dünya kupası eleme kuraları çekildiğinde ve türkiye, ingiltere, kuzey irlanda, romanya ve finlandiya ile aynı gruba düştüğünde, final şansımız olduğunu ileri sürmüş ve bazı çevrelerin tebessümleri ile karşılanmıştık.
milli takımın, o günkü ve bugünkü teknik direktörü, daha ilk günden zor bir gruba düştüğümüzü, final şansımızın olmadığını açıklarken, o ve onu destekleyenler, gündeme, artık ağızlarda sakız olmuş bir özürü getiriyorlardı: türkiye'de futbol sektörü, ülkenin öteki sektörlerinden soyutlanamazdı, bir. ülkedeki futbol düzeyi neydi ki, milli takım ne olacaktı, bu da iki.
ülkenin futbol düzeyinin bir alt, milli takımın ise bir üstyapı olayı olduğunu uzun uzun anlattık. bu ülke de belki yüz bilmem kaç (vehbi dinçerler’in oy için yarattığı profesyonel takımların toplamını kesin bilmediğimizi itiraf edelim) iyi takım olamazdı, ama 16 iyi futbolcu çıkardı ve bu 16 iyi futbolcu, baştan inanılarak iyi organize edilirse, iyi sonuçlar alınabilirdi.
bu hatırlatmayı niçin yapıyoruz? eğer, çok değil, iki ay önce avrupa şampiyonu fransa’nın şampiyonu bordeaux ya düşen fenerbahçe ile, dünya kupaları finallerinin gediklisi, ilk dördün daima iddialı takımı polonya’nın lig lideri lodz’a düşen galatasaray’ın tur atlayacağını, hem de ikisinin birden tur geçeceğini birisi iddia etse, gene aynı tebessümlerle karşılaşırdı. çarşamba gecesi izlediğimiz istanbul kenti sokaklarındaki kutlama törenleri, zaferin nasıl beklenmez ve umulmaz olduğunun kanıtıydı. halkta bir mucizenin başarıldığı kanısı vardı... oysa yanılıyorlardı.
tıpkı milli takım gibi, fenerbahçe ve galatasaray da, bu. ülke düzeyinde bir üstyapı olayıydılar. bir simoviç’i, bir meszöly ve derwall’i satın alıp getirebilecek gücün, bu ülkenin altyapısı ile ilgisi yoktu. iyi organize edildiklerin de, başarılı olmamaları için sebep de yoktu.
neydi, fenerbahçe ve galatasaray’ı milli takım düzeyinin de üzerine çıkaran başarının sebebi? basit... ne meszöly, ne de derwall işe peşin yenilgiyi kabullenerek başlamamışlardı. tur geçme şanslarının olduğuna inanıyor, «şansımız yok. amacımız türk futbolunu iyi temsil etmek, onurlu yenilgi, şerefli bir beraberlik almak» gibi uyutma cümleleri ile laf ebeliği yapmıyorlardı.
galatasaray’ın 96’ncı dakikada yediği golü bir yana bırakın, bu iki takımımız ilk turu, üstelik, yenilmeden geride bıraktılar. fenerbahçe bordeaux’yu rakip sahada yendi, galatasaray kendi sahasında farkı kaçırdı. oynanan dört maçın hiçbirinde «tesadüf» yoktu. bilek hakkı vardı.
zafer sarhoşluğu içinde gözlerden kaçan çok önemli bir noktayı, fenerbahçe’yi başarıya götüren zihniyetin ne olduğunu bir kez daha altını çizerek vurgulamak için hatırlatalım.
televizyon maç öncesi güya bir açıkoturum düzenlemiş, ilker yasin, konuşmacılara fenerbahçe’nin şansını sorarken, inönü stadının çok berbat zemininin ilk maçı kazanan fenerbahçe için bir avantaj olduğu havasını yaratmıştı. meszöly derhal söze girip, düşünceyi şiddetle reddetti: «benim iyi oyuncularım var. benim iyi oyuncularım iyi sahada daha iyi oynar. kötü zemin fenerbahçe’nin aleyhinedir» dedi. bu takımının büyüklüğüne inanan bir hocanın sözleriydi. nitekim, çarşamba günü maçta, süper futbolcular selçuk ve şenol’un rakiple değil, zeminle boğuştuklarını, fransız gazetecileri bile itiraf ettiler. inönü stadında bir türlü topa vuramayan erdal, avrupa’daki milli maçlardan sonra, lodz sahasında da, harika top oynadı ve inanılmaz güzel bir gol attı.
meszöly’yi kaybeden türk milli takımı, son yıllardaki en büyük şansım yitirmiştir. milli takımın meszöly ile oynadığı kuzey irlanda ve isviçre maçları ile, onsuz oynadığı gene kuzey irlanda ve finlandiya maçlarındaki fark ve bordeaux ve lodz başarıları, bu kaybın, başka söze gerek bırakmayan kanıtlarıdır.
bu ülkede, inanılır ve iyi organize edilirse, avrupa düzeyinde oynayacak futbolcular vardır. türk futbolu üst düzeyde, hiçbir maça peşin yenilgi inancı ile başlamaya layık değildir. bu demek değildir ki, yenilmeyecek, hatta farklı yenilmeyecek, elenmeyecektir. öyle olsa, zaten spor olmaz, maç olmaz, mücadele turnuva olmaz, bir bilgisayar 10 saniyede işi bitirirdi.
yenilmekle, yenilgiyi peşinen kabul edip, maçı değil, özrü düşünmeye başlamak farklı şeylerdir.