türk millî futbol takımı, dünya kupasına ayağını attığı lizbon’dan bu yana arka arkaya tam 4 maç kaybettik: 5-1... 1-0... 3-0... 4-1...
hep beraber «allaha şükür» diyelim. bu sezon böyle bitti. ve allaha şükür ki, başka maçımız yok! önümüzde kazara iki müsabaka daha olsa yenilgiler devam edecek ve tablo karardıkça, kararacaktı. çünkü, bugünkü futbol seviyemizle, ne avrupa'da, ne de balkanlarda herhangi bir rakibe baş kaldıracak halde değildik.
türk milli takımı kaybettiği 4 maçta 13 gol yemiş. araştırın bakalım futbol talihimizi, böyle bir bozgun zincirine rastlıyabilccek misiniz? ve yine araştırın bakalım futbol tarihimizi, millî takımın kuruluşunda bu kadar değişik isim yer almış mı? polonya'ya, istanbul'da yenildiğimiz maçtan, son maça kadar geçen 7 aylık süre içerisinde 7 maç yapmışız. 7 maçta 7 kaleci yer almış! bu küçük istatistik, futbolumuzdaki ve yöneticilerimizdeki kararsızlığı, itimatsızlığı ve şüpheciliği ortaya çıkarmaktadır. dışarıda iyi oyun oynamaya çalıştığımız ve 20, 25 dakika rakiplerimizden daha üstün duruma geçtiğimiz doğrudur. ancak, futbolda neticeye gidemedikten sonra, topu rakiplerinden bir kısa süre için daha yerli yerinde kullanmışsın? neye yarar. sonunda, fizik ve yetişme şartları bizden daha üstün olan tarafa boyun eğmek âdeta bir mecburiyet haline gelecektir.
bükreş’te hayal kırıklığı
her zaman belirtmeye çalıştığımız gibi; son bozguna geniş bir açıdan bakmak lâzımdır.
spor işlerimizi cesaretle ele almak, dâvânın 90 dakikanın ötesinde olduğunu kabul etmek lâzımdır. bu konudaki görüşümüzü ve samimi dileklerimizi yazımızın sonuna bırakarak, objektifi bükreş'e çeviriyoruz.
romanya’ya çıkacak onbirimiz bükreş'te cuma günü açıklandı. takımı duyunca hayret ettik. fenerbahçe'nin son maçlardaki en başarılı oyuncusu şenol, anlaşılması güç bir görüşle oynama şansını kaybetmişti. şenol’a tercih edilen futbolcu ise, bir yıldır kendi takımında oynamayan göztepe'li nevzat’tı. daha o akşam yetkililerle pek samimi bir tartışmaya giriştik. biz, şenol bu takımda oynamalıdır, diyorduk. yöneticiler şenol’un 4-2-4'te yeri yok, diyorlardı. oysa ki şenol, santrforda hayal kırıklığı yaratan bir devreden sonra ingiliz antrenör hold’un isabetli bir karan ile sol insayd yerine 4-2-4'ün oyun kurucu adamı olarak verilmişti. birden değişmişti şenol. 4 maçta fenerbahçe’ye son derece faydalı olmuştu. gol attırıyordu, gol atıyordu. morali düzelmiş, kendine olan itimadını kazanmıştı. böyle bir oyuncuyu. göztepe'de oynarken klâsına hayran olduğumuz, ama böyle bir maça hazırlıklı olmayan nevzat'a tercih etmeleri büyük bir mantık hatâsıydı. ikinci hatâ kalecinin seçimindeydi. o maçın kalecisi ali olmalıydı. yılmaz değil. yılmaz da nevzat gibi maça hazır değildi.
aynı sohbette yöneticilere romanya ile yapacağımız maçın bir dünya kupası maçı olduğunu hatırlattık. oyuncu denenecek maç romanya maçı olmamalıydı. bir hafta sonra bulgaristanla özel bir karşılaşma yapacağımıza göre; yılmaz'ı da, nevzat'ı da, hattâ ayhan'ı da sofya'da oynatabilirlerdi.
her seyirciye bir milli takım, sözü elbette boşuna söylenmemiştir. fakat, gerçekten hareket edildiği takdirde takım kuruluşundaki isabetsizliği hoş karşılamak mümkün değildi. karar değişmedi tabii. bizim takım daha ilk dakika dolmadan yediği gole rağmen çözülmedi. pekâlâ ilk yarı bitinceye kadar sahada tutundu. ikinci yarıda ise, maça hazır olmayan nevzat başta olmak üzere, çoğu kaskatı kesildi.
nevzat'ın yerine şenol, yılmaz'ın yerine ali, ayhan'ın yerine bir başkası oynasaydı, netice değişir miydi? belki veya değil. ancak, tutum yanlıştı, hatâlıydı. milli takım üzerinde söz sahibi olanlar darılmazlarsa bir şey söyliyeceğim. şenol'un oynatılmama kararı hissiydi...