pastanesi’ne gitmiş olabileceği fikrini, günün birinde 284 no’lu otobüs durağının adının barış durağı olması hayalini, ve tabii bir de ‘önümüzdeki maçlarda’ 8 galibiyet alıp süper lig’e çıkma ihtimalini..
1 aktaran uğur, çınar, meral (2016) ‘marx, arendt, modernite, yabancılaşma ve siyaset: ya da, modern çağ’da insanca bir yaşam mümkün mü?’, sosyal bilimler dergisi, 9 (2), s. 140-167.