neden bilmem, bu galibiyete sevinmedim. eee diyeceksiniz «canım dört gol ne oluyor? bunlar sevinmeğe kâfi değil mi?» ha, doğru hepsi birbirinden güzel, hepsi birbirinden şık, hepsi birbirinden tutulmayacak gollerdi bunlar. hele metin'in ilk golü? nasıl aldı o top’u, nasıl kaleye yaklaştı ve nasıl vurdu? söke söke attı derler ya. öyle bir şeydi.
bundan başka milli maçın hepsi bu kadardı. bir takım oyunu gösteremedikten, bütün oyun boyunca takım halinde çalışamadıktan sonra ufacık tunus'a attığın dört gole gel de sevin bakalım.
* millî takımdaki çocuklar gücenmezse, bir lâf edeceğim: evvelâ can'ın maçı idi. 32 bine yakın seyirci. 8 bin de beleşçisi var ankara'nın; eder 40 bin. şimdi açık konuşmak lâzım. can gelmeseydi kaç bin kişi gelirdi türkiye - tunus maçına?
* can oyunun başında özlediğimiz çocuktu. sol ayağını şâhâne hareketlerle donatıyor, tarık ve metin'le verkaçlara giriyordu. iki defasında tarık anlamadı bunu. sonra sonra, ne tarık, ne de diğerleri can’la futbolünden bir şey anlayamadılar. kornerlere can gidiyor, frikiklere can gidiyor, taçlara can gidiyor, defanstan çıkan bütün toplar kendi ayağına gelsin istiyordu. eh, böyle olunca da...
* can, ikinci devrede fazla bir şey vermedi takıma. belki aldanıyorduk. ama f. bahçe'deki günlerinin çok dışındaydı signor... heyecanlıydı belki, arkadaşlarını yadırgamıştı belki. anlıyamıyorduk. maamafih futbola, meşin topa yukarıdan bakan bu delikanlı ne olursa olsun bu milli maçın en renkli adamıydı. geldi, oynadı ve gitti. ayrıca para kazandırdı dâvetiye gönderenler. misafirin böylesine can kurban.
* sanlı'yı çıkardılar ikinci yarıda. bu, garip bir olaydı. takımın en iyilerinden birini çıkart, en kötülerinden birini bırak, sonra beşiktaş'ın gönlünü almak için beş dakika kala yusuf'u oyuna sok...
haydi canım siz de. futbolümüz avrupa seviyesinde değil diye üzülüp duruyoruz. dünkü çamı, dünya kupasındaki rakiplerimizde, mesela portekiz'de, romanya'da veya çekoslovakya'da devirecek kaç idareci vardı?
kadehlerimizi bu parlak galibiyetin şerefine kaldıralım beyler...